Üç Dilek Hakkı

Her şeyin, anlamını yitirdiği bir boşlukta uyanan ben, havasına alışkın olmadığım bu atmosfersiz ortamda nasıl nefes alınacağını bile bilmeden, nasıl oluyor da hâlâ hayatta kalabiliyorum? Yazmak bile, adı üniversite yıllıklarına hapsolmuş eski bir dost. Okumak, artık ziyareti gözümde dağ gibi büyüyen baba ocağı. Ne kalıyor bana? Videolarla uyuşmak, postlarla avunmak, avcumun içerisindeki dokunmatik dünyaya, cam okyanusunda, ışık gemisiyle seyahat ederek bilinç surlarının dışında oyalanmak, ihtimallerle oynaşmak, hayallerle oynamak… İyi ama bu, saf bir kaybediş midir? Pür bir yitiş ve yitiriş midir? Ya kendimden ve gerçekliğimden ne kadar uzak olursam o kadar iyi bir durumdaysam? Ya bu kopuş, akibeti korkunç bir cinnetin kapı eşiğinden girerken gömleğimi arkadan yırtmaya azimli bir yalancı cennetse? İşte buyurun, tekrardan başladım düşünmeye ve ateşledim “cogito, ergo sum”un fitilini: “Her an her şeyin farkında olma”yı yücelten tüm o tanrısallık hayali satan kapitalizmin eniği “satan”lar! Ve bu masala taparcasına olumlama ve manifest ibadetleriyle “memento mori”den soyunup “carpe diem”le giyindiğini sanan “nirvana yolcusu kalmasııın”cı baldırı çıplak “satan”istler! Ürününüzün reklamını, “kişisel gelişim” kılıklarıyla ne kadar yaparsanız yapın, not my cup of tea. Öte yandan, insana da insanlığa da inancını kaybetmiş bir insan olarak ben, şimdi anlıyorum “homo homini lupus” sözünü. Ve “ilmin kapısı”ndan çağlayan çığlıktan sağır olan kulağımda çınlayan şu bilge sözü: “İnanmam o kişinin bana bir kötülük düşüneceğine; çünkü benim ona hiçbir iyiliğim dokunmadı ki!

İşte bu yazı, böyle bir iç döküş olacak. Hayatımda hiç ciddi anlamda yapmadığım bir şey yapacağım: Liste! Ama nasıl… Terk edeceğim bu yazı için büründüğüm kişiliğin gerektirdiği gibi tüm o iyimser, uysal, uyumlu, insanlara verilmesi gereken ikinci hatta üçüncü ve dördüncü şanslara inanan tatlış kombinimi. Değiştireceğim yüzümün sırıtık maskesini. Sapıkların birer fantezi olarak zihinlerinin mahzenlerinde icat ettiği o “çıplak gösteren gözlük” gibi bir gözlük takacağım gözüme. Ama bu gözlük, ilgilenmeyecek insanların kokuşmuş bedenleriyle, onları elbiselerinden değil, yalanlarından ve alçaklıklarından soyup serecek gözlerimin önüne. Ve “Issız bir adaya düşmeden yanına alacağın üç şey nedir?” veya “Sihirli bir lambadan çıkan bin küsur yaşında bir cinin sana verdiği üç dilek hakkın ne olurdu?” sorusuna muhatapmış gibi sıralayacağım midemi bulandıran, kanımı donduran, bende tiksinti uyandıran insan oğlu insanların listesini. Bu üç madde, gökten kafanıza düşecek üç yasak elma gibi düşsün avuçlarınıza. Dileyen dişlesin, dilemeyen çürümeye terk etsin, ölüm eksin toprağa. Kim eriyorsa ersin muradına. Çıkmaya mecalim yok kerevetine!

1. Şöyle bir not yazmışım zamanında: “Kısır döngü; Türkiye’de yönetimler, hep zulmedilenin idareyi ele alması şeklinde ilerliyor ve gelen, bir savaştan çıkarak, intikam almak üzere geliyor. İntikam, zulme dönüşüyor ve yeni mazlumlar, taptaze mağduriyet edebiyatları üretiyor.” İbn Haldun’un insan-devlet teorisine dayanarak diyorum ki çocukluğumuza etki eden Türk filmlerinin marazlı merhamet duygusunun da etkisiyle hayatta tutunamamış, sille yemiş, belki zulme uğramış, sevilmemiş, bilakis aşağılanmış insanlara vicdanla, anlayış ve empati ile yaklaşmak, bu savaşlardan çıkmış insanların terörüne kapı aralayabiliyor. Çünkü bu tip; iyiliği, nezaketi, benimsenmeyi tanımıyor, bilmiyor. Güler yüz karşısında ne yapacağını şaşırıyor ve bunu, sindirilebilecek bir zayıflık olarak görüp heybesine atıyor. Bunu da zamanı geldiğinde öyle bir kullanıyor ki bu defa karşıdaki kişi neye uğradığını şaşırıyor. Uzun tarihlerinde birçok ibretler barındıran Yahudilerin misaline benziyor bu durum. Binyıllar boyu yersiz yurtsuz oradan oraya sürülen, birçok milletin katliamlarına ve zulümlerine uğrayan bir kavim olarak topraksız ve devletsiz yaşamaları karşısında onlara iyi niyet ve acımayla yaklaşan kimse yoktur ki bunun bedelini ödemesin. En azından bildiğimiz örnekler bu yönde ve günümüzün en büyük zalimi olan devletlerinin icraatları da bunu kanıtlıyor. Ne güzel anlatılır ellerine fırsat geçtiğinde ne vahşi olabildikleri gerçeği Shakespeare’in Venedik Taciri adlı oyunda. Demek Nietzsche, “Uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar,” derken bunu kastediyor. Ve bu kişiye el uzatmaya kalkan siz, bu uçurumdan öyle bir düşebiliyorsunuz ki parçalarınızı bulmak bile mümkün olmayabiliyor.

2. İkinci sırada, karşısındakini iftira, şantaj, tehdit, manipülasyon ve baskı, şiddet ile kendine bağlamaya çalışan korkak, ezik, zavallı insan modeli var. İki yüzlülükle yaptığı iyilikleri günü geldiğinde kullanmak için biriktiren, lağım çukurlarıyla dolu beyninin kıvrımlı sokaklarında uzun kuyruklu sıçanlar beslerken bunların yemi olan kıskançlık dolu kuruntuları önlerinden asla eksik etmeyen, kişiliğini, zamanını ve zeminini bulamamış, yolunu çizememiş, Çağrı filmindeki Hz. Hamza-Ebû Cehil sahnesinde geçen şu söze tamamen oturan tipsiz bir tip: “Çölün en cesur adamıdır… Silahsız insanlar karşısında!” Efelenir, bir hindi gibi kabarır, gücün hazzını yaşar… Hem de tüm bunları, masasında, kitaplığında ve başucunda tuttuğu, bir kutsal metin gibi döne döne okuduğu, kişiliksiz olduğu için kişisel olarak gelişme merakıyla ilgilendiği meditasyon kitapları varken yapar. Seksen kiloluk bir dalgıcı avladığını sanarak onu yuvasına çekip götürmeye çalışan, dalgıcın ancak serçe parmağı büyüklüğünde bir ahtapottur yani. Üstelik dalgıç onun bu çocuksuluğuna gülerken… Hâlbuki gülünmemelidir. Çünkü onlar, eğer aslan büyüklüğünde olsalar, sahiplerini bile zevkle parçalamaktan haz alacak sevimli görünmeye çalışan kedilerdir. Para, güç ve statü karşısında köpekler gibi kulübelerine çekilen çakallardır. Ve ancak, küçücük kalpleri dakikada iki yüz kere atan tavşanlar karşısında kudretli bir ejderhaya dönüşürler. Kendilerini aşırı zeki sanırlar. Aslına bakılırsa zekidirler de; çünkü onca kötülük, ancak zekâ ile olur. Fakat unuttukları bir şey vardır; hipermetropturlar. Elli yıl sonrasını en ince ayrıntısına kadar planlayacak akılları vardır da bu akıl, onları kendilerine ve çevresindekilere karşı kör eder. Son dönem röportajlarından birinde, “Peki size darbe yapılacağından korkmuyor musunuz?” sorusuna Kaddafi, şaşırarak, “Bana neden darbe yapsınlar ki; halkım beni sever,” demişti. Ölmeden önceki linçte, yüzünde o şaşkınlık vardı. Nasıl olur, bakışı… İşte, işleri bu noktaya getiren tutarsızlıkları, çelişkileri ve çıkmazları da cabasıdır. Bu, en büyük kavgalarının, aslında kendileriyle olduğunun çok güzel bir ifadesidir. Fakat biz, şimdi bu hastalıklı figüre acıyalım mı? Allah korusun, o, zaten sizi görür görmez ancak kendi fabrikasında üretilen bir etiketle sizi fişlemiş, kodlamıştır bile. Hem de sapkınlıklarla dolu sanrılarının etkisi ve benliğinin gerçek hayattaki yetersizliğiyle… İstediği kadar okusun, kendini eğitmeye çalışsın bu kişi… Tüm bunlar, o karanlık kuyusunu daha da derinleştirmekten başka hiçbir işe yaramaz. O, yanılmaz. Doğrusu doğrudur. Hata varsa, ancak karşıdakinin suçudur. Sezen Aksu’nun, “Başkalarında hata ve kusur olarak gördüğünüz şeyleri aslında kendinizden tanırsınız,” sözünün hiçbir karşılığı yoktur onun dünyasında. Aynası yoktur. Onun yerine, özenle hazırlayıp astığı, görmek istediği resimler, fotoğraflar vardır. Çünkü gerçek bir aynaya bakmak, cesaret ister. Bir aynada ne kadar küçük olduğunu görmek, bir küçük için büyümenin tek yoludur.

3. Hani şu korku filmlerindeki ilk ölecek kişinin gözlüklü ve şişman karakter olduğu geyiğini bilirsiniz. Ben olsam buna, kelliğe giden saç seyrekliği ile aşırı kıllılığı da eklerdim ya, neyse. Lise yıllarında tanıştığım “ilm-i kıyafet” kavramını, Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerinin Marifetnâme adlı eserinde geçen ilgili kısım sayesinde merakla ve zevkle okurdum. İlerleyen yıllarda bu alanın, içerisinde bazı gerçekler barındırmakla birlikte çok da itibar edilmemesi gerektiği, belki sadece dil, kültür ve edebî lezzet açısından okunmaya değer olduğu kanaatini edindim. Fakat gelin de okuyun Allah aşkına, şu ifadeleri görünce fikrimden pişman olmadım değil:

  • Saçı yumuşak olan, ebleh ve arsız olur.
  • Kele yaklaşma sakın, kötü huylu olur.
  • Alnı yumru olan, kötü ve aldatıcı olur.
  • Alnı kırışıksız olan, mutlaka tembel olur.
  • Kalın ve etli yüzlü sevimsizdir.
  • Burnu kısa olan, çok korkak olur.
  • Sık sakallı olan kabadır ve sohbeti uzatır.
  • Enli kafalı olan, ahmaktır.
  • Boynu kalın olan, gece gündüz obur olur.
  • Boynu kısa olanın hilesi çok olur.

Latife bir yana, belki böyle nokta atışı öngörüler değil ama sezgisel anlamda öyle sinyaller var ki insan onları, bir tehlike alarmı veya doğal afet ilanı gibi değerlendirip söz konusu kişiye karşı ya önlem almalı ya da ondan uzaklaşmalı. Misal; anne-baba sevgisini kim yadsıyabilir? Ancak bu sevgi, bir “atalar kültü” mesabesinde tuhaflaşırsa, aşırı bir bağlılığa değil, bağımlılığa evrilirse, kişi büyüyemez ve hep güdük, ham, tatsız kalır. Doğmak, tanımı gereği anneden çıkmak, ayrılmaktır. Aklen ve mantıken de bu böyledir. Bu anlamda doğamamış, olamamış yetersiz, yetisiz ve zayıf zihinleri anneleri, aslında ruhen değil, bedenen, yani düşük olarak dünyaya getirirler. Onlar aslında yoktur. Ne kendi ailelerini kurabilirler ne de bir ilişkiyi sürdürebilirler. Çünkü biricik anasının, babasının gözünde, kime karşı olursa olsun canparesi evlatları, hep ama hep haklıdır; aynı şekilde söz konusu danacığın gözünde de anası ve atasının üstünde hiçbir otorite, buyruk veya bilgelik söz konusu bile değildir. Bu büyüyememiş yetişkincikler asla ev işlerinden anlamazlar. Kendi pisliklerinde boğulmak, onlara can sefasıdır. Hayatlarının her bir dakika, saniye ve saliselerini günün her saati aileleriyle paylaşmayınca içleri rahat etmez. Çünkü gizemli bir haklılık ayini olmadan huzura eremezler. İngilizlerin meşhur halk destanı olan Beowulf’taki canavar Grendel ile annesininkini andırır bu ilişki. Ve evet, üçlü listenin bu son maddesinde zikredilen oluşumlardan da uzak durulmalıdır ki zihin ve kalp duru olsun, suları bulanmasın. Durulmazsa o suda kim ya da kimler boğulur, ancak Allah bilir!

Cüneyt Dal

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Utku , 13/08/2025

    Bayıldım… Yüreğine sağlık…

  • Tahir Tarık b. , 09/08/2025

    Güzel yazı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir