Kalbin Devrimi: Su Üstüne Yazı Yazmak

Tasavvuf Konulu Romanlar dosyamızın yedinci yazısını Nur Cihan Şeker yazdı: “Kalbin Devrimi: Su Üstüne Yazı Yazmak

***

Modern dünyanın karmaşasında ruhunu yitirmiş insanın, içe doğru yönelen, sessiz ama sarsıcı yolculuğu olarak okuyabileceğimiz Su Üstüne Yazı Yazmak, yalnız olmadığımızı hatırlatan ve bize bizden daha yakın olanı işaret eden bir roman. Yazarın kendi arayışını görünür kılan bu eser, samimiyetle yazılmış bir mektup âdeta. Amerikalı yazar, Müslüman olma sürecini, bu süreci takip eden dokuz senede tasavvufa hangi vesilelerle yöneldiğini ve tasavvufun hayatına ne şekilde tesir ettiğini bölümler hâlinde anlatıyor. Her bölümde, yazarın belli bir konu etrafında gelişen tefekkürüne şahit oluyoruz.

İbn Atâullah-ı İskenderî, Hikem’inde “Allah Teâlâ, senin için marifetine götüren bir kapı açınca, onunla birlikte amelinin az olmasına aldırış etme! Cenâb-ı Hak sana böyle bir kapıyı açmakla, o yoldan sana kendisini tanıtmak istiyor.” der. Muhyiddin’in hikâyesi de arkadaşlarının davetine icabet ettikten sonra açılan kapıdan içeri girmesiyle başlar. Muhyiddin’in arayışı, duvarda görüp anlamını çözemediği, ne olduğunu Mecid Bacı’dan öğrendiği “Lâ ilâhe illallah” yazan tabloyu merakı ile alevlenir. O günden itibaren “Lâ ilâhe illallah”; Muhyiddin’in değişirken genişleyen, genişledikçe şekillenen hayatının nirengi noktası olur. Mevhum ilahları reddederek Samed olan Allah’a yönelişi de böyle başlar.

Muhyiddin, imam ve Mecid Bacı’yla karşılaştıktan sonra, yeni bir başlangıcın eşiğinde bekleyen her tereddüt sahibi gibi ne yapacağını bilemediği günler geçirir. Kendiyle sessizce hesaplaştığı günlerin ardından daha fazlasını bilmesi gerektiğini anlar ve nihayet kendini imamın dizi dibinde bulur. Muhyiddin’in şeyhiyle tanışmadan önceki vazgeçilmez durağa, şeriat kapısına varış hikâyesi bu şekildedir. İmamın yanında tevhidi, peygamberleri, ahireti, semavî kitapları ve bunun gibi İslâm’ın temelini teşkil eden esasları öğrenir. Öğrenme süreci, sorularla dolup taştığı bir süreçtir. İmam, Muhyiddin’in sorularına cevap verdiği gibi ona yeni sorular sorarak her defasında fazlasını öğrenmeye teşvik eder. Muhyiddin ilk başta imamdan duyduklarını kendi mensup olduğu dinin derinden kavrayamadığı öğretileriyle ilişkilendirip anlatılanlardan fazla bir şey ummadığını itiraf etse de Âmentü’yü öğrendikçe kendisine farklı gelen, derin bir arzuyla yöneldiği bir hâlin içinde olduğunu inkâr etmeyerek zamanla teslim olur: “Subhâne rabbiyel a’lâ. Subhâne rabbiyel a’lâ. Subhâne rabbiyel a’lâ.”

Attığımız her adımda, Allah’ın bir kaderine denk geliriz. Bu sebeple hâlimiz de iştiyakımız da sabit değildir. Yolu, kimi zaman sıkıntıyla kimi zaman rahatlıkla kat edip bazen şevkle bazen mecburiyetle hareket etmemiz O’nun elindedir. İlk sufilerden Vâsıtî, havf ve recanın, nefislerin haddi aşıp kontrolden çıkmaması için onları tutan iki dizgin gibi olduğunu söyler. Çünkü mümin ancak bu iki hal sayesinde, kendini emniyette hissedip gevşemekten ve kusurları sebebiyle Allah’tan ümidini kesmekten korunur. Muhyiddin, Müslüman olduktan sonra tecrübe ettiği birçok olayda, kendini dönüp dolaşıp bu mesele üzerinde bulmuştur. İşi sebebiyle imamdan ve cami cemaatinden ayrılıp farklı bir şehre taşınması ilk kırılma noktasıdır. Bunu takip eden dokuz sene boyunca, şeyhiyle tanışana kadar, kendisini en çok zorlayan İslâm’ı hayatında nasıl ve ne şekilde tatbik edeceğini bilemeyişidir. İş hayatında başarılıdır fakat özlemini çektiği manevî hayata nelerden vazgeçerek ulaşacağını kestiremez. Amerika’da, Müslümanlardan uzak bir çevrede olması da içinde bulunduğu sıkıntılı hâlin etkisini arttırır. Arabistan seyahatinde karşılaştığı kişiler vesilesiyle şeyhiyle tanışması, Muhyiddin’in arayışına yeni bir boyut açar. Onun için hayat, şeyhinin isteğiyle pikap iğnesi ararken, mutfak ve lavabo giderleri tıkanıp dururken, kar fırtınasında çıktığı seyahatlerde türlü meşakkatin içindeyken, arabası sürekli bozulurken, tekke arazisindeki harabe binayı diğer müritlerle birlikte yıkarken, tekkedeki otları biçerken ve bunun gibi gündelik birçok olayda okuma serüvenine dönüşür. Ancak bu, pasif bir okuma değil, eyleme mecbur kılan bırakan aktif bir okumadır. Bu mecburiyetin arkasında insanın hadiselerle sınanıp duran iradesi vardır. Muhyiddin, kendisini ve giderek Allah’ı tanımasına vesile olan bu imtihan zamanlarında, aynı yerden sınanıyor gibi görünse de her defasında farklı bir ders alır. Bu dersler zamanla, zorluk anları olmaktan çıkıp her biri okunacak birer âyete dönüşür.

Muhyiddin’in manevî tekemmül süreci, terk-i heva, yakaza, ümit, tevekkül ve a’mâl etrafında şekillenir. Terk-i heva, dünyevî arzu ve lezzetlerden vazgeçmeyi; yakaza, kulun Cenab-ı Hakk’ın maksadını idrak hususunda manevî uyanıklık hâlini; ümit, darlık zamanlarında Allah’ın rahmetini hissetmeyi; tevekkül, tedbirden sonra başa gelen her hadisede kadere rıza göstermeyi; a’mâl, halis niyetle yapılan her türlü ameli ifade eder. Şeyhinin, Muhyiddin’den daima hatırlamasını istediği bu beş kavram, onun için manevî bir reçete hükmündedir.

Tasavvuf geleneğinde mürşit, müridin idrak seviyesine uygun bir usulle, derinliği ve genişliği hesap edilemeyen yolda, müridin adım adım emniyetle ilerlemesine rehberlik eder. Mürit, kendi başına yürüdüğünde kararsızlığıyla hedefini şaşırabileceğini ve zahirî ve batınî amellerinde ifrat ve tefrite düşebileceğini rehberinden öğrenir. Muhyiddin, şeyhinin verdiği vazifeleri yerine getirirken ve imtihan zamanlarında bilmek ve olmak arasındaki uzun mesafeyi hisseder. Başladığı noktaya döndüğü, gereksiz işlerle oyalandığı, arzularına takılıp kaldığı ve ümidini yitirdiğini hissettiği zamanlar olur. Fakat her başa sarış, sıfırdan başlamayı ifade etmez. Şeyh, bu konuyu, irşat derslerinden birinde “samanlıkta kaybettiğiniz iğneyi, samanlıkta arayın. Sözüm tarikatta olanlara, yol ehli olanlara. Kaybettiklerinizi düşürdüğünüz yerde arayın.” (s.287) diyerek dile getirir.

Sözün özü, Su Üstüne Yazı Yazmak, yalnızca kendini bulma hikâyesi değil, aynı zamanda bir dönüşümün romanıdır. Hakikatin peşinde yürüyen yolcunun, kendi iç âleminde derinleşerek varoluşun sırrına yaklaştığı bir dönüşüm…

Nur Cihan Şeker

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir