Kendisine ne kadar cevap yazmasam da bana yazmaktan usanmayan okurumun gönderdiği mesajlardan seçmeler…
***
Günaydın Mustafa.
Nasılsın? Nasıl gidiyor? Aslında nasıl gittiğinin pek önemi yok… Gidiyor mu ona bakacaksın sen. Bazen gitmiyor ya o zaman fena oluyor işte. Kabak tadı veriyor her şey. Bal kabağı tadında değil ama. Tuzsuz, haşlanmış sakız kabağı tadı… Kabak demişken kabak, biber dolmasının kokusu bana hep bizim köydeki düğünleri hatırlatıyor. O açıdan hürmete layık bir yemektir biber dolması. Sen Don Kişot’u okudun mu Mustafa? Ben okudum, çok oluyor ama on iki sene önce. Arkadaşımdan rica minnet alıp okumuştum. Sanço Panza’yı çok kıskandım valla. Öyle bir arkadaş, hayalini kurduğum işte. Kitabı aslında geri vermeyi hiç istemiyordum. Ama verdim tabiî ki…
***
Uykum var Mustafa.
Başım ağrıyor, midem bulanıyor. Açık pencerenin önünde uyursan eğer senin de başın ağrıyabilir belki. Ama senin başının ağrımasını ben hiç istemem. Aslında ben bu yağmurların, bu kadar yağmasından rahatsız değilim. Benim sorunum, bazı çocukların sokakta pislikten başka eğlence olmadığını sanıp, biriken yağmur sularının içine girerken hiç tereddüt etmemesinden kaynaklanıyor. Yoksa yağmur güzel bir şey sonuçta.
***
Kavak ağaçları, güvercinler bir de Mustafa güzeldir.
***
Mustafa yoksa sen bana küstün mü?
Keşke küsecek kadar yakın hissetsen kendine beni. Bana küssen o kadar sevinirim ki… Küsmek, nasıl bir naz geçme halidir. Gönül koymak ne güzel bir samimiyet ibaresidir. Küsmenin bir adabı var. Mesela insan küserse kırılmıştır, ne yapıp edip gönlünü almanın yolunu ararsın o zaman…
***
Hayırlı Cumalar Mustafa…
Bak şimdi fark ettim kaç mesajdır tebessüm etmiyorum… Ne kadar ciddi bir insan olmaya başladım, sırf beni ciddiye al diye. Değil tabiî, öyle olmuş, şimdi fark ettim…
***
Mustafa niye bu kadar şikârlandın acaba?
Hayır, cevap beklediğimden değil. Sonra şey diyorsun ya işte “Manyak mısın, hasta mısın, yazıp durmuşsun bir sürü” falan diye, işte o zaman seni rahatsız ettiğim için utanıyorum ben. O yüzden deme öyle, tamam mı? Bir de arada boş mektup da olsa gönder. Böyle olunca kızdığını sinirlendiğini düşünüyorum. Daha da bir canım sıkılıyor o zaman benim. Valla çok canım sıkılıyor Mustafa! İnsan bir cevap yazar! Bağır, çağır, küfür et ama susma, hahahhaha…
***
Çok sigara içtim bu gün yine. Bir bıraksam var ya, on numara olacak. Bırakayım dedikçe tatlanıyor sanki. Hayret ediyorum o kadar parayı nereden alıp veriyorum, bırakmak istemiyorum, hiç hem de… Böyle bazıları pat diye bırakıyor ya, hayran oluyorum onlara. Çok çocuğum olsun istiyorum. Beş altı tane, bir sürü… Kalabalık aileleri seviyorum. Çoluk çocuğa karışayım iyice ki; kendimi dinleyip canımı sıkacak kadar zamanım olmasın. Çocuklarım uslu olmasa da olur. Yaramaz olsunlar. Mükemmel olmalarına hiç gerek yok. Çok hevesleniyorum var ya, çocuklarım için yaşıyorum diyen kadınlara. İnsan çocuğu için, kocası için, bir başkası için yaşamaz ki… Çünkü bunlar sahibi olduğumuz şeyler değil. Ama hayatı göze alabilecek kadar çocuğunu sevebilir herhalde insan. Çok çocuğum da olmasın ya… O zaman hiç ölemem. Bak Mustafa, var ya ben çok korkuyordum ölümden. Öyle böyle değil aklım çıkıyordu korkudan. Dünyayı bırakıp gitmek hiç içime sinmiyordu. Neyse işte, son bir senedir korkmuyorum o kadar. Hatta sevimli geldiğini bile söyleyebilirim. Bunun seninle, yazdıklarınla alakası var mı bilmiyorum ama memnunum böyle düşünmekten. Sordum birilerine erken yaşta ölmeyi ister misin falan diye, genelde kimsenin niyeti yok. Ne gerek var, yetmez mi, sıkılmadın mı diyorum tuhaf tuhaf bakıyorlar… Sadece Aslı heveslendi… İstemem uzun yaşamayı dedi. Valla kapatıp gidesim geliyor hacı!
***
Hayırlı geceler Mustafa.
Uykum var benim, çok fena hem de. Rüyamda bile görsem seni razıyım. Ne güzel bir umutsun sen, yedi yirmi dört arkası gelmeyen…
***
Yavrum Mustafa, iyice yaktın devreleri! On numara olmuş valla son şiirin. Yaz sen bundan sonra.
***
Hayırlı geceler Mustafa.
Mustafa bu nasıl iş bana söyle. Mustafa niye böyle? Canım sıkılıyor hacı. Bu gün kahvaltıya davet etmişti arkadaş. Öyle güzel ki görmen lazım. Asla bir şeyle tatmin olmuyor. Sürekli başka bir şeyler yapmanın peşinde. Ne güzel ya! Acaba cehennemin hangi katında ikamet ediyor benim sevgili hevesim. Hevesim yok hâfız. Bu heyecansızlık damar tıkanıklığı yapacak sanki. Midem ağrıyor sıkıntıdan. Sanki taş yemişim de taşların küçük sivri köşeleri mide duvarımı yıkmaya çalışıyor. Nefesim soğuk bir taşa çarpıp geri geliyor sanki ben biraz içim genişlesin diye derin derin soludukça. Çok daha uzun yazacağım aslında ama ne kadar çok yazsam o kadar fena oluyorum gidince. Ne zaman gideceksin sevgili Mustafa? Habersiz gitme olur mu? Haberli de gitme. Gitme Mustafa olur mu? Olur, olur, bal gibi olur diye bir şarkı vardı değil mi, durduk yere aklıma geldi şimdi. Zaten bana ne oluyorsa durduk yere oluyor. Niyeyse… Neyse… Hayırlı geceler Mustafa.
Bana da ya hayır, ya da Mustafa Allah’ım!
4 Yorum