Doktor Olacak Yazar

“Dünyaların Savaşı” , “Görünmez Adam” ve “Zaman Makinesi” gibi romanları hatırlayanlarımız için Herbert George Wells yabancı bir isim değildir. Bilimkurgu romanlarıyla ünlenmesine karşın hemen hemen edebiyatın her sahasında eser vermiş olan İngiliz yazar, ününü sekreterine borçludur desek abartmış olmayız. Hollywood endüstrisinin en çok rağbet ettiği isimlerden olan Wells, iyi yazarlığına rağmen çok kötü bir el yazısına sahipmiş. Hatta zaman zaman kendi yazısını, kendisi dahi okumakta zorlanırmış. İşte tam bu noktada sekreteri devreye girip Wells’in hiyeroglifi andıran karmaşık el yazılarını deşifre ederek çözüyormuş. Yine H. G. Wells, bir dönem yazı yazmak için ayaklarını suyun içinde tutuyormuş. Belki de Wells, bizden önce Balzac’ın bu özelliğini öğrenmiş ve kullanmıştır, kim bilir!

***

Bizim gibi ofis ortamında ya da kapalı mekânlarda yazı yazan insanların en çok yaptıkları şey, çalışmaktan bunaldıkları zaman kendilerini dışarı atmak, zihnini boşaltana kadar başka işlerle meşgul olmaktır. Tabiî kapalı bir ortamda çalışıyorsanız bunu yaparsınız, eğer ünlü ABD’li şair Henry Wordsworth gibi kırlara, bayırlara çıkıp yalnız kalarak yazıyorsanız, böyle bir şey yapmanıza doğal olarak gerek yok. Wordsworth’unkırlarda yazı yazması beni hep etkilemiştir. İstanbul gibi bir kentte bunu yapmak kâbil değilse de bunu yapma isteğimi her zaman için zihnimde saklı tutuyorum. Belki bir gün bende yazı yazabileceğim kırlar, bayırlar bulabilirim.

Henry Wordsworth gibi kırlarda olmasa da evin dışında yazılarını yazan bir diğer ünlü yazar George Bernard Shaw’dır.Yazar, evinde yazmak yerine, hemen dışına yaptırdığı bir kulübede yazmayı tercih ediyormuş. Birçok aforizmanın da sahibi olan Shaw, steno ile yazı yazmaktan vazgeçip daktiloya terfi ettikten sonra uzun zaman daktilo şeritleriyle kavga etmiş. Şeritlerin silik yazmasını takıntı yapan yazar, çözüm olarak da ya daktiloyu değiştiriyor ya da tamir ettiriyormuş.  

***

Çalışma odalarına baktığım yazarlar arasında en ilgimi çeken Henry James’in odası olmuştu. Herkes bir yerlerde yazar, bunun için bir şeyler kullanır. Bu araçlar yazıyı daha rahat yazmamız için, kendimizi daha rahat hissetmemiz için kullandığımız basit araçlardır. Netice itibariyle altın kalem de kullansak, taş üzerine çekiç ve çivi ile de düşüncelerimizi kazısak kullandığımız araçlar değil, düş gücümüz ve yazı yeteneğimiz bizi edebiyat dünyasında yukarıya taşır. Aksi bir durum olsaydı yazı ya da edebiyat zenginlerin, soyluların ve aristokratların uğraştığı bir alan olurdu. Henry James, çalışma odasını altın kaplamamış ama dört bir yanını yüksek sehpalarla donatmış. Çünkü James, yazılarını ayakta yazıyormuş. Bu tuhaf yöntemi kullanan yazar, odasını düşüne düşüne parsellerken en yakınında bulunan sehpaya da düşüncelerini not edermiş. Yazı çalışması bitince de bu parçaları bir araya getirerek eserlerini oluştururmuş.

***

Alman operasından bahsedildiğinde akla gelen ilk isim hiç kuşkusuz Richard Wagner olur. Nietzsche’nin hayran olduğu, Adolf Hitler’in klasik müzikte tek favori olarak gördüğü Wagner, meşhur Porsifol Operası üzerinde çalıştığı dönemde eseri bitirene kadar banyodan çıkmamış. Bununla da yetinmeyen ünlü besteci, suyunun devamlı sıcak tutulmasını, banyonun sürekli egzotik kokularla kokulanmasını emretmiş hizmetkârlarına. Opera dinlemenin ne kadar zor olduğunu bilen ve dinlemeye dayanamayan birisi olarak, yazmasının da bu kadar meşakkatli olduğunu bilmezdim. Gereksiz bir bilgi olarak şunu da ekleyeyim, Adolf Hitler’in Wagner sevgisi yüzünden bugün İsrail’de Wagner’e ait eserleri dinleyemezsiniz. 

***

Edebiyat dünyasında yazarların, şairlerin, düşünce işçiliği yapan her kişinin kendisine has bazı özellikleri vardır. Özellikle ünlü yazarların ruhsal durumları ve yazı hikâyelerini incelediğimizde ortaya bazı tuhaflıkların çıktığını görüyoruz. Bu noktada karşımıza bu isimlerin ruhî durumlarını tartışma durumu çıkar mı?

Kimi kişiler, yazarların ruhî durumlarının, onların üreticiliğini etkilediğine inanmakta. Bir adım daha ileri giderek üreten deha ile deliliğin birbirine bağlantılı olarak açıklanmasa da akraba olduğunu ileri sürenler de mevcut. Yazarlık ile delilik, dâhilik ile delilik gibi kavramlar birbirine yakınlaştırılarak sunî de olsa arada bir bağ kurmaya çalışmak ne kadar doğru bilmiyorum! Ama şu bir gerçek ki yazarlar, düşünürler bazı noktalarda halktan ayrılıyorlar. Onların, insanlardan ya da kalabalıktan ayrıldıkları noktalar bize “tuhaf, garip, delilik” gibi görünüyor.

Netice itibariyle düşünen, üreten insanların, bu işi yaparken bazı tuhaf durumlara girmesi belki de doğaldır. Bunu bir ilim ya da psikolojik inceleme olgusu yapmak da bizim takıntımızdır. Böylesi tavırlardan hoşlanmadığım için midir bilmiyorum ama benim de aklıma şu soru geliyor: Her şeyi bilimsel bir kalıba döküp anlamlandırma hastalığı, işin içindeki cevheri, özü görmemizi engellemiyor mu acaba?

Galiba her yazan ve üreten insanı olduğu gibi kabullenmek, özel yaşamıyla değil de ürettiği, ortaya koyduğu eserleriyle değerlendirmek daha doğru olacaktır. Merhum Cemil Meriç de benim gibi aynı meseleden rahatsızlık duyan birisi olarak yazarların yatak odalarını değil de çalışma odalarını merak etmemiz gerektiğini salık veriyor.

Davut Bayraklı

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • ismail saib sencer , 25/11/2015

    yazarların yatak odalarını değil çalışma odalarını bize anlatan davut bayraklı’ya çok teşekkür ediyorum. yazarlık ritüelleri bence kuruntu değil, önemli ve gerekli şeyler. önem verdiğimiz her şey için bir hazırlanma ve tören uydurmaz mıyız?

  • rahatsız , 24/11/2015

    Davut Bayraklı ‘ nın bu yazılarını zevkle okuyorum Lâkin zikrettiği isimleri bir türlü zihnimde tutamıyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir