“Konuşma, konuşmak istemezsen
Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla
Hep aynı şeyi söylerim
Beni anla.” (Didem Madak)
Biçimsiz bir keder üzreyim. Sana gelebilir miyim?
Hiçbir şeyi tam olarak bilmeden, hiçbir şeyden arınmadan, kendim gibi yarım yamalak bestelerle sana geliyorum. Yollar boy boy yalnızlık: Zifir kalpli bir şehrin tercümesi.
Hem sen bir harften bahsetmiyorsun ki. Muska yazıyorsun gözlerimin üstüne. Alnımın ortasına dudaktan müteşekkil bir kuyu çiziyorsun. Kelimeye sığmıyor sen algısı. İçimdeki kitabın sayfalarını çeviriyorsun. Okunaklı olmaya çalışıyorum sana karşı. Sanki nereyi açsan oradan bir yanlış süzülecek. Güneşini takınıyorum. Çünkü o gülümsemelerle icat edilmiş bir lisandır. Beni nasıl okurlarsa okusunlar sencileyin bir söz oluveririm.
Semt pazarında annesini kaybetmiş bir çocuk gibiyim sensiz. Kindarım: Muhatabını yere seren şiirler okuyorum. Kendime karşı yere serilişlerimi kutsuyorum. İnsanlardan artmıyor kimse. Zaten bütün özlediklerim senden ibaret.
Denize kıyısı olmalı bazı kimsesizliklerin. Çocukluğa kıyısı olmalı illâ ki. Duadan geçip bir kapıya varıyorum.Yüzümden açılan bir kapıya. Sözlerimle tamir ettiğim evimindir, iç çekişlerle çevrilir anahtar. Kimseler karşılamıyor, yokluğun bile karanlığı örtünmüş. Hâlbuki karanlık bile incinir kimsesizlikten.
Evi çocukluğu gibi olurmuş insanın. Ne çıkacak hiç bilmiyorum, bu uydurma sözden sonra. Evim, yok, benim.
Çocukken pek bir severdim kağıtlardan açılıp kapanan fallar yapmayı, çizgili defterlerden kopardığım yelpazelerle kendimle tutuştuğum cengi serinletmeyi. Kargacık burgacık bir çocukluktu benimkisi. Okunmazdım, seni beklerdim. Güzel yazı dersinden iyi not almazdım, güzellikten yana pek bir şey bildiğim yok o yüzden. Yalnız, gülümsemen ne güzel!
Duadan geçip duaya varıyorum. Başkaca çıkar yol bilmiyorum.
***
Özlemek benim memleketim. Hiç düze çıkmaz, hiç borcu bitmez, iki iblis arasında didinen, benim memleketim.
Sözle döşeli yollarında topal bütün sevinçlerim.
Durmadan mektuplardan ve delilerden bahsediyorum. Aklımı astığım seyrek dallı ağaçların ihmaline geliyorum. Fotoğraflara doluşan kuş seslerini ayıklamak, bir sonbahar hasadını tırtıklamak gibi… Mektuplara sürülmüş gül yaralarını, sesinin penceresinden içeri atıyorum. Bütün meczuplar benim kardeşimdir. Biliyorsun. Say ki şehri sonsuzluk hecesine dolduruyorum. Ağlamak gibi arıtıyor iki günah arasında öpüp kokladığım seccademi.
Meselâ sen bana mektup yazınca, tepsi gibi dünyanın kıyısında inadına bir eşek dikeni oluyorum, eşek kadar olup inat ettiğimle kaldığımdan.
Çiçek mi açacağım belli değil. Kendimi tutmaktan geliyorum.
Sen bana mektup yazınca kekemeliğim tutuyor, hezeyan halinde çiçeğe duruyor erik ağaçları. Ne olur mevsimini de yazsan bana. Şaşırmasam böyle kendimi.
…
20 Ocak 2013
Nergihan Yeşilyurt