Immm

 

Çok durduk, konuşmalarımız dünyanın lekeli sayfalarında yer etti. Kapı kapadık pencere açtık. Kendi ıssızlığımıza güneş lekesi gibi gölgeler edindik. Bu bizim serlevhamızdır. Bu bizim ikircikli yaramızdır. Bu bizim üryan halimize işrettir, bu bizim delişmen rüyalarımıza atıktır. Bu bizim paçavra takımımıza papyon takmak gibidir.

Helezonlar çizerek ayrık halimize bütüncül cümleler aradık. Şair! İşin güçlü tarafında kendini perperişan merdiven altlarında altodan sesler büyütmek midir işin? Şair! Gün doğumuna hasret gözlerin neden karanlığın sürekliliğini armağan eder sayfalara?

Romatizmalı eklemlerine tutunduk dünyanın. Kendisi büyük ama ağırlığı hafif bir geleceğin bekçileriyiz. Bilmiyoruz. Yorgunuz. Üzerimizden geçen bulutlara bakıp derin seyyaleler taşıyoruz uzun nehirlerden. Dicle diyoruz, sürgün bir ırmak gibi haritamızda yer ediyor. Nil diyoruz, Firavunun batmış cesetleri ellerimize doluşuyor. Neretva diyoruz, kendimizi astığımız aklımıza geliyor.

Biz düşüncenin füzelerden daha etkili olduğunu bildik. Biz, aslı mazide saklı atiye düşler kuruyoruz. İçimiz bu yüzden yoğun, kement üstüne kement atıyoruz. Dicle’nin türkülerini bu yüzden seviyoruz. Karpuz çekirdeği değmiş dilimizin acıya yenilmemesi bu yüzden. Nil dediysek boşuna çağırmadık çöldeki sessizliği. Neretva dediysek dünyanın savaş ağrılarına nakaratlar adadık.

Savaş tamtamları çalanlar, rezil rüsva resimlerinde gözüktü. Gözlüklerimizin sol camına bulaşan buharlaşmış cesetlerin görüntüsüne karşı kapadık gözlerimizi. Gözlerimiz. Ah çekip üzerine bir daha gözlerimiz diyebileceğimiz kadar en çok bizim, en çok dünyanın olan duyumuz. Gözlerimizden duyduklarımızı çağırdık, ünledik, güzele ve güzele ait tüm gölgeleri, çağırdık, eğildik, içimizin mahzenlerine ışık getirsin diye.

Kaybı çok olan ellerimizdi. Bir eli silahına doğru uzanmayı bekleyen hayalimizin diğer eli kitaplara yaslıydı.Kapıları açıp pencereleri açışımız bu iştiyakın aslında mundar olmayan göstergesi.

Düş ün ce

Bir dev canlandırıyoruz zihnimizde. Bu devin bir ayağı Doğu’nun sıcak ikliminde diğer ayağı Batı’nın karanlık sokaklarında. Doğu, tüm kokularıyla, olağanlığıyla olağanüstü ve lekesiz bir merhabayla duruyor karşımıza. Düşüncelerimizi sıcak iklimin nazenin bahçeleriyle doldurmadıktan sonra doğuya müstağrip gibi bakmaya devam edeceğiz.

Biz tıkanmışlığı kendi kabristanlarımızdan kaçarak elde ettik. Kendi mazimizi çöplüğe çevirerek. Batıya değen devin ayağındaki çamuru görememek, gözlüklerimizin batıdan gelmesindendir.

Düşünce tutmak için elimizi önce havaya kaldırmalıyız. Portakalı soymak için elimize aldığımız bıçağı kalbimize yakın tutarsak o zaman güzellik dermanının aslında kendi kalbimizde olacağını göreceğiz. Bunu işaret edecek tüm mecazları gereksiz kılacak tanımlamaları içimizden çağırarak önlerine sunacağız, lime lime edilmiş bir haritanın en çok parçalananı yine de nehirler olduğunu unutmayacağız.

 

 

 

Resim: İman Maleki

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir