Leylâ ile Mecnûn Kalbin Şehrâyini

Künye: Leylâ ile Mecnûn Kalbin Şehrâyini, Nusret Özcan, Pozitif Yayınları, 2. Baskı, Ekim 2005, İstanbul.

***

Rüzgârla cezbelenip dilini damağına daha fazla yapıştırdı bir âbid ve zikrini hızlandırdı kalp kütürtüsü arttı. Benliğini unuttu, tarifsiz bir zevkle gark oldu… (syf. 11)

Çöl ve bu çıldırtıcı güzelliğiyle gökyüzü; enine ve boyuna bir sonsuzluk fısıltısı… Kum tepelerinin kavisleri içimize kıvrılır kıvrılır da bir yerleri kanırtır… (syf. 16)

Olmayanın derdi kendi kadardır fakat olanın derdi dağlar kadardır. (syf. 17)

Kalbimizden geçenler bazan basiretimizi bağlayabilir. Belki de ihmal ettiğim buydu. Belki de bilmeden, istemeden incittim Rabbimi. (syf. 18)

Bize yatağı zindan eden derdimizi, hapsedelim yatağa da, biraz da orada kemirsin bizi, diyerek Numan’ı beklemeden kum tepesine doğru ilerledi. (syf. 19)

Beklemek, bir kayıp olmamasını dileyerek, bir aksilik olmamasını isteyerek, eli kolu bağlı sabırsızca beklemek tüketirdi insanı… (syf. 30)

Kays için artık ne gece gecedir, ne gündüz gündüz… Ne yemek önemlidir, ne uyku, ne başkaca bir şey… Özlemi her batan gün çoğalarak ateş kızılı yangınlara atıyor onu… (syf. 44)

Sırrına sımsıkı sarılmış bir hüzündür bundan böyle Kays. Yüzü her geçen gün gizli kederiyle daha çok kararıyor, bakışları derinleşiyor ama bir gün, umutsuzlukla başlayan bir gün, bütün bunları bitiriveriyor. (syf. 45)

Bir kuyu gibi içinde birikiyordu Kays… Taşacağı günleri bekliyordu. (syf. 51)

“Leylâm!” diyor Kays… “Uçuruma düşmek gibi… Çığlığı atmak, yankı dinlemek gibi… Çıldırtıcı, dayanılmaz, yakıcı bir şey… Fazla bir şey bu, her şeyden fazla bir şey…” diyor. (syf. 57)

Güneş vuruyor Leylâ’nın yanaklarına Kays kahroluyor… Leylâ’nın yanakları al al, alnında incecik bir ter… Gülüşü çavlan serinliği… Gül yaprağı dudakları âb-ı hayât… Sesi seher yeli gibi okşuyor ruhunu… Gözleri yok mu gözleri? Göklerine yıldızların üşüştüğü çöl gecesi gözleri… Saçları Kays’ın ruhunu dalgalandırıyor… Süzüşü tâ can evinden vuruyor Kays’ı çaresiz bırakıyor… (syf. 58)

Güle dönerken gonca, bilin ki açtığınız yaranın kanlarıyla sulandı. (syf. 62)

Kays’a göre güneş, Leylâ’yı daha rahat görebilmek için doğuyor, ay Leylâ’dan ayrıldığı için sararıp soluyordu. (syf. 68)

İçimde kök salan dağlar şimdi gümbür gümbür yıkılıyor… Yıldızlar parçalanıp dökülüyor üzerime Nebiye… Her biri bir kor parçası olarak yüreğimi yakıyor… (syf. 74)

Çökmüş bir binaydı Kays… Kurumuş bir dere… Çürümüş bir ağaçtı… Kanatları kırık kuş… Gülleri solmuş bahçe… Bütün yolcularını uğurlamış Veda Kuyusu… Issız bir çöldü Kays… Ciğerlerine dolan hava kahır, bıraktığı soluk zehir… Gözleri boşluğa bakar gibiydi… (syf. 78)

Görmeden katlanabilinir olan şey, gördükten sonra katlanmaya güç bırakmıyor insanda… (syf. 80)

Leylâ sabahın mahmurluğunu da eklemiş güzelliğine… Bembeyaz elbisesiyle yürümüyor süzülüyor… İç çektikçe Mecnûn kahroluyor… Saçlarını yana atıyor, Mecnûn savruluyor… Göklerine yıldızların üşüştüğü çöl gecesi gözlerini gezdiriyor çiçeklerde, Mecnûn çiçekleri kıskanıyor… (syf. 95)

Leylâ için için dua ediyor Mecnûn’a. Ağlıyor ve yalvarıyor Allah’a… Gönlü ne kadar karışık Leylâ’nın… Gördüğüne seviniyor, gördüğüne üzülüyor… Onmaz bir kırıklıkla iyice kararıyor bakışları ve ağu gibi bir “Ah!…” bırakıyor… (syf. 97)

Oysa ben bu geniş çölde, azabımın lezzetiyle ne kadar mutluyum. Güya ayırdılar bizi, fakat öyle beraberim ki Leylâ ile bilemezsiniz. Bütün zamanım Leylâ ile geçiyor. (syf. 102)

Aşk koku gibidir, duyarsın ama anlatamazsın… Aşk da bir bakıma yaratılışın, varoluşun kokusu gibidir, haza cenneti duymak gibi… Önceleri cennetteydik ya… Bir garip haldir işte… Bilinen ama tarif edilemeyen bir hal… Yeryüzünde cennet duygusudur aşk. (syf. 107-108)

Kafile ağır ağır uzaklaşırken, Veda Kuyusu’na doğru bakan Mecnûn’un gözleri doldu. İçinde “Leylâ” diye bir sayha boğuldu kaldı… (syf. 118)

Geceleyin çöl rüzgârlarını dinledi Mecnûn… Onların uğultularına kulak vererek düşündü durdu karanlıklarda… Zamanı duydu… Gökleri ve yıldızları, sonra yaratılışı, varoluşu, ardından kâinatı… Sonsuzluğu fısıldayan çöl ve gökyüzü altında ne kadar yalnız olduğunu insanın… (syf. 119)

Bu çöllerde bütün gün ve gece Leylâ ile birlikteyim baba! Çöl oldum sanki… Çölü nasıl güneş kavuruyorsa bütün gün, beni de Leylâ’nın güzellik güneşi yakıyor, çöl nasıl gecenin getirdiği rüzgârlarla soğuyorsa, beni de onun hayalleri serinletiyor… Fakat içimdeki güneşler hiç batmıyor… Leylâ’nın bende süren güzelliği bitecek gibi değil… (syf. 124)

İnsan anne ve babasına da aittir evet, evlatlarına, akrabalarına ve sevdiklerine de… Her erkek biraz Hz. Âdem’dir baba… Her kadın da biraz Havva… Hz. Âdem’in anne ve babası yoktu ama Havva’sı vardı… Havva annemizin de Âdem’i… Onun için bizler çok hususi bir biçimde, ebeveynimiz ve diğerlerinden çok Havvalar’ımıza ve Âdemler’imize ait hissederiz kendimizi… (syf. 125)

Nasıl ki istedi efendimiz Ebû Bekir, bedeninin geniş olup diğer müminlere cehennemde yer kalmamasını.. Öylesine bir dilektir benimkisi… Diğer âşıklar çekmesin sevdanın bu dayanılmaz dertlerini… Onları esirge Rabbim! (syf. 136)

Leylâ, Mecnûn’un gözünde daha da yüceldi ve Mecnûn kahır dolu bir solukla içini boşalttı geceye… (syf. 160)

Aşk zaten iffetsizliği getirmez, getiremezdi… İffetsizlik gelirse o da aşk olmazdı… (syf. 185)

İki âşık da birbirleri için acı çekerek demlendikçe birbirlerine bağları kuvvetleniyordu… (syf. 186)

Leylâ, meğer ayrılık ne müthiş bir beraberlikmiş diyordu… (syf. 188)

– Hakikatler açılıyor önümde. Her merhaleden sonra bir başkası, sonra bir başkası daha, sonra bir başkası, neyini anlatayım ki. İçimde sonsuzluk uzuyor. Haller yönetiyor beni ve sizlerden çok, ama çok uzaklaşıyorum. Her o kadar tek ve o kadar biricik ki… Sürekli değişen hallerden hangi birini anlatayım? Daha birini anlayamadan, bir başka hale geçiriyor bu dert beni. (syf. 202-203)

Leylâ ne kadar yakın, Leylâ ne kadar uzak… Leylâ ne kadar hayal, Leylâ ne kadar gerçek…  (syf. 207)

Mecnûn onlara aşkın, insanın biricikliğini anlamasında en güzel tecrübe olduğunu, hürriyetin, varlığının şuuruna ermenin, kâinatın, hayatın, yaratılış sırrının aşkla kolay ama meşakkatli bir şekilde öğrenilebileceğini anlatıyordu. (syf. 238)

Ben bulunca kaybettim, kaybedince de yeniden buldum Leylâ’mı… Leylâ öyle bir şey ki, biz erkekler için… Leylâ; o her kadında bulduğumuz bölük pörçük… O her kadında kaybettiğimiz paramparça… (syf. 238)

Necid çölünde rüzgârlar bazan deliye döner, kumları kaldırıp kaldırıp bir başka yere taşır durur… Çöl yolcularından birkaçı garip bir itikadla, “Çöl Mecnûn’u hatırladı yine” der… Bazıları inanır, bazıları inanmaz… (syf. 252)

-Ha Leylâ ha Mecnûn!… Ha Mecnûn ha Leylâ!…

Söz bitmiştir artık… Bazıları inanır, bazıları inanmaz… (syf. 253)

Aktaran: Adem Suvağcı

DİĞER YAZILAR

1 Yorum

  • Mecnun , 03/04/2018

    Bir kuyu gibi içinde birikiyordu Kays…Taşacağı günleri bekliyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir