Sorgulama Dosyası
Yıllardır kitaplar hakkında pek çok şey yazdık. Okuduğumuz kitaplardan ve bizdeki karşılıklarından bahsettik. Ama bir şey unutuyorduk. Kütüphanemizde duran ama okumadığımız kitapların neden hâlâ orada durduğundan bahsetmemiştik. Bu sebeple yazarlarımıza şöyle bir soru yönelttik: “Kütüphanemizde duran ama okumadığımız kitaplar bize ne öğretir?”
İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz sorgulama dosyamızın ilk yazısını Cüneyt Dal yazdı.
***
Biraz şizofreni hali olarak değerlendirilebilir durumum fakat ben kitaplara hiçbir zaman cansız kâğıt yığınları olarak bakmam. Onlar, çevremdir benim. Hele ki kitaplığımdaki kitaplarım… Her biriyle farklı bir tanışıklığım, ilişkim vardır. Bir kere, kitaplığımdadırlar. Yani her biriyle en az bir defa farklı vesilelerle kesişmiştir yolum. Bu sebeple benim için diğer kitaplardan farklıdırlar. Ya dokunmuşuzdur birbirimize ya söyleşmişizdir birbirimizle. Hatta dudaklarımızın buluştuğu bile olmuştur bazılarıyla ki bu, başka bir yazının konusu olsa gerek. Ya da sadece bakışmışızdır… Sanırım bu yazının konusu, bakıştıklarımın bana bakışlarıyla neler öğrettikleri…
1. “Forrester’ı Bulmak” adında çok sevdiğim bir film var. Oradaki münzevi usta yazar, evine gelen ve kütüphanesinden etkilenen yetenekli fakat yeni yetme bir veledin, “Bu kitapların hepsini okudun mu?” sorusuna şu şekilde cevap verir: “Hayır, sadece ziyaretçilerimi etkilemek için saklıyorum.” Bu türden kitaplarım yok değil ve bunların varlıklarının bana fısıldadığı “İnsanlar senin için neden bu kadar önemli ki?” sorusu, bana kendime dair bir şeyleri sorgulama sebebi vermiyor değil.
2. Kimi kitaplar ebeveynimden miras olarak yer bulmuştur kitaplığımda. Onların ilgi alanlarının ve zevklerinin benimkilerden farklılığı, o kitaplarla ara sıra buluşan bakışmalarımızda bana şunu haykırırlar: “Meyve ağaçtan, ağaç tohumdan, tohum topraktandır. Birbirlerine ne kadar bağlıdırlar… Ve birbirlerinden ne kadar farklı…”
3. Kim güçlü dostları olsun istemez ki? Bazı kitaplar “Ankara’daki dayı” edasıyla insana kendini iyi hissettirir. Ancak onlarla irtibata geçmek, bazı protokol kurallarına takılma durumunu beraberinde getirir. Eğer benim gibi vefasız ya da en hafifinden gevşek biriyseniz bu güçlü dostlar, doldurdukları boşlukla size şu hakikati işaret ederler: “Dergâhın dolambaçlı yollarına katlanamayanın ne sohbetten ne çorbadan nasibi vardır.”
4. Oldum olası insanın doğasının kötü olduğunu savunan felsefî düşüncelere sıcak bakmamışımdır. Belki de bunu kabullenemediğim içindir bu. Ancak insanın öyle bir tarafı var ki bunu törpülemek çok zor. Benim gibi kendini yumuşak başlı gören (belki de sanan) biri için bile… “Sahip olma” arzusu, nefsin kendini gösterdiği arzuların başında gelir belki de. İşte, bazı kitaplar sırf bu yüzden kitaplığımdadır ve hâlâ açılıp okunmayı beklemektedirler. İçerikleriyle değil, beni varlıklarıyla tatmin ederler bir nevi.
5. Zaman yönetimi, disiplin, planlı programlı çalışma… Kamu yönetimi tahsil etmiş ve henüz kendini yönetimde dahi sorunları haiz biri olarak diyebilirim ki; bu ifadeleri hayata geçirme noktasında o kadar boşa çıkmış vaatlerle, tutulmamış sözlerle, hayal kırıklıklarıyla doludur ki yıllarım, hesaba kitaba sığmaz. İşte, kitaplarımın bazıları, bunu en çok haykıranlardandır.
Eh, bunca şey söyledikten ve yer yer kendimi yerdikten sonra içimde isyan bayrağını kaldıran nefsimin yatışması için şöyle bir cümleyle bitireyim: Okur, sadece okuduğu kitaplardan değil; okumadıklarından da bir şeyler öğrenmesini bilendir. Hoş, bu söz, insanı okumanın (bkz. İnsanı Okumak, Sulhi Ceylan, Mostar Yayınları, 2018, İstanbul) kitabını yazmış kıymetli editörüm Sulhi Ceylan’a lâf ebeliği türünden bir lakırdı olarak gelecektir belki ancak ben yine de böyle bitirmiş olayım.
Cüneyt Dal
3 Yorum