Bir Ülke, İnsanın Neresine Düşer?

“Vatanımızı sevelim, orası babalarımızın da ülkesidir.”
(
Friedrich Schiller)

Kendisini Ermeni, ABD’li ve Bitlisli bir yazar olarak tanımlayan William Saroyan da 1900’lü yılların başında Amerika’ya göç etmiş gurbetçi bir ailenin çocuğu. 1908’de Kaliforniya eyaletinin Fresno kasabasında dünyaya gelen Saroyan’ın hayatı da zorluklarla başlamış. Babasının erken ölümüyle, annesinin kendisiyle birlikte iki kardeşini de yetimhaneye vermek zorunda kalması belki de hayatındaki en büyük duygusal arayışların içinde yoğrulmasına neden olacaktı. Resmî eğitimle arası olmayan küçük Saroyan beş yaşında okulu terk etti. Günden güne inancını kuvvetlendiren bir arzusu vardı, yazar olmak istiyordu. Bunun için de bir yandan öykülerini yazıyordu. 25 yaşında ilk öyküsü Story dergisinde yayınlanmışı. 26 yaşına geldiğinde ise Randon House yayınevi tarafından ‘The Daring Young Man on the Flying Trapeze and Other Stories‘ isimli kitabı yayınlandı ve o yılın en çok satan öykü kitabı oldu. Öyle ki kısa zamanda Amerika’da büyük bir üne kavuştu. Genç yazar, bu kitapla göç ile ilgili deneyimlerini ve hayatındaki tecrübeleri paylaşıyor, dokunaklı bir anlatım sergiliyordu. Sürekli yazı ile meşgul oluyordu. 31 yaşında ‘The Time of Your Life’ oyunuyla Pulitzer Ödülü’nü kazandı, ancak ödülü reddetti. Düzyazıdaki başarısı onu farklı ve özel kılıyordu. Konuşur gibi, gayet akışkan ve edebî değerini de muhafaza eden bu tarzı için edebiyat çevreleri isim bile koymuştu: ‘Saroyanesque‘ işte bu tam da William Saroyan’ın kendi kimliğini oluşturan bir üsluba sahipti. Amerikan Edebiyatının en iyi kısa öykü yazarları arasında anıldı, doğumunun 100. yılında Unesco, 2008 yılını Saroyan yılı olarak duyurdu. Bu hisli yazarın tek derdi doğup büyüdüğü topraklardan ayrı kalan insanların iç burukluklarını elinden geldiğince anlatabilmekti. Bir Ermeni olması aslında hiçbir şeyi değiştirmiyordu, insanı anlatmak istiyordu Saroyan, tam olarak insanı…

İlk uzun metrajlı filmi ‘Saroyan Ülkesi’ ile yönetmen koltuğuna oturan Lusin Dink’in gayesi de bu dertli insanın öyküsünü yedinci sanata kazandırmak. 1964’te William Saroyan’ın Bitlis iline yaptığı Anadolu yolculuğunu konu alan film, biyografinin belgesel ve dramla harmanlandığı özel bir yapıt olmuş. Bitlis’ten ABD’ye göç eden bir ailenin gurbette doğan ilk evladı olan Saroyan’ın 1964 yılında ata topraklarına geri dönüşünü ve en azından geçmişinin izlerini aramaya koyuluşunu anlatıyor bu öykü. O yıllardaki yolculuğunda Saroyan’a eşlik eden ressam ve gazeteci yazar Fikret Otyam’la yapılan röportajla filmde belgesel anlatım dili de kurulmuş oluyor.

Film çeşitli mülakatların, Saroyan’ın anılarının, kendi cümlelerinin ve belgesel film tekniğinin kurmaca düzleminde sunulması ile kadrajda beliriyor. Hikâyede yer yer oyuncuların canlandırdıkları sahneler dokümanter anlatımı zenginleştiriyor. Filmin aktarımı ise birinci tekil / ben anlatıcı, Saroyan’ın seslendirilmesiyle daha patetik hâle gelmiş. Aslında izleyici olarak bizler de sesini duyduğumuz ve oyunculaştırılan Saroyan’ı göremiyoruz. Saroyan, alâmet-i fârikası fötr şapkası ve krem pardösüsüyle bize âdeta bilge bir rehberlik yapıyor. Peşinden bir zaman gibi akan gölgesiyle birlikte onun bize anlatmak istediği geçmişin oylumlarında buluyoruz kendimizi. Seslendirmenin sıcaklığı ise izleyiciyle samimi bir bağ kuruyor. Yönetmen Lusin Dink kurguyu, iç sıkan bir belgesel film handikabından huzurla ve keyifle izlenebilir bir filme doğru evriltmiş. Burada senaryonun insana dokunan yönü ve akıcılığı başı çekiyor. Görüntü yönetmenliğinin de varlığı filmde çok bariz hissediliyor. Öyle ki Saroyan’ın Doğu Anadolu’ya olan yolculuğu sırasında Zigana Geçidi, Gümüşhane ve Erzurum planları, ardından Ağrı Dağı, Van Gölü ve Bitlis sekanslarındaki görsellik Anadolu’nun ne kadar kıymetli bir miras olduğunu bizlere zarif bir dille hatırlatmak ister gibi.

Lusin Dink’in de deyimiyle “Filmin bütünlük kazanması ancak izleyicilerin filmdeki sorular ve ‘boşluk’larla ilişki kurmaya çalışmasıyla mümkün olabilir.” Zira karşımızda dedelerinin yurdunda kendi boşluğunu arayan adamın öyküsü bittiğinde kendimizi ılık bir nostaljide buluyoruz. Sahi soyumuzun neşet ettiği toprakla irtibatımızı hiç kurabilmiş miydik ya da böyle bir imkâna sahip olmuşsak o şehirde çocukluğumuzun geçtiği mekânlardan geriye bir şey kalmış mıydı? Merkezimizden savrulurken, kendimize yeni uzaklıklar ilhak ederken acaba bu yeni dünyalar içimizdeki bizin tam olarak neresine düşüyordu?

Filmde Saroyan’ın kırgınlık hislerini nazikçe betimlemesi, hatıraların Anadolu’ya olan saygısına yaslanmasından kaynaklı. Çekimlerdeki teknik hususiyetlere değindiğimizde ise filmin bütünlüğünün ince düşünülmüş işçiliklerden oluştuğu görülüyor. Yer yer öznel kameranın da kullanıldığı planlarda geçmişin acılarına Saroyan’ın gözüyle dokunuyoruz. Voiceover / anlatıcı ses için düşünülen kolaj sanatçısı Ara Mgrdichian da sesiyle Saroyan’ı tekrar diriltiyor.

Film her şeyden önce belgesel yapım üslubu açısından izlenmeyi hak ediyor. Yok olmaya yüz tutmuş anı kültürünün senaryoya olan dolgun katkısı ise perdede yenilikçi duruyor.

Bu filmde, insanın ait olması gereken toprağa ulaşma çabasına tanık olacaksınız; bir caretta caretta’nın evine geri dönüşünü anımsatan kendini tamamlama arzusuna…

‘Saroyan Ülkesi’ izleyicilerine vatanlarını ve özünü aramaya temayül edebileceği bir yolculuk sunuyor.

Abdullah Karaca

        Saroyan Ülkesi

  • Senarist – Yönetmen: Lusin Dink
  • Oyuncular: Ali Bayramoğlu, Ara Mgrdician, Artur Norikyan, Kevork Malikyan, Yalçın Çilingir, Sevinç Erol, Elmon Hayran
  • Müzik: Ahmet Kenan Bilgiç, Francois Couturier, Bartlomiej Gliniak
  • Yapım: 2013 – Fransa, Türkiye, Ermenistan
  • Dil: İngilizce, Ermenice, Türkçe
  • Tür: Belgesel, Biyografi, Dram
  • Süre: 75 dk 

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • manager , 07/02/2014

    Akaraca film eleştiriciliği kendi özgün sesini cihanşumul öğelerle bezemiş ve yeni bir ses kurmuş olan bi eleştiriciliktir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir