Bilincin Yitirilmesi: Mankurtlaşmak

Mankurt, köleleştirilmiş ve zihinleri kontrol altına alınmış kimseleri ifade etmek için kullanılan bir kavram… Türk mitolojisine dayanan bir tarafı olmakla beraber Cengiz Aytmatov’un eseriyle yankı buldu. Gün Olur Asra Bedel kitabında geçen efsaneye göre Juan-Juanlar, yakaladığı esirlerin başını kazıyıp saçlarını tek tek kökünden çıkarttıktan sonra kan içinde kalan başlarına, kesilen deve derisini sıkıca sarar ve esirleri kavurucu güneşin altında bir kalıba bağlayarak günlerce aç ve susuz bırakırlarmış. Güneşin altında bekleyen deve derisi ise esirlerin başında iyice kuruyup büzüşür ve yeniden uzamaya başlayan saçları dışarıya değil içeriye doğru uzattığı için esirlere müthiş bir acı verirmiş. Günler sonra esirlerin ölüp ölmediğini kontrol etmek için gelen Juan-Juanlar ölmeyen bir esir gördüklerinde kendilerini amaçlarına ulaşmış sayar ve hafızasını yitiren esirleri yedirip içirerek artık normal bir köleden daha dayanıklı ve kurtarıcısına (!) tam bağlı, en zor şartlara dayanabilen “mankurt” denilen kölelere sahip olurlarmış.

Efsanenin devamında, Juan-Juanlar’a esir düşen ve mankurtlaştırılan oğlunu aramaya koyulan Nayman Ana, büyük uğraşlar sonucu oğluna ulaştığında ona kendini ve geçmişini hatırlatmak için çırpınır. Ancak oğlu hatırlamaz. Juan-Juanların telkinleriyle gelen kadının bir düşman olduğuna inandırılan mankurt, ertesi gün tekrar kendini kurtarmak niyetiyle yanına gelen annesini okla öldürür. Zihinsel olarak köleleştirilen mankurt, bu durumdan en ufak bir acı duymaz.

Mankurt; bilinci yok edilen, zihni yeniden kurgulanan ve celladına âşık bir kimseyi tasvir etmek için kullanılır. Mankurtlaşma, fiziksel acılardan uzak ve değişik yansımalarıyla günümüzde de devam etmektedir. Yalnızca kendisine sunulan içeriklerle olayları yorumlayan ve derinlemesine düşünme imkânı kalmayan kimselerin günden güne mankurtlaştığını söylemek mümkündür.

Sosyal medya algoritmalarıyla kimliğine yabancılaşan insanlar, farkında olmadan kendilerine çizilen yönde hareket eder. Derinliği olmayan, kısa süreli ve birbirinden farklı birçok içerikle sürekli kendini meşgul eden ve tam da bu sebeple düşünme ve sorgulama melekesini yitiren insanlar, aslında farkında olmadan mankurtlaşmaktadır. Mankurtlaşmanın temelinde sorgulama yetisinin kaybedilmesi vardır. Nietzsche, insanın kendini bilmesi ve kendi gerçeğine sadık kalması için özgür iradeye sahip olması gerektiğini söyler. Mankurt ise iradesi elinden alınmış, muhakeme yapamayan ve bu sebeple kendi gerçeğinden uzaklaşmış kişilerdir. Kendisine sunulan içerikleri durmadan tüketen biri, bilginin doğruluğunu etkileşim sayısıyla ölçtüğü için, manipülasyona yani dışsal etkilerle yönlendirilmeye açık hale gelir. Bu kimseler, böyle bir dönüşüme uğradıklarını asla kabul etmeyecektir. Zira her ne kadar hareketlerinde iradesinin etkisi olduğunu düşünse dahi artık hızla tükettiği içeriklere karşı koyma noktasında iradesiz kalmıştır. Sosyal medyanın üzerindeki etki düzeyi arttıkça da mankurtlaşma devam edecektir.

Sabahattin Ali dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolunun hayata uymak, muhite uymak ve hiç sivrilmemek olduğunu söyler. Mankurtlaşan birey de modern hayata, maruz kaldığı içeriklere ve kurallara tam bir uyum içerisindedir. Uzun ve sonu olmayan bir ferman gibi aşağılara indikçe bir türlü tüketilemeyen içerikler, kişinin muhakeme kabiliyetini, iyiyi kötüden ayırt etme yetisini elinden alır. Gözlerine bir perde gibi inen ekranlar görüşünü kısıtlar.

Mankurtlaştırma eylemi toplumsal hafızayı ve kişinin geçmişle irtibatını yok etmek için iktidarlar tarafından da kullanılan bir araçtır. Düşünmek ve geçmişle irtibat kurmak evvela dil ve tarih bilinci vasıtasıyla oluştuğu için, bunlara yapılan her müdahale düşünceyi sınırlamayı da beraberinde getirir. Nitekim kişinin geçmişle irtibatının kopması demek ibret alma imkânının da yitirilmesi demektir. George Orwell, 1984 kitabındaki distopyasında okurlarına, “Yenisöylem” (Newspeak) kavramıyla belirli kelimelerin kullanımının yasaklandığı veya anlamlarının değiştiği ve bu sayede bireylerin düşüncelerinin kontrol altına alındığı bir manzara çizer. Orwell’ın distopyasındaki totaliter rejim özgür düşünceyi kısıtlamak için dili manipüle etmektedir.

İktidarlar bazen de geçmişle irtibatı kopartmak yerine geçmişi kendileri için kullanışlı, ideolojik bir manipülasyon aracına dönüştürmeyi tercih eder. Nazi rejimi Aryan ırkının başta Yahudiler olmak üzere diğer Aryan dışı ırklardan üstünlüğünü gösterecek şekilde tarih kitaplarını yeniden kurgulamış ve Alman halkının geçmişteki mağduriyetlerini öne sürerek toplumsal bir intikam duygusu oluşturmayı amaçlamıştır. Orwell’ın distopyasındaki “Gerçek Bakanlığı” tam olarak bu tarih manipülasyonunu simgeler. Zira tarih yazımı yalnızca bir bilgi meselesi değil aynı zamanda bir güç meselesidir. Gerçek Bakanlığı’nın esas görevi hükümetin propagandasını yaymak, tarihi yeniden yazmak ve resmi yalanları gerçek olarak sunmaktır. Toplumun algısını kontrol etmek amacıyla, geçmişin kayıtlarını sürekli olarak değiştirir ve böylece toplumsal bilinci, gerçekliği algılama biçimini manipüle eder. İktidarlar dili ve tarihi kendi amaçlarına uygun biçimde kullanarak düşünceyi manipüle edebilir ve böylece mankurtlaşmış bir toplumun ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Bilincin eşlik etmediği her hareket ruhsuzdur. Ruhsuz hareket ise öncesinde bir düşünce olmadığını gösterir. Modern çağda insanın krizi, kendine yabancılaşmak ve kendilik bilincine sahip olmak arasındaki mengenede sıkışıp kalmaktır. Bu mengeneden çıkmak isteyen kişi bir bilince sahip olduğu ölçüde yalnızlaşır. Bilmek, mesafe almaktır. Kişi, bilinçli bir şekilde hareket ettiği ölçüde kendisiyle arasındaki mesafesini azaltacak başkalarıyla arasındaki mesafe ise artacaktır.

Oğuzhan Yılmaz

 

 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Mazhar Hazar , 18/01/2025

    Haddim olmayarak bu yorumu yazıyorum.
    Amacım yazdıklarınıza bir ihtilaf ortaya koymak değildir, belirtmek isterim.
    Siz susmak gibi büyük bir erdemden bahsederken, susmanın konuşmaktan daha üstün olduğu kanısı bende uyandı.
    Gördüğüm kadarıyla gerçektende öyle.
    Peki Kitabım kuranı kerimi okurken sessiz okumanın sevabı dudakları kıpırdatarak okumanın sevabı ve nihayet sesli okumanın sevabı hatta sesli okurken düzgün sevimli güzel bir kıraatla okumanın sevabı derece olarak neden fazladır.
    Eğer susmak konuşmanın karşısında bu kadar değerli olsaydı ki bende öyle inanıyorum en azından şuan. Tam tersi olmalı değilmiydi?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir