Yazarlarımıza, hiçbir ön açıklama olmadan sadece “Neden?” sorusunu sorduk ve akıllarına ilk gelen cevabı yazmalarını istedik. Siz de yorum bölümümüze cevaplarınızı yazabilirsiniz.
***
Ömer Can Coşkun
Çünkü,
“O kadar azız ki sayıca, acı çekenimiz o kadar az ki, ilgilenmeye değmez zaten” (Tomris Uyar, Dizboyu Papatyalar)
Bahadır Dadak
Verebileceğim en makul cevap takdirin bu yönde olduğudur. Varlık üzerine pek okumadım, düşünmedim de. Önceleri, çok üzgün olduğumda, yok olmayı, hatta hiç olmamayı yeğlerdim. Sonraları bu isteğin aslında varlığın bir taayyünü olduğunu anladım. Evet, kesinlikle varlık yokluktan üstündür. Yokluk varlığın bir formudur. Umutsuzluk umudun bir formudur. Profanlık kutsallığın bir formudur. Hayatta olmak tercihimize matuf olmadığına göre varlığımızı anlamlandırmak zorundayız. Düşüncenin kuşatıcı şehvetinden, alışkanlığın, sağduyunun tasallutundan kurtulup öznenin kendisine yönelmeliyiz. Gizli öznenin tahakkümü altında bulunsak bile oluşa ait bilgiye ulaşamadığımız için yüklemler dünyasında sıkışıp kalmış durumdayız. Bu bakımdan tedbirin üzerimizde oluşturduğu baskı takdirin, yani ‘’neden?’’ sorusunun izleğine düşüyor. Kimseye bir reçete yazamam. Cüzzamlı bir köle gibiyim, ağzım her sabah şehvetle köpürüyor, gözlerimde urlar şavkıyor. Dünyayı gördüm, umutsuzluğu tattım. Umudumu yaşatmak için yaşıyorum. Şahsen ben, sorunun cevabını tam manasıyla bilen birinin olmadığını düşünüyorum. Nitekim soru, cevabın bir formu değil mi?
Mehmet Raşit Küçükkürtül
(ses olarak zihnimde uyanan) neden yaşıyorum? (peşi sıra, görüntü olarak zihnimde uyanan) sulhi ceylân’ın yarı alaycı yarı kahırlı mütebessim yüzü sehpadaki çaya davranırken, tam bir sohbetin ortasındayken…
Celal Kuru
Bu soruya verebileceğim tek cevap “teselli aramak” olabilir. Büyük veli Hâce Yûsuf hemedânî hazretlerine, “hayat nedir?” diye soranlara, “teselli aramaktır.” cevabını vermiş. Eğer bu zat bu meseleyi bu kadar veciz ifade etmeseydi muhtemelen bana yöneltilen bütün sorular cevapsız kalacaktı. Çünkü bir günün yirmi dört saatinde yaptığım her şey evet evet istisnasız her şey teselli aramaktan başka bir şey değil.
Ama yine de bazen öyle anlar oluyor ki, Tanpınar’ın deyimiyle, hiçbir hikmetin teselli edemeyeceği bir hüzün sarıyor kalbimi. O zaman ben de Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerinin o çok sevdiğim beytini tekrarlıyorum:
“Günler gelip geçmekteler, / Kuşlar gibi uçmaktalar.”
Ömer Ertürk
Çünkü öyle murâd etmiş…
Feyyaz Kandemir
Çünkü müşkülpesent ve mükemmeliyetçiyim; bu bazen göğüs kafesimde bir zonklamaya sebep oluyor. İnsanın noksanlıklarla mücehhez bir varlık olmasına karşı bir isyan değil benimkisi, dikkatli, titiz ve hassas olmanın bir tezahürü. Kimilerine göre hastalık. Ne yapayım? Böyleyim ve şimdilik bunun tedavisini aramıyorum.
Bir de şu var tabiî: “Olan olmuştur, olacak olan da olmuştur.”
Muhammet Emin Oyar
Çünkü insan çok korkak! Bir o kadar da telaşlı. Hem telaşlı hem de korkak olması onu ahmaklığa itiveriyor. Yakıveriyor gemileri… Sanki o adadan yüzerek kurtulabilecekmiş gibi…
Sulhi Ceylan
Soruyu görür görmez aklıma “Neden olmasın?” cevabı geldi. Gerçi soruya soruyla cevap vermek bir kaçış yöntemidir ama niyetim kaçmak değil! Neden mi, çünkü öyle olması gerekiyor. “Olanda hayır vardır” düsturunu dillendirmek kolay ama yaşamak zor. Ben yine de dillendirmiş olayım, dua niyetine geçsin.
Mesele şöyle. İnsan olaylar karşısında bir sebep sonuç ilişkisi kuruyor. Zaten felsefede bilmek, bir şeyin sebeplerini bilmek olarak tanımlanır. Sebepler yani nedenler… O halde insanın doğal olarak bilmek istemesi “Neden?” sorusunu doğuruyor. Öyle ki insan nedenini bilmediği olayların içinde kendini bulduğunda anlam veremiyor. O halde “Neden?” sorusu insanın anlama ulaşmasında bir araçtır diyebilirim.
Neden varım, neden şimdi de dün değil, neden Türkiye’deyim de Beyrut’ta değil, gibi pek çok soru ara ara insana kendini hatırlatır. Fakat “Neden?” sorusu her zaman bu kadar derin anlamlar içermez. Yemeğin geç hazırlanması, kitabın koyduğumuz yerde olmaması gibi neredeyse her şeyin nedenini sorarız. Merakımız bizi buna mecbur eder.
Sözün özü insan, başlı başına bir soru işareti yani kendine sorudur. Cevabı bulmak için etrafına saldıran insan “Neden?” sorusuna sarılır. Ama sorular araçtır amaç değil. Tamam soru sormak cevaba ulaşmada ilk adımdır ama hiçbir soru cevabın kendisi olamaz. Bazen de cevabı aramak, cevabın kendisi olabilir ama bu ayrı bir mesele. O halde “Neden?” sorusu tüm geçici nedenler arkasındaki hakiki nedeni anlamak ya da hissetmek için sarıldığımız bir can simididir. Ama konuyu tasavvufi gözle bakarsak, soru sormayı bırakıp teslimiyet şerbeti içmeden erenlerin bağına giremeyiz vesselam.
Edebifikir
13 Yorum