Sorgulama:
Malumunuz yazarımız Bahadır Dadak sözlendi ve yakın bir tarihte evlenecek. Daha sözlenmeden kendisinde başlayan değişim, zamanla siteden ve bizden uzaklaşması ve de kitaplardan ayrılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bahadır Dadak’ın sözlenmesinin çevre ülkelerdeki yankıları, dünya siyaseti ve ekonomisi üzerindeki etkilerini ve de Ortadoğu, NATO, AB ilişkilerine yansıması hakkında neler söylemek istersiniz?
***
Mehmet Raşit Küçükkürtül
bahadır dadak, her ne kadar yeraltı edebiyatı soslu yazılar kaleme alsa da özünde evcil, pofuduk terlikli, amerikan kültürüyle yaralı, dervişliğe özenen bir bohemyalıdır. edebifikir camiasında bulunması hakikatin kokusunu almasına yaramış ama nefsini ıslah edememiş bir fert olarak hayat sürmesine neden olmuştur. bahadır’ın evlenmesiyle amerikan kahvesi türk kahvesine karşı, greenpeace kızları asil türk kızlarına karşı, harbiye fatih’e karşı, ertuğrul özkök osman akkuşak’a karşı, streç pantolon şalvara karşı, florida tütünü ege tütününe karşı mevzi kazanmıştır. bahadır’ın evlenmesiyle birlikte dolar yükselecek, silah sanayii semirecek, yoksulluk ve mültecilik daha da artacaktır.
İbrahim Halil Aslan
Bu soruya cevap yazarken dinleyebileceğim bir şarkı aradım ve haliyle yazıya başlamam biraz vakit aldı. Birkaç listeye göz attıktan sonra aklıma afili bir kaybedişin öyküsü üzerine bestelenmiş o efsane şarkı geldi: Lullabye For Ian. Control filminin başrol oyuncusu Ian Curtis için bestelenmiş bu müzik, duyguların vücut bulup renk cümbüşü halinde somutlaştırılması ve tablo niyetine kurulmuş olan zamanın sürekliliği üzerine işlenmiş bir eserdir. Ruhun her köşesini aynı anda hem hızlı hem de öldüresiye bir yavaşlıkla arşınlayan, geçtiği her sokakta ayak izlerini tırmıklarla işaretleyen ve en nihayetinde bilinci kitleyip ruhu yukarılara çıkardıktan sonra arafta bırakan bir müzik; tıpkı Ian’ın hikâyesi gibi. Tıpkı bekârlık gibi…
Bu müzik bana hep bekârlığı hatırlatmıştır. İnsan evlenince en çok şarkılarını kaybeder; çünkü evlilik bohem kaldırmaz. Sorumluluklar üzerine nutuk çekecek değilim. Normal olanın sağlıklı bir ruh hali olduğunu, bu hali sağlayan etmenlerden birinin de evlilik olduğunu belirtmek isterim sadece.
Evlendikten sonra flash patlamaları gibi, her şeye rağmen zihnin kuytu köşelerinde saklanmayı başarabilmiş bekârlık hatıraları ani bir çıkışla yemek yediğiniz ahşap masanın desenlerinde ya da tül perdenin kıvrımlarında belirebiliyor. Sandalye üzerinde birikmiş kıyafetler, hiçbir zaman düzelmeyen kitaplık, tozlanmış zemin ve daha fazlası… Bekârken, insanın ruh hali nasılsa bir şekilde çevresine de sirayet ediyor bu durum. Evlendikten sonra ise ortam baskın gelip zihin dünyasını da düzenliyor. Her seferinde duvarın sonuna kadar çekilmesi için özen gösterilen perde, halıya döküldüğü anda silinen bir çay lekesi, düzgün ayakkabılık, düzenli kitaplık ve fazlası… Dahası, önceden sadece kendine karşı hissettiğin sorumluluk, yerini bir ve hatta ileriki zamanlarda daha fazla kişiye karşı duymak zorunda bırakıyor insanı. Hayat sana her şeyin bir anlamı olduğunu fısıldamıyor artık; anlamları ve amaçları önüne bırakıyor ve geriye onun gerekliliğini yapmak kalıyor bir tek. Kilit nokta şurası ki; her şeyin artık belirli bir amacı var. Artık zihnini gecenin koynunda demleyip tüm belirsizleri yazıya dökmeye fırsatın yok. En iyi ihtimalle bir iş molasında yazabilirsin. Dahası, düzeltmek için ya da dağınıklığından kurtulmak için yazmak zorunda olduğun bir şey de yok. Her şey yerli yerinde ve yaşamak yazmaktan daha büyük keyif veriyor.
Bahadır’ın evlenmesi hadisesi diğer insanların evlenmesinden çok farklı değil. Yalnız Bahadır’ın artık evli bir erkek olması çok şeyi değiştirir. Muhtemelen bir daha çok istediğim fakat ısrarla göndermekten kaçındığı ‘Standart Sapma’ şiirini yazmayacak. ‘Üvey Vatandaşlara Teselli Şarkıları’ da söylemeyecek. Yeni ninniler öğrenecek ve önceden yazı yazdığı bir gece vaktinde çocuğunu uyutmaya çalışırken mırıldanacak onları. Bu anın lezzetini tarif edecek bir cümle olmadığı için bilenlere selam bilmeyenlere dua ediyorum sadece.
Bahadır’ın evlilik hazırlığı yoğunluğunda yazı yazmayışını, kitap okumayışını özellikle belirterek yazarlara mail atan editör ne yapmak, nereye varmak istemektedir? Kendince yazarlara birer ok verecek ve Bahadır’ı hedef tahtasına oturtacaktır. Edebifikir yazarlarının bu oyuna gelmeyeceği ve hakikati korkmadan haykıracağı kanaatindeyim. Bahadır’a her iki cihanda mutluluk dilerim. (İnşallah düğün davetiyesini Whatsapp’tan atma gafletinde bulunmaz.)
Şarkı bittiğine, bohemi geride bırakmayan Ian gittiğine göre yazıyı da o kararsızlığın fotoğrafıyla bitirelim:
- When you say things like that, it makes me think you don’t love me anymore.
- But I think I do…
Celal Kuru
Bahadır Dadak’ın, Dadakyan ekolünü kuracağı haberleri edebiyat mahfillerinde bir fısıltı halinde konuşulmaya başlanınca, kendisine karşı müthiş bir kıskançlık hasıl olmuştur. Bahadır’ı çekmeyenler bir ali cengiz oyunuyla nişan yüzüğünü parmağına geçirerek, Dadakyan ekolünü başlamadan bitirmişlerdir.
Balzac gibi dünyayı kalemle fethedemeyeceğini anlayan Bahadır, sivri zekâsıyla krizi fırsata çevirmek için yeni planlar yapmaya başlamış bile.
Bahadır evlenince, bir düzine çocuk yapıp klasik aile babası pozlarına bürünecek. Okumayı ve yazmayı bırakarak edebiyat dünyasına ismini tamamen unutturacak. Kitaplardan uzak durmasının çevre ülkelere, dünya ekonomisine ve siyasetine otuz yıl boyunca hiçbir etkisi olmayacak.
Otuz yıl sonra uyuyan hücre uyanacak ve kız erkek fark etmeksizin isimlerinin başına Bahadır koyduğu (Bahadır Nur, Bahadır Büşra, Bahadır Merve; Bahadır Sarp, Bahadır Su, Bahadır Alp) ve hacker yaptığı çocukları dünyanın büyük devletlerinin sistemlerini (Amerika, İngiltere, Rusya, Çin, Japonya) hackleyerek dijital bir darbe yapacağı, 2050 yılında dünyaya tamamen Bahadıroğullarının hakim olacağı, şimdiden defterine “Bahadıroğulları beşten büyüktür” yazdığının haberlerini aldım.
Ayrıca Bahadır’ın Cengizhan’dan daha muhteris olduğu, gittiği her ülkede bir değil, iki kadınla evleneceği ve bugün nasıl iki yüz soy Cengizhan’a nispet ediliyorsa, ilerde de beş yüz neslin Bahadır’a nispet edileceğinin söylentileri kulaktan kulağa dolaşıyor.
Bilal Can
Bahadır Dadak, değişim ve dönüşümün sinyallerini erkenden verdi. Kendine özgü bir çizgide ilerlerken aniden duraksama dönemine giren Dadak’ın bu hali yıkılmanın ilk habercisi olarak gözükmektedir. Evliliği halinde zaten mağlubiyeti kabullenmiş Dadak’ın bıyık ve göbek bırakarak mobilya ve beyaz eşya taksitleriyle boğuşması halinde ontolojik olarak bir çöküntü haline bürüneceği herkesin malumu. Şimdiden hepimizin başı sağolsun. Dadak’ı iyi bilirdik lâkin artık o da bir Mustafa Çolak, bir Abdullah Karaca olarak tarihin tozlu sayfalarında Aduket oynamasıyla kalacaktır. Eserleri yetim, sanatı kör bir düellodan öteye geçemeyecektir. Kira, mutfak masrafları, düğün taksitleriyle her geçen gün ekonomik olarak sıkıntıyla boğuşmaya başladığında kış aylarında ısınmanın bin bir türlü yolunu arayacak, kombi ve petek üçgeninde değişik kombinasyonlar deneyerek yakıt masraflarını azaltma yollarını düşünecek. Bu da eser üretimine harcayacağı sözde zihin enerjisini farklı kaynaklara iletmesine ve bir daha da eser üretememe durumuna sokacak onu.
Dadak’ın Kentaki’den Dakota’ya Asya steplerinden Mariana Çukuru’na kadar birçok takipçisi bir anda bunalıma girerek onun aslında son eserini vermek üzere olduğunu anlayacak. Sen ne iyi insansın Dadak. Seni kaybetmenin üzüntüsü içerisindeyiz. Edebifikir olarak iyi ve güzel günlerimiz geçti. Her iyi şeyde olduğu gibi bu birlikteliğimiz de erken ve üzücü oldu. Sulhi Ceylan cephesinde evliliğin büyük tepkilere neden olsa da sakın vazgeçme, evlen, evini kur, kaleni kur, yeni nesiller yetiştirip büyüt. Gözlüklerinin camını arada silmeyi unutma.
Abdullah Karaca
Evlilik böyle bir şeydir. Okunması gereken kitaplar yerini ulvi kattan işitilen cümlelere karşı söylenemeyenlere, sessizliklere bırakır. Bir kitabın erkeği eğiteceği süre iyi bir evlilikle çok daha kısa süreye düşer. İşte bu yalnızca siyah takım elbiseyi omuzlarına geçiren saf bir derviş adayının öğrenebileceği bir hakikattir. Bu tekkede haklı olmak ve iddia yoktur; sesin, yalnızca itaatin kabulünü dil ile ikrar etmesi ve yalın bir mahviyet duygusu vardır. Çevre ülkeler kendi iç işleriyle uğraşadursunlar. Her evin rejim sistemi ebette farklı olmakla birlikte monarşi sık görülen bir yönetim biçimidir.
Çin atasözlerinin yine nokta atışı yaptığı bir durum tespitine yer verelim: Evlilik bir kale gibidir. Dışarıdakiler oraya girmek için, içerdekiler de çıkmak için uğraşır dururlar.
Bahadır Dadak ise bu hareketiyle, kaleye doğru ilerleyen sevimli bir Don Kişot’tur.
Süleyman Mete
En son telefonuma gelen “Maykıl Ceksin Thriller albümünü satmak isteyenlere itibar etmeyiniz ve en yakın jandarmaya bildiriniz!” mesajını aldığımda bir garip olmuştum. Sonrasında beni en çok şaşırtan “Bahadır Dadak evlenmek üzere Allah’ı seven defansa yardıma gelsin, Kuzey Kore Başkanı dâhil herkesi devreye soksun!” mesajı olmuştu. Kendimi marşını unutmuş tribün liderleri gibi hissettim. Dayanamadım. Sokaklara vurdum kendimi. Kadıköy sahaflarından birine girdiğimde “Bahadır Dadak gönlümüzde yatıyor” yazısını görünce olayın vahametini anladım. Dikkatimi çeken ise sahafın ağlamasıydı. “Hayırdır abi? Neden ağlıyorsun?“ dediğimde. “Keş parayla gelip kitap alan bir ferdi daha kaybettik. Nasıl ağlamam. Ekmeğimizin peşinde olan adamlarız. Bıktık vallahi. Davut gitti, Mehmet gitti, bir sürü kişi gitti. Şimdi de Bahadır!” dedi ve anayasanın bekârlarla ilgili kanunlarını açıp bağrına bastı. Neye uğradığımı şaşırdım. Koşarak dışarı çıkıp sahile gittim. Kendimi denize atacaktım ama hava çok soğuktu. Bahadır Dadak’ın evlenecek olması ekolojik dengeden ülke ekonomisine kadar her şeyin seyrini değiştirmesi, bilemiyorum ama biraz şov gibi geldi.
Sulhi Ceylan
Sırtım hep bıçak yarası… Ama sadece sevdiklerim, yani sırtımı güvenle kendilerine döndüklerim bıçakladı beni. Bu yaşadığım her defasında ağırlaştırılmış müebbet cezası… Şiddetin bir ömür öldürmediği ve her defasında acıyı arttırdığı vakidir. Vakidir çünkü umut, işkenceyi uzatır. Dostluk dibini görmediğin ve merak bile etmediğin bir çukur olur kimi zaman. Kimi zaman bu çukur kendini kanla besler. Bu çukurdaki kanda kendini izler sevdiklerin, senin kanın olduğunu bilmeden. Ve böyledir, mutluluk insanı kör eder. Bir anda kaderin gelir ve karşına çıkar bir ahu gözlü olarak. Yıllardır sıkıntıyı beraber öğüttüğün, her gün derdini derdin bildiğin, dünyayı kurtarmak için geceyi gündüze kattığın dostlarından daha değerli olur Leyla… Doğrudur, çünkü insan beklemeye kurulu bir saattir ve bu saat en çok da Leyla’ya kuruludur. Hâlbuki Leyla gecedir, seni dostlarına karşı kör eder. Kör eder çünkü sadece kendisini görmeni bekler. Kendisini sevmeni… Delicesine…
İnsan neden kendisinin delice sevilmesini ister, bu sevilmek arzusu da nereden gelir? Öyle ki, sevilmek uğruna insan en yakın arkadaşlarını bile neden terk eder? Sorular, sorular… Sorular bitmez hatta yeni sorular da eklenir bu soruların üstüne ama cevap hiçbir zaman gelmeyen bir Leyla olarak hep ötede, maverada durur. İnsan sevmek ve sevilmek ister, insan kendini hemcinsinde değil karşı cinsinde bulmak ister ve bütün bunları arkasında ise içindeki o sonsuzluk isteği yatar. Yani soy, yani üremek, yani ölümsüzlüğün çocuklar aracılığı ile tatmin edilmesi.
Bazen insan kendini yıpranmış bir cümle gibi hisseder. Mezar suskunluğunu andıran günler birbiri peşine gelir. Bir yas içinde uyanır insan her gün. İnsan her gün neden diye sorar, neden? Neden dostlarım beni hiç anlamadı? Ve bazen insan, bahadır bir arkadaşı olsun ister. Gerçi insan sadece ister ama bu bahs-i diğer.
6 Yorum