Aydoğan, bugün 11 Eylül 2015. Kuzgunî bir acı şehrin her tarafını sarmış. Çaresiz kendime demir attım, bekliyorum. Ne diyordu Didem Madak; “Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca / Balkona yorgun çamaşırlar asmayı / Ki uçlarından çile damlardı.”
İnsan dünyayı sadece kendi gözleriyle görebilir ve bunun alternatifi de yoktur. Bu duruma okuduğumuz tüm metinler dâhil. Çünkü her metin, okuduğumuz anda anlamını bizde bulur. Hatta kişi dünyaya her baktığında onu baştan oluşturur. Bu kadar öznel bir hayatta yaşıyoruz ama aynı dünyada yaşadığımızı sanıyoruz. Bu garip değil mi?
İnsan bir ömür yeni yeni sorular üretir kendine ama sadece sorularla yaşamayı beceremez. Kendini tatmin edecek cevapları bulmak zorunda hisseder kendini. Bir cevaptan başka bir cevaba koşar durur biteviye. İşin kötü yanı ise bazı insanların hazır cevaplara sığınmasıdır. Bunun sonucu mülteci bir hayattır insanın elinden tutan. Sen hiç hazır cevaplara sığındın mı? Sığınmadığını biliyorum ama yine de sormak istedim. Çünkü hazır cevaplar sızısız bir hayatı sunar kendisine inananlara… Bir de başka bir durum var: acılar. Evet doğru okudun, acılar vasıtasıyla cevapların sorulardan basit olduğunun farkına varırız. Ah ne de haşmetli durur cevabını arayan bir soru! İşte öyle bir soruyla çarpıştım. Vücudum kırıklar içinde…
Sen de bazen zamanın yarıldığını hissediyor musun? Senin de içinde bir tanıdığa sarılma isteği oluyor mu, bu sarılmanın hiçbir acıyı geçirmeyeceğini bile bile? Hayatın bir kandırma olduğunu bilerek yaşamak ne de zormuş, her geçen gün bu gerçeği biraz daha anlıyor ve anladıkça zaman gibi ben de yarılıyorum. Sular barajımı zorluyor. Yıkılmak istiyorum, tuzla buz olmak…
Bu aralar Nuh’un gemisini arıyor gözlerim. Sığınacağım, korku ve beklentilerimden âzade nefes alabileceğim gemiyi, gemimi… Aslında hayat; her bir insanın kendi Nuh’unun gemisini aradığı bir süreç değildir de nedir! Ne yazık ki çoğumuz bu gemiyi taşrada, ağyar da arıyoruz yani dışarımızda. Hâlbuki insan sadece kendi içine düşebilir. Başka bir yere değil. Ve insan sadece kendi denizinin dalgalarına gark olursa sahilini bulabilir. Ne yazık ki kozasından yeni çıkmış bir kelebek kadar ürkeğim.
Chang Tzu bir sabah uyanır ve gece gördüğü rüyanın zihninde dipdiri durduğunun farkına varır. Sanki rüya gerçektir. Chang Tzu bir kelebek olduğunu görmüştür rüyasında. Özgürce uçan bir kelebek. Bu durum karşısında Chang Tzu kendine şu soruyu sormadan edemez: “Ben kendisini rüyasında Chang Tzu olarak gören kelebek miyim yoksa kendisini kelebek olarak gören Chang Tzu muyum?”
Bu soruya cevap vermeden önce benim soruma cevap ver; insan kendi benliğinde boğulmuşken kendi denizinin farkına varıp o denizin dalgalarına nasıl gark olur?
Sulhi Ceylan
3 Yorum