

Bu yüzden, bu sefer gelmeyeceğim. Beni beklemeyin. Gelsem, biliyorum; sen ve Meryem yine oturup önünüze kitaplar yığacaksınız. Bir sürü dîvan, sayısız mesnevi… Meryem şiir okurken sen tütün içeceksin; sen şiir okurken Meryem çay içecek. Ben susacağım, çayın ve tütünün dumanı birbirine karışacak… Sonra, gece yarısına doğru ağlamaya başlayacaksınız. Ben dayanamayacağım. Kendimi sokağa atacağım. Sokağa, geceye ve serinliğe. Gözlerimden yaşlar boşanacak; siz bilmeyeceksiniz. Ufkun kızıllığına doğru yürüyeceğim. Sanki ben ona doğru gitmezsem güneş doğmayacak, bu gamlı gece bitmeyecek!
Evet, bu sefer gelmeyeceğim, aksine, gideceğim. Bir rüya gördüm. Biz bir savaştaydık. Düşman bizi kıskaca almıştı. Tam yenilecekken binlerce fersah uzaktan bir ses: “el-cebel, el-cebel!” dedi. Rüya bu ya; bizde hemen içimizdeki dağa sığındık. Böylece düşmandan kurtulduk. Bak aramızda kalsın; dağlar mümindirler, bunu unutma!
Şimdi burada, bu vapur iskelesinde, bu sahilde, bu şehrin göbeğinde; bir anlam kazanmak için dağa çekilmeli, dağa yaslanmalı.. Orada… Tâ uzakta… İçimde… İçimin de içinde… Bulduğum tohum çatladığında… İşte o zaman sabahın serinliğinde ve ilk ışıkları altında; ırmaklarla beraber koşan yılkı atları gibi size koşacağım. Bir akkor gibi göğsümde taşıdığım yalnızlığı getirip size pay edeceğim. Evet, buraya, bu vapur iskelesine, bu sahile, bu şehrin göbeğine, sana ve Meryem’e dağlardan kopup geleceğim. Çünkü… Çünkü denizler dağların döl yataklarıdır!
Tahir Tarık Balıkçı
2 Yorum