İnsanlık nasıl bir âlemse, İbn Arabî hazretlerine göre harfler de böyle bir âlemdir. Yani harfler de bir ümmettir ve onların da peygamberi vardır. Harflerle sürekli iştigal eden biri olarak bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Harfler… Bir âlem oldukları muhakkak, benim baktığım pencere öyle bir âlem ki sanki başka bir âlem yok gibi. Eşyayıtopyekûn bir âlem olarak görme düşüncesine daha yakınım aslında. Harfler de bu eşya âleminin ümmeti olmalılar. Tüm bu eşyalar, aslında bu âlem, kılcal damarlarına kadar mutlak doğru olana hizmet için var. Biz sadece Rabbimize kulluk etmekle vazifeliysek, harfler de vazifeliler. Biz bu dünyada yalnızca imtihan için bulunuyorsak, harfler de imtihan için buradalar. Elbette her “şeyin” imtihanı kendi zaviyesinden olacaktır. Kadere bakın ki Allah kalpleri de harfleri de evirip çeviriyor ve bir araya getirip imtihanları birbirine bağlıyor. Her harf bir şahsiyete sahiptir muhakkak, her harfin her yazılışında bu şahsiyet başkadır. Mesela başımızın tacı Kitab’ımızda altmış binden fazla “Elif” harfi vardır ve bu “Elif” harflerinin her biri farklı şahsiyette ve farklı manalardadır. Her bir “Elif” harfinin kendi içinde milyon tane manası olduğunu söyleyen müfessirler vardır. Tek başına bu mucize bile meseleyi izaha kâfiyken bir de her okuyucuya, her dinleyiciye ve her yazıcıya anlattığı şey başka başka olduğundan aslında sayısız -bu “sayısız” ifadesi de durumu anlatamaz- manası vardır.
Her harf için bunu beyan ediyoruz ki bu söyleyeceğimiz daha iyi anlaşılsın. Bakara Suresi’nin ilk ayetinin ilk harfi, harfler hususunda bize haddimizi bildiriyor aslında. Harflerin Allah’ın emrinde vazifeli birer nefer olduklarını gösteriyor. “Elif” harfinin “Lam ve Mim” harfleriyle birbirine bağlanması ve buradaki sırrın beşerden saklanması ne kadar müthiş bir şey… Bir harf karşısındaki acizliğimiz alnımızın ortasına mıh gibi çakılıyor. Yüce Rabbimizden başka kim bize bu harflerin manasını verebilir ki?
Harflerle sürekli iştigal etmek, büyük sorumluluk vesselâm.
Her insanın bir kelime olduğunu düşünürsek, kendinizi hangi kelime ile ifade edersiniz? İnsan kendisinin bir kelime olduğunun farkına varıp kelimesini oluşturan harfleri tek tek okuyabildiğinde dillerin üstündeki dile yani sükûta erebileceğine inanıyor musunuz?
İnsanın, kendisinin bir kelime olduğunu fark edebilmesi için bu dünyada kalış süresi yeterli değil bence. Lakin istisnalar var: 500 yaşında doğanlar! Yazar dostum Yunus Emre Özsaray’dan duymuştum ve bu ifade, ilk duyduğum anda beni derinden sarstı. Evet, öyle insanlar var ki 500 yaşında doğuyorlar ve bu sebeple kelimelerini zaten bulmuş ve harflerini okumuş oluyorlar. Sükûta erenler onlardır, yoksa biz sükûta ermenin özlemini nereden bilebilirdik ki. Biz sükût yolunda yolcuyuz ama bir kelime olduğumuzu henüz anladık, muhtemel ki kelimemizi ararken göçeriz bu diyarlardan. İşin aslı ve mahiyeti böyledir ama bu arayışta her gün kendime bir kelime bulmaya azmettim ve bugün o kelime “hicran” oldu. Dünya gamla dolu nasılsa, ecel peykinin sadırlarda dolaştığı zamanlar… Zaten var olanı görünür kılan düzen, kelimesini bulamayanları alıp götürüyor bir bilinmeze.
“Keşke” demenin bir faydası yokmuş ancak keşke kelimemi bulaydım, ona bulanaydım, harflerine doyaydım da sükûta kavuşaydım.
“Yazgı” ve “yazmak” arasında bir bağlantı kursanız hayatınızı nasıl özetlerdiniz?
Her şeyle ilgili olan ve olacak şeylere “yazgı” dediğimize göre yazmak da bir yazgıdır. Bendenizin yazgısı yazmak oldu. Rahmetli hocam Prof. Dr. Fevzi Günüç “Farklı anadan emen kuzu arık olur.” derdi. Yıllarca kendisine ana arayan kuzu gibi dolaştım. Yazgımın yazmak olduğunu anlayana kadar, en azından zannımın burada karar kılışına kadar dolaştım. Nice badireler oldu hayatımda, nice mekânlarda, nice hallerde bulundum. Okuduklarım, çalıştığım işler, gittiğim yerler, baktığım dağlar, ırmaklar beni hep buraya doğru sürüklemiş meğerse. Yazgımın yazmak olduğunu anladığımda yirmi iki yaşımdaydım. Evvelinde soğandan acı bir çile çekilmeliydi bu yazgıya kavuşmak için ve hamdolsun ki soğanın acısına rıza gösterip sonu baldan tatlı bir huzura kavuştum. Hüsn-i hat ile harfler, kelimeler, cümleler yazmak… En derin manaların sırrına ermeye gayretle, heyecanla ve aşkla yazmak… İşte benim değişmesini istemediğim yazgım.
Bir gün görünmeyen hatta ulaşacağınızı ve o hattı yazınca dünyadaki görevinizin yerine gelmiş olacağını düşünüyor musunuz?
Keşke böyle bir inançla o hat üzerinde gideceğimden emin olsaydım. Şu an görünmeyen bir hat üzerinde yürürken görünen bir hat ile meşgulüm. Aşikâr olanı doğru ifa ederek herkesin aradığını arıyorum. Herkes o hattı yazmayı istiyor ve “çok azı sonraki ümmetlerden” olacak. Eğer yazabilirsem, bana bu dünyadan göçtüğümde “Biz senin böyle söyleyeceğini zaten biliyorduk.” diyeceklerdir.
Yazmak kader midir keder mi?
Keder değil ama kader olduğu muhakkak. Kadere kederlenmek insanın fıtratında var. Biz yazmayı keder olarak görmediğimizden kaderimizdeki yazmanın da keder olmadığını düşünüyoruz hamdolsun.
Bir hattat olarak hüsn-i hattın psikolojik etkilerinden bahseder misiniz?
Hüsn-i hat sanatı asırlar boyu güzelleşerek üstadların elinde çok estetik bir seviyeye ulaşmıştır. Bu estetik, yüce Rabbimizin yaratmış olduğu her şeyde görünen, özellikle nebatatta temaşa edilebilen “altın oran”dır. İnsan gözünün görmeyi istediği ve doğuştan genetiğine nakşedilmiş bedii zevkiyle aradığı değişmez ölçüdür. Bir ağacı izlerken, bir çiçeğe bakarken hissedilen güzel duyguların yegâne sebebi, onların bu oranla yaratılmasıdır. Yeni doğmuş bebeklerin yüzlerinde, el ve ayaklarında net olarak görülebilen bu ölçüden dolayı bebekler bize sevimli görünür, gönlümüzü aydınlatır ve ruhumuza sürur verir. Matematiksel değerlendirmesi bilim adamlarının işidir ama her insan bunu bilir ve görmek ister. Ecdadımız mimari eserlerinde bu hususa riayet etmişlerdir. Bu sebeple Selçuklu, Erken Dönem ve Klasik Osmanlı eserlerini izlerken ruhumuzun dinlendiğini hissederiz. Mesela Süleymaniye Camii’nde namaz kılarken hissedilen duygu bir başkadır. Karatay Medresesi’nde tahsil gören talebelerin, İnce Minareli Medrese’nin havuzunda yıldızları okuyan müderrislerin başarıları çağların ötesine geçmiştir. “Allah güzeldir, güzeli sever.”
İşte bunların her birini göz önüne aldığımızda, başta da beyan ettiğimiz gibi hüsn-i hat sanatı üstatların eliyle gelişerek altın orana en yakın hale getirilmiş ve ona bakanların göz aydınlığı olmuştur. Eğitiminin uzun ve meşakkatli olmasının, nihayetinin de bir icâzet geleneğine bağlanmasının esas sebebi de budur. Hüsn-i hattı kaidelerine uygun şekilde yazan hattat, mananın derinlikleriyle toplumun bedii zevkine hitap etmekte ve psikolojik olarak bir rahatlamaya vesile olmaktadır. Hüsn-i hat, cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendese oluşunu bir tarafıyla da bu estetik yönüne borçludur.
Biz cemali müşahede etmek ve kemali bulmak için dünyaya geldik diyen erenleri göz önüne alırsak, güzellik size ne ifade ediyor?
Bence güzellik, “kemal ile cemale bakabilmeyi” ifade ediyor. İnsan güzeli aramalı, kendisine ifade ettiği şekilde aramalı ve bulmalı. “Güzeli Bulmak” ismiyle bir sergi hazırlamıştım 2016 yılında. İnsanın bir şeyi bulabilmesi için araması gerekiyor, aramak için de aramaya azmetmesi lâzım. Bu da bir dert işidir. Güzeli anlamlandırabilmek için dert sahibi olmak gerekiyor. Erenler, güzelliğin cemal ve kemal kavramlarında saklı olduğunu keşfetmiş ve bize öğretmişlerdir. Biz de dünyaya onların penceresinden bakabilirsek “Güzel” ile imtihanımız “Güzel” olur.
Yeni bir tablo bitirdiğinizde neler hissediyorsunuz? Her insanın seyr u süluku kendine özelse sizin seyr u sülukunuz hat üzerinden midir? Yazarak kemale ermek hakkında neler düşünüyorsunuz?
Seyr u süluk bir terbiye disiplinini ifade ediyorsa; okumadan âlim, gezmeden seyyah olunamayacağı gibi meşk etmeden de hattat olunamıyor. Bendenizin seyr u süluku hat üzerinden midir, bilemiyorum. Evet, ben de bir yolu takip ederek yürüyorum. Zaman zaman yolumu şaşırsam da karanlıklarda kaybolsam da bir şekilde Allah Teâlâ Hazretleri beni yeniden yoluma koyuyor. İşlerime, hayallerime ve hayatıma bir düzen geldiği oluyor. Hüsn-i hat kemale ermeye bir vesile midir, bilmiyorum. Bir insanın salt olarak hüsn-i hat ile kemâle ermesi beklenemez ama hizmet ettiği cihete hizmeti esas vazife olarak görür de günübirlik şandan, devamlı kibirden ve bitmek tükenmek bilmeyen arzusundan kurtulursa kemale vesile olabilir ve seyr u sülukunu hüsn-i hat üzerinden tamamlayabilir. Yüce Mevla’mız doğrusunu bildiğimiz şeyleri icra edebilmeyi nasip etsin.
Sorunuzun ilk kısmına da cevap vermek isterim. Bendeniz bir eseri imzalayıp tamamladığımda karşısına geçip onu seyrediyorum. İlk seyirci olmak çok keyiflidir. Daha önce var olmayan bir sanat eserinin ortaya çıkmasında Rabbiniz size izin vermiş ve siz ortaya bir eser çıkarmışsınız. Bu eser aslında bir icat ve siz de mucit oluyorsunuz. Eser ortaya çıktıktan sonra ikinci bir kimliğe bürünüp izleyici konumuna geçiyor ve soruyorsunuz: “Ey sanat eseri, sen ne için hazırlandın?” Bu soruya makul bir cevap verebiliyorsanız “huzurlu” hissediyorsunuz.
Bizi kırmayıp sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ederiz.
Sorularınız ve bu keyifli sohbet için ben teşekkür ediyorum.
Mustafa Cemil Efe Kimdir? 1979 yılında Ankara’da doğdu. Hüsn-i hat eğitimine rika dersleriyle başladı. 2005 yılında Selçuk Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Bölümü Hat Ana Sanat Dalı’nı kazandı. 2008-2009 eğitim öğretim yılında fakülte üçüncüsü ve bölüm ikincisi olarak mezun oldu. Aynı yıl Hamid Aytaç silsilesinden icazetli Prof. Dr. Fevzi Günüç’ten sülüs-nesih yazı icazeti aldı. 2009 yılı sonunda İstanbul’a yerleşti. 2010 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Geleneksel Türk Sanatları Hat Ana Sanat Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başladı. Türkiye, Japonya, Nijerya, Vatikan, İran, Suriye, Irak, Sırbistan ve Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere birçok ülkede, yüzden fazla ulusal ve uluslararası sergide eserleriyle yer aldı. Profesyonel olarak grafikerlik ve görüntü yönetmenliği de yapan sanatçı, aynı zamanda edebiyat dergilerinde editörlük ve yazarlık görevlerini sürdürmektedir. Mustafa Cemil Efe'nin birçok devlet başkanı, bakan, milletvekili ve koleksiyonerde eserleri bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Beyaz Saray koleksiyonunda eseri yer alan ilk hat sanatkârıdır. Üsküdar’da bulunan atölyesinde hem yeni sanatkârlar yetiştirmekte hem de çalışmalarını sürdürmektedir. Celî sülüs, sülüs ve nesih yazı çeşitlerinde eserler hazırlamaktadır.