Üç İstanbul Tek Devrim

Kimi romanlar sayesinde girift bulduğumuz devirlerdeki insanlarının zihin ve duygu dünyalarına olanca açıklığı ile temas edebiliriz. Mesela Türkiye modernleşmesine, tarih kitaplarından ziyade Peyami Safa ve Tanpınar’ın romanlarıyla temas etmek daha kolaydır. Yahut Avrupa sömürgeciliğini en iyi Robinson Crusoe’da tecessüm etmiş olarak görürüz.

Türk romanının en doğurgan olduğu dönem Cumhuriyet’in doğum zamanlarıdır. Dolayısıyla bu romanlarda, çoklukla kendilerine konu ettikleri Osmanlı’nın çöküşü, Cumhuriyet’in ilanı, Millî Mücadele gibi konulara dair epey malzeme var.

“Üç İstanbul” da bu minvalde bir roman. Üç İstanbul’dan kasıt; istibdat, Meşrutiyet ve işgal devri İstanbulları. Üç İstanbul deniyor fakat asıl olan Paris, İstanbul ve Ankara’dır. Çünkü istibdatta Jön Türkler’in zihni Paris’te örülmüş, Meşrutiyet’te İmparatorluğun felaketi İstanbul’dan idare edilmiş ve Mütareke’de ise gözler Ankara’ya çevrilmiştir. Romanda, tüm bu geçişleri bir yazar olan Adnan’ın hayatından takip ediyoruz. Romanda pek çok karakter var ve birçoğu saf bir motiften öte dönemin belli zümrelerini temsil etmeye memur. Mesela Doktor Haldun’un yeni bir bilimsel logosun geliştirilmesinde etkili olmuş tıbbiyelileri, Miralay Hüsrev’in ise Abdülhamid’e yakın olmakla birlikte Avrupa’ya da aşina olan ve İmparatorluğa burun kıvıran yeni mekteplileri temsil ettiği söylenebilir. Fakat ben hem romanın başkarakteri olması hem de siyasî çalkantıları şahsında takip etmek daha mümkün olduğu için Adnan’a odaklanacağım. Adnan karakteri, en çok da inkılap, ihtilal, harp gibi kavramları billurlaştırmaya memurdur. Bu kavramlardan ilk ikisi özel bir ilgiyi hak ediyor. Zira Türkiye’nin sürekliliği olan belli başlı temalarından biri devrimdir. Devrim, değişimin derinliğini işaretleyen bir kelime. Devrimin içindeki süreklilik ise devr-i sâbık oluşturmaktır. Kavramın Descartesçı bir kökeni var. Meşhur “Cogito ergo sum” önermesinin özü şüphedir. Her şeyden şüphe etmenin bir şubesi de yerleşik kurum, değer ve geleneklerden şüphedir. Yani aslında bütün devrimcilerin yaptıkları Descartes’ın düşünce alanındaki marifetlerini siyasî zemine teşmil etmektir.[1] İşte Abdülhamid döneminde İttihatçıları “şüphe”ye sevk eden şey İmparatorluğun sinsice işgal edildiği hissi idi. Bu hissi Adnan “Avrupa hariciye nazırları vilayetlerimize dâhiliye nazırlarımız kadar karışıyor.”[2] cümlesiyle ifade eder. Bu şüphe, bütün bir Cemiyet’i güdecek ve Abdülhamid aleyhtarlığına sevk edecektir. Bundan dolayıdır ki İTC’nin temel amacı Osmanlı devletini kurtarmaktır.[3] Temmuz 1908 tarihiyle bunun için gerekli pozisyona erişilmiştir. Ve Cemiyet, derhal kendisine yönelecek şüpheleri savmak için Abdülhamid dönemine devr-i sâbık ceketini giydirir. Trablusgarp’ın işgali bahsinde Adnan’ın söyledikleri bu doğrultudadır.[4] Zira daha Abdülhamid zamanında Trablusgarp İmparatorluğa gevşek bir bağ ile bağlıdır. Meşrutiyet’in şüpheye gebe kalışının iki büyük sebebi Harb-i Umumi ve bizzat İttihat ve Terakki’dir. Savaşın seyri ve ağır neticeleri şüpheyi İTC’nin alnına mıhlar. Fakat henüz harp neticelenmeden de kuşkular mevcuttur. Bunun sebebini ise Dağıstanlı Hoca karakteri ve Adnan arasındaki diyalogda görüyoruz. Hoca, Adnan’ı inkılaptan sonra değişmemesi hususunda uyarır: “Mademki inkılap yaptınız, havyar yemeyeceksiniz!”[5] Ancak Adnan’ın her gün palazlanan serveti şüphe ve hoşnutsuzlukları bir mıknatıs gibi çeker. Servetler ve şöhretler Harb-i Umumi’den devşirilip büyürken bir İmparatorluk söner, küle dökülen suyun adıdır: Mondros Mütarekesi. İTC ile birlikte Adnan’ın da devri biter. Artık İstanbul “gizli İstanbul” dur. Bir milletin kaderi Ankara’dan kararlaştırılmaktadır. Adnan da bu dönemde Ankara’yı gözlemektedir. Fes, kalpakla değişmek istemektedir. Bu dönemin devr-i sâbıkı İTC ve ilerleyen dönemde bütün bir Osmanlı’dır. İTC’dir çünkü memleketin başına belaları saran iradenin çıktığı örgüttür. Bunu da kitabın son kısımlarında Adnan ve kalpaklı misafirinin diyaloglarında görüyoruz.[6] İTC kendisine emanet edilen üç kıtalı vatandan kanlı pösteki kadar dahi parça getirememiştir.

Ferhat İnan


[1] Luc Ferry, Gençler İçin Batı Felsefesi, trc.: Devrim Çetinkasap, (İstanbul: İş Bankası Yay., 9. Baskı, 2020), s.118
[2] Mithat Cemal Kuntay, Üç İstanbul, (İstanbul: Oğlak Yay., 24. Baskı, 2018), s.86.
[3] Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi, der.: Mümtaz’er Türköne ve Tuncay Önder, (İstanbul: İletişim Yay., 27. Baskı, 2020), s.98.
[4] Mithat Cemal Kuntay, a.g.e., s.394.
[5] Mithat Cemal Kuntay, a.g.e., s.374.
[6] Mithat Cemal Kuntay, a.g.e., s.646

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir