TAKDİM VE İTHAF
Cakası keyfiyetinden ziyade ve piyazdan ibaret kalan takdim yerine, esere ne türlü bakılması gerektiğini gösteren bir ölçülendirme üzerindeyim ki, bu çerçevede söyleyeceğim her şey, bu eserin, belli başlı bir şiir anlayışına nisbetle, muhitten merkeze doğru “estetik ve sanat” davasına dair meselelerin örgüleştirilmesi ürünü olduğudur.
•
Bir yanda, unsurları ve mevzu olarak hikemiyyat ve felsefenin tabiî ilgi alanında bulunan estetik ve sanat üzerine düşünce meselesi; öbür yanda, kendi sanatı üzerine düşünme ve bunun tabiî uzantısı olarak sanat üzerine düşünce davası… Biri diğerine bakıcı ve öbürü diğerine akıcı bir çizgide, biri mütefekkire ve öbürü ise sanatkâra ait olan bu iki işi bir arada gerçekleştirmeye çalıştım.
Estetik ve sanat, bedahet çizgisi üzerindeki belli başlı hakikatlerden hareketle, hikemiyyat ve felsefenin kolu veya dünyayı kavrayış sistem ve metodu olarak sayısız nitelenişlere mevzu olurken, “sanat” ve “sanatı üzerine” düşünme davası da, ayrı ayrı sanat kollarından, tarihten, sanat tarihi ve münekkitlik alanına kadar gayet geniş bir yelpazede görünmekte, netice olarak irili ufaklı birbirinden kopuk ada kümeleri hâlinde, yer yer tanışık, kısım kısım barışık, çoğu zaman içiçe ve karışık bir mahiyet arzetmektedir.
•
Yukarıdaki herhangi bir sistem ve anlayış sistemi belirtmeyen çerçeveleyiş bir yana, bir manzaranın umumî tasviriyle, unsurları tek tek ele alış arasında bir fark vardır ve çoğu zaman, evdeki hesabın çarşıya uymaması gibi, unsurları tek tek ele alış, umumî görüşün aleyhine olarak gelişir… Nitekim, insan ve kâinatın izahına dair sözde ilmî ve fikrî nazariyelerin çöküş sebebi, unsurların tümevarım yolunda ilerlerken bu bütünlüğü ortadan kaldırmasıdır… Mihraksız tümevarımın zafiyetiyle malûl unsurların hâli de, her biri kendi kümesinde mahpus ve birbirini tanımaz kuşların durumundan farksız… Bu misâli “estetik ve sanat” davası etrafındaki meselelere ve mevzulara tatbik edersek, fikir ve sanat dalları arasında bugünkü yabancılık ve küskünlükle, okuyucu, seyirci ve dinleyici arasındaki münasebet verimsizliğinin sebebini anlarız… İşte ben, unsurları belli başlı bir şiir anlayışı etrafında tanıştırır; barıştırır ve kaynaştırırken, hem fikir ve sanat adamı niyetlilerini, hem de okuyucu, dinleyici ve seyirci mevkiindekileri, gerçek bir fikir ve sanat alâkası etrafında irtibatlandırmayı gaye edindim… Böyle bir deneme!..
•
Bu eser, anlaşılacağı üzere, bir fikir ve sanat sistemi vazetmek yerine, bir ruh ve anlayış sisteminin ürünüdür… Birincisi, bütün tarihte görüldüğü gibi, tökezlemeye mahkûm; ikincisi ise, “Mutlak Fikrin Gerekliliği” davasına bağlı olarak, gelişmeye ve zenginleşmeye sonsuz açık bir yol… Yeter ki, yolcuları ehil olsun!..
•
Arapça konuşma dili, İngilizce iktisat, Çince hukuk, Japonca tıp okunan bir memleket düşünün… Böyle bir vasat bile, içinde bulunduğumuz sağırlar diyaloğu şartlarında diğerine sesini duyurabilme ve anlaşabilme çetinliğinden daha hafif kalır… İşte bu şartları aşmak üzere biz, ancak İslâmî bir dünya görüşüne nisbetle gerçekleşebilir işi yaptık ve mevzuları Büyük Doğu-İbda mânâ diline döktük… Böyle bir abayı takdir, her türlü pürüzü silip süpürür olmalı!..
•
Hüküm yürütme ve geçer hüküm koyma mânâsına “her yerde” demek olan “Nesli Han-Han Nesli” keyfiyetine aidiyetim, bu eserde bir başka yönüyle tecelli ediyor… Varlığın hakikatine vakıf olmuş ve hikmetle vasıflanmış mânâsına gelen “hakîm”den irtibatla şu: “Tecrit” kavramının örtü, perde, şekil, biçim, form, norm, usul, diyalektik ve nizam, bütün bunların ise ruh, keyfiyet, muhteva, öz, nitelik ve fikir ile aynı hizaya geldiğini bilenler, “nizam”ın “güzel” demek oluşundan hareketle, “tecrit sırrı”nın güzel ve güzellik idrakı davasını da kapsadığını anlarlar… İşte bu ölçüp biçmeler çerçevesinde eserimi, ruh ve fikir kumaşımı “ifrat hâlde tecrit!” diye vasıflandıran Üstadım Necip Fazıl’ın aziz hatırasına ithaf ediyorum!..
•
Büyük Doğu Mimarı’nın ifadesiyle, “ilimde tecrit, teşhis içindir; şiirde teşhis, tecrit için”… Şayet mücerret mânâsıyla örtü ve perdenin, vardıkça varılacak olan ruh ve hakikat muammasının tecellisi olduğunu göz önünde tutarsak, şiirde olduğu gibi, tecritte kalan ilimlere de “hikemiyat ve felsefe” vasıflanması içinde “sanat” izâfe edilişinin sebebi ortaya çıkar… Şiirin “seçme ve gizleme sanatı” oluşundan, umumî olarak sanatların rolüne; mânâları ve hakikatleri sürekli olarak “üst dil-üst diyalektik”e taşımadan tutun da, doğrudan doğruya imânın bu demek oluşuna; bir cemiyetteki “ruhî nizam” şartından, “ruhî muvazene” zarureti ve teminine kadar bütün meselelerin ipuçları burada… Niçin bütün “estetik ve sanat” şubelerinin ocaklaştırılması gerektiği de!.. Ve tabiî ki, eserimizin yazılış niyeti de!..
•
Son olarak söylemek istediğim mesele, sadece bu esere değil, umumî olarak İbda külliyatına bakışı da kapsamaktadır ki, şu husus:
-“Bir tabloyu seyrederken, onun kaç kilo boyadan yapıldığı düşüncesinden değil, üzerimizde bıraktığı intibadan zevk duyarız… Bunun gibi, bu eser, kuru mantık ve kısır aklın yavan tahlil ve kadavralaşmasına değil, doğrudan doğruya muhatabının estetik idrakına hitap etmekte, yani mevzuunu benimsetme ve bunun intibâını uyandırmayı amaçlamaktadır!”
Zaten, belirli bir işaret sistemi kurmam, dil ve mânâ alanı oluşturmam, bunların keyfiyet ve kemmiyet plânının aksetmesi halindeki birikimin billurlaşması demek oluşuna ve zaruretine nazaran misâl perdesi rolüm ve tecrit misyonum, yaptığımın, yapılması gereken olduğunu açıklar.
Salih Mirzabeyoğlu
Kaynak: Şiir ve Sanat Hikemiyatı, Takdim bölümü
Resim: Rukiye Şenel
1 Yorum