Bu mektup, Feyyaz Kandemir’in isteği üzerine kendisine yazılmış olup askere mektuptur, okunmuştur.
Sevgili Feyyaz;
Yaklaşık 4 aydır askersin ve sana mektup yazmadığımdan yakınıyorsun. Evet sana mektup yazmadım, çünkü her an beni arayıp “Kadıköy’e gidelim mi bu akşam” diyecekmişsin gibi geliyor. Seni uzaklarda tahayyül edemiyorum. Bu sebeple mektup da yazamadım bunca zaman. Çünkü mektup demek araya mesafelerin girmesi demek, ayrılık demek, gözlerden ıraklık demek. Ama ben seni istediğim zaman tahayyül edebiliyor ve seninle konuşabiliyorum. Ayrılık çok zor sanat Feyyaz. Girme o kapıdan içeri…
Askerlik nasıl gidiyor Feyyaz? Beni aradığında askerlik yapmanın sana çok yaradığını, bol bol vaktin olup, kendine dair düşündüğünü ve kitap okuyabildiğini söylemiştin. Ne güzel. Kendi askerlik günlerimi hatırlıyorum da kafayı yemediğime şükrediyorum. Çünkü özgürlük bir ihtiyaçtır ve en çok da buna askerlikte ihtiyaç duyar insan. Ya da bende böyle tecelli etti. Belki de bu da benim bir zindanım. Özgürlük isteğinden zindan olur mu deme sakın, Leyla bile yeri gelir zindan olur insana. Nitekim oldu!
Kendine dair düşünmene gelmek istiyorum. Eğer ben’ine dair düşüncelere girmişsen bir daha asla bilmiyorum numarası yapamazsın. Çünkü biliyorsun. “Ben” meselesi insanı çatlatacak bir meseledir. Ucunda insanlardan uzaklaşma ve yalnızlaşma vardır. Tutanamamak vardır. İsyan da cabası. Gerçi bu isyan ilk zamanlarda olur çünkü akli yetiler arttıkça şikâyet biter. Öfke zeki olmayan insanların sıfatıdır. İnsan ilerledikçe yani anlam dünyası derinleştikçe kusur aramaz olur. Tamam eleştirir ama gayesi yıkmak değildir. Bir görev ahlakıyla eleştirir. Bu anlattıklarımı yaşadığımı sanma sakın. Okuduklarımdan bende kalanı anlatıyorum sana. Nerelere doğru gittiğini bil istiyorum. Bu yolda kol ve bacak kırılır diyorum. Çünkü her yolun acısı varılacak yerin büyüklüğü ile orantılıdır. Benden söylemesi…
Yokluğunda yani dört aydır eskisi gibi kitaplar ve ben’imle beraberim. Kitapların amaç olmadığını hiçbir zaman unutmuş da değilim. Onlar benim için merdiven. Düşünce merdiveni. Her basamakta önüme yeni yeni dünyalar açılıyor. Kısacası müthiş bir değişimin içindeyim. Siyaset, din, dervişlik ve dahi kadın anlayışım sürekli değişiyor. Geriye doğru baktığımda mesela on yıl öncesine, nasıl bu sonuçlara varmışım diyorum. Hatta çoğu doğrularımın zaman ilerledikçe yanlış ya da yanlı bakış sonucu olduğunun farkına varıyorum. O halde burada şöyle bir neticeye gidebilirim. Gerçek mutluluk asla tensel ve maddi olamaz. Mutluluk fikri düzeydedir. Çünkü geleneğimiz insanın bu dünyaya kemali bulmaya ve cemali görmeye geldiğini söyler. Son cümle hariç diğer tüm söylediklerimden zaman ilerledikçe vazgeçebilirim ona göre.
Tabiî burada sana günahlarımı anlatacak değilim. Çünkü günah ifşa edilmez, edep böyledir. Kendisine tövbe edilir. Düşmekten bıkmayan insan ayağa kalkmaktan da bıkmamalıdır. Daha sadeleştirirsem, günah işlemekten çekinmeyen insan tövbe etmekten de geri durmamalıdır. Çünkü tövbe yenilenme demektir. Bir ağacın tomurcuğa durmasıdır. Bir yağmurda tatlı tatlı ıslanmadır. Kârın yüzüne yavaş yavaş ama kadife bir dokunuşla yağmasıdır. Geçmişe bakıp üzülmek ve geleceğe bakıp umutlanmaktır.
Evet Feyyaz, dünya dönmeye devam ediyor ama insanın etrafında. Ve insan ise bu dünyayı kendi etrafında kendinin döndürdüğünü sanıyor. Hâlbuki tüm âlem Allah’a olan ibadetini yerine getiriyor. Güneşin doğması ibadet değildir de nedir? O halde mektubumu sonlandırabilir ve âlemdeki akışıma devam edebilirim. Gerçi her an insan bir akıştadır. Cezbeye tutulmuş ve bir şeye çekilmektedir. Feyyaz sen kimin cezbesine tutuldun?
Sana iyi nöbetler diliyorum.
Sulhi Ceylan
8 Yorum