“Sâdelik, sâdelik!”

Sevgili Unamuno,

Siz, bu dünyadan göç ettiğinizde, dedem, henüz altı yaşındaymış. Yani sizden iki nesil sonra dünyaya gelmişim. Yaşadığınız dönem şüphesiz bizim için berbat yıllardı. Koskoca bir devletin, hasta adama dönüşmesi, ardından parçalara ayrılması ve de yutulmasına şahit olduğunuz yıllardı. O gün bu gündür dünya üzerinden zulüm hiç eksik olmadı. Çok değil, henüz bir asır önce Bilâdü’ş-şam dediğimiz yerlere, şimdi, hiç rahatsızlık bile duymadan Orta Doğu diyebiliyoruz. Kelimeler, kavramlar, isimler ve de sıfatlar ne çabuk değişiyor. Biz de bunlara ne kadar kolay alışıveriyoruz.

Üç gündür “Günlükler”inizi okuyorum. Kitabınızın başlarında, “Hakikat tevazu ile aranır.” demişsiniz. Bâtıl bir inancı, Hıristiyanlığı, nasıl aşkla yaşayıp şevkle savunduğunuza şahit olduğum her satırda, Müslüman olsaydınız aynı özveriyi de hak din için göstereceğinize dair kalbimde bir kanaat belirmişti. Sizinle aynı zamanı paylaşmış olsaydık muhakkak ki bu mektubumu, sizi, İslâm’a davet etmek için yazardım. İlerleyen sayfalarda da, “Âah Âh! Keşke, gün ışığıyla tarlasını çapalamaya giden ve güneşle birlikte dinlenmeye çekilen köylü gibi iman etmek bize de nasip olsa!” cümlesini okuyunca, hayatınızı tam bir derviş olarak geçireceğinize de kanaat getirmiştim.

Kitabınızı bir kişiye bile okuması için salık vermem, veremem. Çünkü baştan sona Hıristiyanlık öğretileriyle dolu ve bizim inancımızla taban tabana zıt olan şeylerin karışımıydı. Peki, normal şartlarda bir günde okunabilecek kitabınızı,  ne buldum da sindirerek okuyup üç günümü ayırdım? Öncelikle, beni içine çeken şu duânızdı: “Sâdelik, sâdelik! Yâ Râbb bana sâdeliği ver.” Sonra yazdığınız hikmetli sözlerinizdi. Ruhuma yakın hissettiklerimi, size karşı tekrara düşme pahasına da olsa paylaşmak istiyorum:

-Sessizlikten daha büyük ve daha muhteşem müzik yoktur ama bu müziği anlamak ve hissetmek için fazla zayıfız.

 -Eğer herkes ciddi şekilde kurtuluşunu düşünüyor olsa, dünya nasıl da hayırla dolup taşardı!

-Niyetlerimizi arındırmamız gerekir, eylemlerimiz de o zaman saf olacaktır.

-En iyi imge insanı dine en çok yöneltendir, sanatsal olarak en güzeli değil.

Her biri serlevha olacak nitelikteydi.

Günlüğünüzü benim için ilginç kılan bir diğer nokta ise, insanın kalbini nasırlı bir el gibi sıkan aşktan hiç bahsetmeyişinizdi. Sevgili Unamuno, aşkın kapımızı çalması, bir kemiğimizin kırılmasına benziyor. Eğer yaşınız genç ise çabucak iyileşiyor. Otuzlu yaşlara adım atmışsanız işiniz gerçekten zor demektir. Leylâ geldiğinde, Leylâ güldüğünde, Leylâ konuştuğunda dünya düz bir ova hâlini alıyor. Çevremizde hiç kimse, hiçbir şey yokmuş gibi davranıyoruz.  Bir kez olsun gözbebeklerimize değmeyen saçlarının her teline şiirler yazıyor, duymadığımız, duyamayacağımız kokusunun cennetten gelme olduğuna inanıyoruz. Karanlık çöktüğünde, lâcivert göğü sevgiliye ayna yapıyor ve ayın on dördünde, yârin cemâlini seyrediyoruz. Geceler boyu uykusuz kalıyor, gündüzleri de avâre bir şekilde dolaşıp sevgilinin hayâlini yanımızda taşıyoruz. Ne zaman bu onulmaz yaraya şifa olsun diye bir yabancıyı yaklaştırma gafletine düşsek; gelen kişi, eskimeyen yaramızı dokunasıya sızlatıyor. Derdimize dert kattığının farkına varıyor, kendimizi yalnızlığın gayyasına itekliyoruz.

Sevgili Unamuno,

Eserinizde, sık sık ölümden bahsetmişsiniz. “İnsan ölümle ilgili ne kadar çok düşünürse, hayat için o kadar huzurlu bir sukûnete kavuşuyor.” tümcesini okuduğumda, tam üç gündür, kendime, ölümün var olduğunu telkin etmeme rağmen hâlâ gönül huzurunu yakalayamadığımı fark etmiştim. O kadar dünyevî bir hâl almışız ki, insanın huzuru da huzursuzluğu da delice peşinden koştuğu şeylerdedir, diyor, yalnızlığın kasvetinde boğuluyoruz. Nisan, baharın muştucusu değil, güzün habercisi oluyor. Kasvet ve bahar aynı gönülde nasıl yaşar ki! İşte bütün bu mutsuzluğun temel sebebi, hüzünlerimizi ok eyleyip içimizdeki Leylâ’yı vuramamak, öldürememek. Onunla yaşamaya kendimizi mahkûm etmek. İçindeki Leylâ’yı öldüremeyenleri, kendini onunla yaşamaya mahkûm edenleri, toplayıp bir kliniğe yatırmalı.

Mektup da kalbimiz gibi farklı yönlere savruldu. Tekrar kitabınıza, günlüklerinize dönelim ve sözümüzü o müthiş sözünüzle hitâma erdirelim.

“Acılarına katlan ve bu acılardan, mânevî doğumu bekle.”

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • yesilkalb , 31/03/2015

    Edebifikir’den bazen çok şey öğreniyorum..Bir koca kitabı ve koca bir insanı anlatan güzel bir yazıyla..

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir