İnzivâ

“Denizler dağların döl yataklarıdır.” Babamın sözü. Hatırlıyorum. Sen hatırlıyor musun bilmiyorum: Yalının bahçesinde oynarken, Meryem’le ayakkabılarını alıp kaçmıştık. Sen yalın ayak peşimizden koşup: “Ne yapıyorsunuz? Ben sizin amcanızım!” demiştin. Biz katıla katıla gülmüştük. Evet, amcamızdın ama akrandık, arkadaştık. Sonra annemle babam öldü. Biz çocuktuk. Sende çocuktun. Gelip bizi bahçede buldun. Sırtını erik ağacına yaslayıp, eline aldığın asma yaprağıyla oynarken başını önüne eğmiştin. “Ben sizin annenizim!” dedin. Ama biz gülmedik. Annem sağ olsaydı gülerdik. Annemde gülerdi değil mi? Hâlbuki ağladık. Meryem ağlayarak gelip sana sarıldı. Sen ağaçtan bir salkım üzüm koparıp bana verdin. Belki yaslandığın ağaç bir asmaydı ya da benim yediğim bir erik! Bilmiyorum. Yalnız, bir anlığına bütün zaman ve mekân algım altüst oldu. Sanki ezelden ebede kadar yaratılmış olan her şeyle el ele, diz dizeydim. Fakat kısa sürdü. Sürgüsüz bir kapıyı rüzgârın açıp kapaması kadar kısa… İşte ben, o günden beri  içimde hep bir eksiklik duydum. Sanki orada, saklı bir hakikat vardı. Onu bulup getirmeli, seni ve Meryem’i bu bitmez tükenmez kederden kurtarmalıydım.

Bu yüzden, bu sefer gelmeyeceğim. Beni beklemeyin. Gelsem, biliyorum; sen ve Meryem yine oturup önünüze kitaplar yığacaksınız. Bir sürü dîvan, sayısız mesnevi… Meryem şiir okurken sen tütün içeceksin; sen şiir okurken Meryem çay içecek. Ben susacağım, çayın ve tütünün dumanı birbirine karışacak… Sonra, gece yarısına doğru ağlamaya başlayacaksınız. Ben dayanamayacağım. Kendimi sokağa atacağım. Sokağa, geceye ve serinliğe. Gözlerimden yaşlar boşanacak; siz bilmeyeceksiniz. Ufkun kızıllığına doğru yürüyeceğim. Sanki ben ona doğru gitmezsem güneş doğmayacak, bu gamlı gece bitmeyecek!

Evet, bu sefer gelmeyeceğim, aksine, gideceğim. Bir rüya gördüm. Biz bir savaştaydık. Düşman bizi  kıskaca almıştı. Tam yenilecekken binlerce fersah uzaktan bir ses: “el-cebel, el-cebel!” dedi. Rüya bu ya; bizde hemen içimizdeki dağa sığındık. Böylece düşmandan kurtulduk. Bak aramızda kalsın; dağlar mümindirler, bunu unutma!

Şimdi burada, bu vapur iskelesinde, bu sahilde, bu şehrin göbeğinde; bir anlam kazanmak için dağa çekilmeli, dağa yaslanmalı.. Orada… Tâ uzakta… İçimde… İçimin de içinde… Bulduğum tohum çatladığında… İşte o zaman sabahın serinliğinde ve ilk ışıkları altında; ırmaklarla beraber koşan yılkı atları gibi size koşacağım. Bir akkor gibi göğsümde taşıdığım yalnızlığı getirip size pay edeceğim. Evet, buraya, bu vapur iskelesine, bu sahile, bu şehrin göbeğine, sana ve Meryem’e dağlardan kopup geleceğim. Çünkü… Çünkü denizler dağların döl yataklarıdır!

 

Tahir Tarık Balıkçı

 

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Sancı Dağı , 05/04/2022

    Tahir Tarık her seferinde biraz daha etkilemeyi başarıyor. Kalemine kuvvet diyor ve dağıma çekiliyorum:)

  • Göçmen , 05/04/2022

    Dağların denizlere yaslandığı bir diyardan
    Dağların dağlara yâr olduğu bir diyara göçtü.

    Dağların da “dağları” varmış meğer!
    Derinlerinin dağlarına çekilebilmesi için “göçmesi” dermanmış meğer.

    İnzivânın böylesi…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir