Peynir ve Kurtlar Üzerinden Mikro Tarihçilik

Alman Leopold Von Ranke, kendi tarihçiliğinden asla şüphe duymayan bilimsel tarihçiliğin öncülerindendir. Tarihi büyülü olarak görmez ve baktığı açıların gerçekliğinden son derece emindir. Günün birinde, Alman-Venedik ilişkilerini yazan İtalyan tarihçileri objektif olmamakla suçlar. Fakat daha sonraları Venedik arşivlerine yolu düştüğünde gördüğü belgeler karşısında yanıldığı gerçeğiyle yüzleşir. Gerçeklerin sandığı gibi olmadığını, madalyonun öbür yüzünü görünce kabul eder. Mikro tarihçilik, bize bugün ile geçmiş arasındaki uzun mesafeyi kısaltma imkânını sunmakla beraber, olaylar üzerinde enine boyuna düşünme yollarını gösterir. Gerçekliğin birden fazla yönü olduğunu, buz dağının görünmeyen taraflarını açığa çıkararak ortaya koyar.

Mikro tarihçilik, günlük yaşantımız açısından da oldukça işe yarar bir yöntemdir. Şahit olduğumuz, dinlediğimiz tüm meselelerde derinlemesine düşünme becerisi kazandırır. Tanınmış bir yazarın kitabı, son okuma için işi başından aşkın bir editöre verilmiş. Yazar, kitabının son okumasının uzun süreceğini düşünerek kitap üzerinde düşünmeyi bırakmış. Fakat ertesi sabah kitabın son okumasının yapıldığı ve yayına hazırlandığı haberini alınca çok şaşırmış. Yaşadığı durumu akılla izah edemeyince, çareyi editörü yüceltme yolunda bulmuş. Duyduğum bu hadisenin arka planı öyle miydi gerçekten? Editör imkânsızı mı başarmıştı? Elbette hayır. Editörün bir okuma ekibi vardı ve bin sayfalık eserleri bile bir gecede bitirebilecek kapasiteye sahiptiler. Her ne kadar basit gibi gözükse de tarihin arka planı bu basit gerekçelerle dolu.

Carlo Ginzburg’un Peynir ve Kurtlar isimli şaheseri mikro tarihçiliğin en nadide örneklerindendir. 16. yüzyıl sonlarında yaşayan Menocchio, değirmenci bir İtalyan köylüsüdür. Bir şekilde okuma-yazma öğrenerek, eline geçirdiği tüm kitapları okur. Okuduklarını zihninde yeniden biçimlendirerek, onlar üzerinden bir düşünce dünyası inşâ eder. Tanıştığı herkese anlatmaktan kendisini alamaz. Yerin kulağı vardır derler diye hiç düşünmez. Haliyle düşünceleri engizisyona kadar ulaşır. Düşüncelerinden dolayı engizisyonun kucağına düşen Menacchio’nun acıklı hayat hikâyesini okuduğumuz bu eserde, mahkeme tutanaklarında geçen çarpıcı savunmalarını görüyoruz. Ancak mahkeme kayıtlarının kısıtlı olmasından dolayı yazarın işi çok zordur… Carlo Ginzburg soruşturmasında mikro tarihçilik yöntemine başvurarak bu sorunu aşıyor. Bu sayede bilinenlerden bilinmeyenlere doğru bir yolculuğun kapısını aralıyor.

Yazarın çözümlemelerine baktığımızda görüyoruz ki, bir anlatının yahut meselenin sınırsız değişkeni vardır. Tarihçinin vazifelerinden birisi de söz konusu değişkenleri göz önünde bulundurma zorunluluğudur. Değişkenler bir anlatının başından sonuna değin meydana çıkan gelişmelerin öznesidir. Ancak tüm değişkenlere hâkim olmak söz konusu olamayacağı için anlatının içeriğinin derinlemesine çözülmesi ve bağlantıların olabildiğince somut hale getirilmesi gerekir. Örnek olarak karakterin söylemiş olduğu sözlerin muhtevası ve engizisyon gibi acımasız bir mahkemede bu denli rahat ve özgür söz söyleyebilmesinin nedeni nedir diye soralım. Bu soruya cevap ararken görülüyor ki, reform sürecinin başlattığı bir karşı reform ile engizisyon uygulamalarında değişikliğe gitmiş. Bir dönüşüm geçiren engizisyon, insanlara konuşma özgürlüğü tanımış. Böylece fikirler daha rahat konuşulmaya başlanmış. Sorumuz cevapsız kalsaydı, belki de Menocchio için deli ya da müthiş bir cesaret sahibi gibi tanımlamalar yapacaktık. Fakat bulduğumuz cevaplar yüceltmenin ya da aşağılamanın önüne geçiyor. Anlatının çerçevesini çizmek istiyorsak bir tutarlık gözetmeliyiz. Olayın içeriği ile dış şartların bir bütün hale gelmesini sağlamalıyız. Mikro tarihçiliğin iz sürüşü bu bağlamda değerlidir.

Anlatıların bir diğer yönü de, kavramlar ve terimlerdir. Zaman içerisindeki akışlarını tespit etmek anlatıların biçimini şekillendirecek ve bir tür gerçeklik formu kazandıracak önemli bir unsurdur. İhsan Fazlıoğlu’nun deyimiyle, lafza değil, mefhuma dikkat kesilmek gerekir. Gerçekliği bize mefhumlar verir. Örnek olarak “ruh” kavramını düşünelim. Çağlar boyunca tartışılagelen “ruh” kavramı, her dönem farklı tanımlamalar içermiş ve zihinlerde birbirinden farklı şekilde tezahür etmiştir. Bu sebeple tarihin konusu kıldığımız her meselenin kavramlar boyutuyla da derinlemesine irdelenmesini gerektirir. Başka bir deyişle, anlatıyı ve onu meydana getiren unsurların dönemsel röntgenini çekmeyi…

Kitabı okuduğumuzda göreceğimiz üzere Menocchio’nun fikri bir yeteneğe sahip olduğu ortada. Okuduklarını nakletmek yerine okuduklarını zihninde bir süzgeçten geçirerek dönüştürüyor, yeni bir forma sokuyordu. Bu terkip ve sentez durumu aslında çok okumakla değil, okuduklarının kendi kültürel dünyasındaki karşılıklarıyla yapılan bir kıyastan kaynaklanıyor. Ginzburg’un yaptığı şey ise bu zihinsel işleyişin ayırdına varmaktı. Açık bir şekilde örneklemek gerekirse Ginzburg, bir gömleği yalnızca gömlek olarak ele almıyor. Onun köklerine kadar inerek, üretildiği kumaşa, üreticisine, dokuma tezgâhına, fabrikasına vb. tüm değişkenlerine kadar bir dokümanını çıkarıyordu. Böylece genel yargıların, idraklerde soru işaretleri olarak yer edinmesini engelliyor ve açık kapı bırakmayacak şekilde hadiselerin anatomisini gözler önüne seriyordu.

Yazar, elindeki veriler ışığında, Menocchio üzerindeki çözümlemelerini derinleştirirken sık sık sorular soruyor. Parçalanmış bir anlatıdaki boşlukları doldurmanın en iyi çözüm yolu da budur sanırım. 113. sayfada “İki tin, yedi ruh ve dört elementten oluşmuş bir beden: Bu kadar anlaşılması güç ve karmaşık bir antropoloji nasıl olup Menocchio’nun kafasına yerleşmişti?” sorusunu sorarak Menocchio’nun içinde olduğu çelişkiler yumağının arka planına nüfuz etmenin yollarını arıyor. Anlatıdaki farklı bakış açılarını ve görülmeyen ilkelerin keşfi için gerekli olan sorular, sahih biçimde sorulmazsa, tarihçiler olarak kendimizi safsatalar içerisinde bulabiliriz. Fakat sorulacak doğru sorularla bilinenlerden bilinmeyeni keşfetmek kaçınılmaz. Hiç olmazsa bilinemeyecek olduğuna kani olmuş oluruz.

Sayfa 154’te bahsedilen meseleye baktığımızda yeni bir ilkeyle karşılaşıyoruz. Mecocchio’nun okuduğunu sandığımız Kur’an-ı Kerim üzerinden Carlo Ginzburg, kendisine tamamen yabancı ve farklı bir kültürü hazmetmesinin zor olacağını düşünüyor. Nitekim bu değişmez bir gerçektir. İnsanların ekseni etrafında döndüğü anlam/değer dünyaları bir başka anlam/değer dünyasıyla karşılaştığı zaman denge kurmakta zorlanır. Çünkü daha önce tecrübe etmediği bir düşünce/eylem sistemiyle karşı karşıyadır. Bu durum insanlarda ne, nerede, nasıl, niçin ve kim sorularının anlamlı bir cevabını veremeyecek olduğu için çatışmaya sebep olur. Kendi değerlerini tırnak içerisine alarak bir değerlendirme sürecini başlatır. Haliyle zaman içinde var olduğu düşünce uzayı ile beraber karşı karşıya olduğu diğer düşünce uzayı arasında anlamlı bir terkip kurmaya başlar. Bu bağlamda mikro tarihçilik üzerine şunları söyleyebiliriz: Ele aldığımız meseledeki öznelerin kökleri hangi anlam/değer dünyaya aitse bunu tespit etmek ve daha sonra tespitlerimizden yola çıkarak, varmak istediğimiz sonucu bağlayacağımız anlam/değer dünyasıyla ortak yönlerini bağdaştırmak. Örnek vermek gerekirse, Hammer üzerine yapılacak bir araştırmada öncelikle Hammer’in ait olduğu kültürün öznelerini bilmemiz gerekir. Onun yazmış olduğu eserlerin hangi nokta-i nazardan neşet ettiğini, bir anlamda derdini çözümlemekle eserlerini anlamlandırabilir ve muhtemel bir çatışmanın önüne geçebiliriz. Aksi takdirde Hammer’i anlamadan, eserlerini anlayamaz ve değerlendirmede hataya düşeriz.

Menocchio’nun Kur’an-ı Kerim’i okuduğu görülüyor. Nasıl okuduğunu sorgulamak bu açıdan önemlidir. Çünkü yaşamı, içinde olduğu dünyanın değerleriyle bir mücadele içinde. Ve Kuran’-ı Kerim’i değerlendirirken ne tür sorular olduğunu kestirebiliyoruz. Bunun için bir tür taraf olma ve okuduklarını mücadelesinde kullanma durumu vardır diyebiliriz. Hazreti İsa (a.s.) üzerinden yapmış olduğu yorumların Kur’an-ı Kerim’den alındığına dair ipuçlarımız var. Başka bir noktadan çarpıtma ihtimali de söz konu olabilir. Tarihçinin görevi, gerçeği fazlalıklarından arındırmak ve onun eksik parçalarını tamamlamak ise tüm değişkenleri göz önünde tutmak zorundadır.

Kitaptaki konunun geliştiği bağlama baktığımızda matbaa ve reform hareketlerinin yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Bu iki gelişme sıradan bir İtalyan köylüsü olan Menocchio’yu var eden nedenler olmakla birlikte onun sonunu da hazırlıyordu. Belki de çağların önemli değişimlerini biraz da sıradan insanlar üzerinden değerlendirmek gerekir. Nihayetinde tarih perdesinde seyrettiklerimiz, sanıldığı kadar büyülü şeyler değiller.  

İbrahim Orhun Kaplan

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir