“Bilinenden, sözü edilmekte olandan ayrı olan, öbür, öbürü, olur olmaz kimseler, rasgele kişiler” anlamına gelen “öteki” kelimesi, anlaşılır görünmesine rağmen çok karmaşık bir anlam dünyasına sahip. Temel bir ayrım olan cinsiyetten ekonomik duruma kadar her konuya entegre edilebilen “öteki”, insanı ve topyekun hayatı kapsayacak şekilde kullanılıyor.
“Öteki” fenomeni kapsamlı olarak ilk defa Georg Simmel’in “The Stranger” kitabında geçer. Toplumsal etkileşimler üzerine yürüttüğü çalışmalarda yerel insanı irdelerken dışarıdan gelenin yerel olana tesirini konu edinen çalışma, öteki’yi her an ayrılma ihtimali olan birey olarak gösterir. Ötekinin en öne çıkan özelliği, mevcut gruptan ayrı, belirli bir şeyin içerisinde olmamasıdır. Öteki, belirlenmemiş ilişki ağına sahiptir, bu yüzden o, yani öteki, bir tarafta -yani bir grupta- olmadan objektif yaklaşmak imkânsızdır. Ötekinin bağımsızlığı, grup içerisinde huzursuzluk ve kıskançlık çıkarabilir, ters de tepebilir. Bu yüzden dışarıdan gelen bir düşmandır.
Öteki kavramının bir kimlik sorunu olarak okunabileceği görüşü yıllardır süregelen araştırmaların neticesidir. “Ben” kendisini tanımlarken, “öteki”nde olmayan özellikleri kullanır. Kimliğini “öteki” üzerinden oluşturur. Bu yüzden “ben”in kendini tanımlayabilmesi için “öteki”ne ihtiyaç duyar. Çünkü “ben”, kendi belirlenimlerini oluşturabilmek için “öteki”nin varlığından, onda olmayan belirlenimlerden hareket ederek tamamlar. Karşıtlar, birbirinin varlık sahalarına çıktıklarında karşıtlıklarıyla birbirlerini tamamlar, anlamlandırır. Bu şekilde kendi kimlik sorununu ortadan kaldırmış olur.
Günümüzdeki “öteki” sorunu, ilkel dönemlerde ortaya çıkmış olan arsa kavgalarından, düşman tanımlamalarından ziyade her alanda kullanılır olmuş: Sosyoloji, felsefe, siyaset, turizm, sosyal medya, terör ve dahası… Artık, birey ve toplum farklılıklarının sahip oldukları özellikler değiştikçe “öteki”nin de değişimi o raddede gerçekleşiyor. “Öteki” kovulmamak üzere üzerimize yapışıyor.
Byung – Chul Han, “Ötekini Kovmak – Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim” başlıklı eserinde “öteki”nin yaşamımızdaki kılcal damarlara kadar indiği gerçeğini gözler önüne seriyor. “Aynının Terörü, Kaygı, Karşı(t) Bedenler, Ötekinin Dili, Ötekini Düşünme” gibi başlıkların bulunduğu eser, öznel ruhun hem dijital ağlarla hem kaygı ve korkularla örüldüğünü, bu nedenle bir kimlik kargaşasına yol açtığını aktarıyor.
Eseri okurken “öteki”nin, her anımızda kendine yer bulduğunu fark edebilirsiniz. Örneğin, “Aynının Terörü” adı altında sosyal medya bağlamının ele alındığı bu paragraf bizlere “öteki” ile ilgili farklı bakış açısı sağlayabilir: “Aynının terörü bugün hayatın her alanına tesir etmektedir. İnsan hiçbir deneyim yaşamadan her yere seyahat eder. Bir kavrayışa ulaşmadan her şey hakkında malumat edinir. Bilgiye erişmeden enformasyon ve veri biriktirir. Serüven ve heyecan peşinde koşar ama hep aynının içinde kalır. İnternette Arkadaş ve Takipçi toplar ama asla bir başkasıyla karşılaşmaz. Sosyal medya, toplumsalın mutlak sıfır derecesini temsil eder. Dijital araçlarla herkesin birbirine bağlanması ve iletişime geçmesi başkalarıyla yüz yüze karşılaşmayı kolaylaştırmaz. Aksine, yabancıları ve başkaları geçip, onun yerine aynı ve benzer düşünen insanları bulmaya hizmet eder ve deneyim ufkumuzun daha da daralmasına sebep olur. Bizi sonsuz bir Ben-döngüsüne sokar ve sonunda “kendi fikirlerimizi bize aşılayan bir oto-propagandaya” yol açar.
İnsanın içinde yaşamış olduğu mahrem alandan kamusal alana kadar etkisi hissedilen öteki kavramı, farklı biçimlerde yorumlanır. Hele ki, modernitenin insan üzerindeki etkisini düşündüğümüzde ortaya çıkan ötekileştirme portresi, basit bir yorumlamadan derin bir toplumsal yaraya dâhi evirilebilir. İşte Chul Han bu eserinde, günümüz toplumunun öteki algısını farklı farklı alanların kıyısından aldığı konu başlıklarıyla irdeleyip kısa bir değerlendirmeyle okuyucuya sunuyor ve her insanın, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, öteki algısını oluşturduğunu ya da öteki’ye maruz kaldığını ortaya koyuyor.
Adem Suvağcı