Tolstoy’un asistanının yazdığı günlükleri duyarız veya Nobel ödüllü bazı yazarların asistanları olmadan cümle kuramadıklarına dair iddialar dolanır durur ortada. Edebifikir, yazarlarına asistanları olup olmadığını, kişisel asistanda ne gibi özellikler aradığını sorduk. Aristokrat veya rahatına düşkün yazarlarımızı merak ediyorsanız sorgulama dosyamız sizi bekliyor.
***
Abdullah Karaca: Şu an bir asistanım yok. Pek tabiî olsa idi işlerim bir nebze hafifler ben de biraz olsun günümün geri kalanını meczupların ve mezarlıkların arasında geçirirdim. Ama bana yardımcı olabilecek bir asistanın, dünyadaki kaosun ikiye katlanabileceğinin farkında olması gerekir. İşte bir asistanda aradıklarım:
* Gece zamanında yatmış ve uykusu almış olmalı.
* Sabah kahvaltısını mutlaka yapmış olmalı.
* Küfür etmemeli ama argo konuşabilir.
* Süt ve incir tüketmeli.
* Birine âşık olmalı. (Kendisi hariç)
* Takıntıları olmalı.
* Saplantıları olmamalı.
* Her şeyi aşkla ve cezbeyle yapmalı. (Bedeniyle diyaloğa giren her şeyi hissetmeli)
* Mail, mesaj ve aramalara geri bildirim yapmalı. (Geri dönüş yapma kültürü olamayan bir ülkede yaşıyoruz)
* Şık giyinmeli.
* Beyazın saflığını, sarının zevzekliğini bilmeli.
* Otobüs ve metrolarda telefonundan başka bir şeyle ilgilenmeyen robotlardan olmamalı.
* İşin gelmesini beklememeli, kendini geliştirecek küçük oyunlar bulmalı.
* İnsanlarla fazla konuşmamalı, kalabalığa çıkarken olabildiğince insanları gözlemlemeli. (İnsanlar vahşidir)
* Merhametli olmalı. (Yukarıdaki cümleyle bu cümle arasında çelişki görüyorsa insanı tekrar tanımalı)
* Haftada bir sadaka vermeli.
* Kötü özellikleri hakkında konferans verebilecek kadar kendini iyi tanımalı. (Konferans süresi 120 dk.)
* Hayvanlara karşı sevgi beslemeli. (Bir koala kadar, bir boğa da canlı ve acizdir, bunu bilmeli)
* Kargaları sevmeli (Çok karakteristik bir anatomileri ve hayat görüşleri var)
* Karanlıktan korkmamalı. (Karanlıkta korkulacak bir şey yok her şey o an birbirine kör zaten)
* Korku filmi izlememeli.
* Zenginliği istememeli.
* Patron olmayı istememeli.
* Yazı yazabilmeli.
* Sır saklayabilmeli.
* Mandalina izlemeyi sevmeli. (Mandalinaya uzun uzun bakacak kadar ondaki yaratılış serüvenini düşünebilmeli)
* Günde birçok kez Allah’ın Rahmet sıfatını ve tecellisini düşünmeli.
Celal Kuru: Şimdiye kadar hiç düşünmediğim bir mesele. Elbette dağınıklığımı toparlayacak, yarım bıraktığım kitapları okumak, müsvedde de kalan yazıları tamamlamak için bana yardımcı olacak bir asistan iyi olurdu. Lâkin bir romanda okuduğum ve hayat prensibi hâline getirdiğim, “Üç kişiden fazlası potansiyel bir kaostur.” sözünün bendeki yeni tezâhürü “Bir kişiden fazlası kaostur.” olmuştur. Bu yüzden yarım yamalak da olsa yalnız okunan bir kitabın ya da yazılan yazının tadını bir çift ayak sesine değişmem.
mehmet raşit küçükkürtül: madem sordunuz söyleyeyim.
* araba kullanmasını bilecek.
* sade türk kahvesini çok iyi yapabilecek.
* f klavyede on parmak yazabilecek.
* namaz kılacak.
* editörlüğe ve musahhihliğe yatkın olacak. okuma ve yazma sevgisi olacak.
* disiplinli olacak, az konuşacak.
* şiiri sevecek.
* emanet ehli olacak.
* hiçbir şartta beni övmeyecek.
* günlük tutma alışkanlığı olacak.
* mesai kavramını bilmeyecek.
Üstad Muharrem Cezbe: Lüzûmu yokdur. Böyle eyidir.
Feyza Yapıcı: Hayır, asistanım yok. Bir asistanım olsun da istemezdim sanırım. Zira -özellikle- yazıların hazırlık aşamasında başka birinin bu hazırlığı görmesini, yazıya müdahale etmesini istemem. Yazı tamam oluncaya kadar sadece ben görüp ben müdahale etmeliyim ona. Dıştan müdahalelere pek tahammülüm yok. Fakat yazı tamam olduktan sonra, eleştirilere elbette ihtiyaç var. Çay-kahve meselesi de mühim elbette. Kahveden ziyade çay seven biri olarak, okuma ve yazmalar sırasında içilen çay bu okuma ve yazmalara bereket verecek nitelikte bir güzelliğe sahip olmalıdır. Bu minvalde örneğin dedemin çayı benim için böyle bir güzelliğe sahiptir. Ezcümle, bir asistana sahip olmak gibi bir hayalim/düşüncem yok.
Mücahit Emin Türk: Asistana ihtiyaç duymuyorum. Aslında ben, Mehmet Raşit Küçükkürtül’e asistan olmak isterim. Edebifikir’de, onunla Abdullah Karaca dışında gözü tok, dolgun maaş verecek kimse yok diye düşünüyorum.
Davut Bayraklı: Benim asistana ihtiyacım yok. Çayımı ve kahvemi hanım getiriyor. Mahinur Gevher büyüyünce o da getirir. Kendi işimi kendim görürüm. Asistan tutmak beyaz Türklerin işidir. Ben Siyah Türk’üm.
Bilal Can: Asistanlık bana göre bir durum değil. En azından şimdilik ihtiyaç duymuyorum. Yazmak için materyal toplama, kaynak araştırma, kapsamı belirleme, alana inme, karalamaları temize çekme, düzenleme, son okuma, gönderme gibi yazım sürecindeki tüm eylemleri kendim gerçekleştirebiliyorum. Sıkıntılar elbette oluyor, ama asistanın şu an için gereksiz bir ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bir kaç dergiye birden yazı yetiştirme sürecinde yazıların belirtilen süre içerisinde yetişememe tedirginliği kimi zaman oluşsa da bu sorunun da üstesinden gelebiliyorum.
Genellikle gündüz biriktirdiklerimi geceleri yazıya döküyorum. Hareket halinde oluşan yazıların yazıya aktarılırken de bir hareket sağladığını gözlemleyebiliyorum. Ama tabiî ki yazı için oturmak gerekmektedir. Bazı çalışmalar için 6-7 saatlik masa başında kaldığım oluyor. Bu süreç içerisinde birinin yardımını isteyebiliyorum. Çay ve tütün ihtiyacının karşılanması noktasında… Yazı ile uğraşırken yemek yemek pek hoş karşıladığım bir durum değil, ama arada çayın varlığı ilhamı artırıyor. Asistan olacaksa bana göre bu asistanlığı en iyi çaycılar yapar.
Sulhi Ceylan: Yıllardır asistan aradığımı sağır sultan bile duydu ama ne yazık ki o aranan asistan duymadı. Hem kim asistan istemez ki! Novalis; “Düş gördüğümüzü hayal ettiğimizde uyanmamıza ramak kaldı demektir” diyor. Bence halt etmiş. Ben ne asistan düşleri hayal ettim ama nafile. Olmayınca olmuyor demek ki. Hem ârifler; olanda hayır vardır, demişler. Vardır bir hayır diyor ve kahvemi kendim yapıyorum. Bu arada kahvenin yanında yemek için fıstıklı çikolata almaya da yine ben gidiyorum. Bu gitmeler ve gelmeler arasında ruhumun ne durumda olduğunu merak etmekle birlikte yavaş yavaş boş vermişliğe doğru seğirdiğimi fark etmedim değil. Sanıyorum Hölderlin düş gören insanın ilahi nitelikte olduğunu ve düşündüğünde ise dilenci haline geldiğini söylüyordu. Hölderlin iyidir vesselam:
“Gençlik günlerimde şen olurdum sabahları,
Akşamları ağlardım; şimdi, büyüdüm ya,
Kuşkuyla başlıyorum günüme, fakat
Kutsal ve dingindir benim için sonu.”
(Hölderlin, Çev: T. Oflazoğlu)
2 Yorum