Düşünmek, insanı diğer canlılardan ayıran yegâne özellik… İnsan, düşünme sayesinde kendisinin ve çevresinin farkına varır. Bu fark sebebiyle nesneleri tanır, adlandırır, tanımlar ve böylece diğer canlılardan ayrılır. Düşünmek, söz konusu “insanı düşünmek” olduğunda çözülmesi zor bir bilmeceye dönüşür. Zira insan bir sırdır ve insanı düşünmek bir muammayı çözmeye çalışmaktır. Bu muammada kaybolmak istemeyenler, kendi hakkında düşünecek cesareti kolay kolay bulamaz. Bir aynanın sırrı kaybolduğunda o sadece şeffaf bir cam parçası haline gelir. Yani ışığı yansıtma özelliğini kaybeder, ışık aynanın içinden geçer. Dolayısıyla karşısına geçtiğimizde kendimizi değil camın diğer tarafındaki varlıkları görürüz. İnsandaki sırrı fark eden ve insana bu nazarla bakan biri, tıpkı bir ayna misali başkalarında kendini görebilir. Bu sırrı fark etmeyen ise insana baktığında kendini değil yalnızca başkalarını görecektir. İnsanı Düşünmek kitabında Sulhi Ceylan, kendini görmek, kendine dair fikir sahibi olmak isteyen insanın, başkalarının aynalarına ibretle bakması ve onların duraklarında soluklanması gerektiğini dile getiriyor. Her bir denemede okurun iç âlemine bir ayna tutmayı amaçlıyor.
İnsanı Düşünmek kitabı “Ben Aynası”, “Tefekkür Aynası”, “Bilgi Aynası”, “Duygu Aynası ve Sanat Aynası” olarak beş bölümden ve bir sonuçtan müteşekkil. Ben Aynası bölümünde yazar, beşerden insana giden yolu ve bu yoldaki durakları kaleme alıyor. İnsan olmanın ne olduğu ve beşerden insana doğru bir seyir izleyen insanın hikâyesini tartışıyor. Benlik afetinin pençesine yakalananın, insani vasıflara erişmesi zorlaşır. Bu sebeple insan önce “ben”ini tanımanın yollarını aramalı ve Ben Aynası’na bakarak iç dünyasıyla yüzleşmelidir. Bu yüzleşme kişiyi kendine karşı kör ve başkalarına karşı acımasız olmaktan kurtarır.
Tefekkür Aynası bölümünde, insanı insan yapan vasfın akıl olduğu belirtiliyor. Akıl, tefekkürle kişiyi yüzeysel bakıştan kurtaran, insanı anlamın derinliklerine nüfuz ettiren yanıyla denemelere konu edilmiş. Zira tefekkür insanın hayatta olma amacını kavramaya yönelik bir tutumdur ve kişinin kendini inşâ etme sürecini süratlendirmesi bakımından kıymetlidir. Tefekkür sayesinde insan kendine dair bilgisini artırır. Bu bilginin artması nispetinde boş ve anlamsızlıktan sıyrılan bir bakışla yani ibret nazarıyla kendine ve âleme bakar.
Bilgi Aynası bölümünde kişinin iç ve dış dünyasını anlamlandırması için bilginin temel bir araç olduğu tartışılıyor. Nitekim insanın bilgisi arttıkça kendine, hayata ve başkalarına bakışı tazelenir. Bu bakışın tazelenmesi bilginin anlamlı bir biçimde işlenmesi ve hikmetle harmanlanmasıyla mümkündür. Bu şekildeki bilgi öncelikle insanın kendine dair bilgisidir. Çünkü insanın kendine dair bilgisiyle arasında mesafe yoktur ve insan bu bilgi neticesinde bakışına yön tayin eder. Bilginin anlam ve hikmetle yoğrulması bu nedenle önemlidir.
Duygu Aynası bölümünde insanın yalnızca akıl ve bilgiyle hareket eden bir varlık olmadığı, aynı zamanda hisseden bir varlık olduğu vurgulanıyor. Zira duyguların yok sayılması kişinin insani yanının yok sayılması demektir. Ancak kişinin duygularının esiri olması tehlikelidir. Nitekim duyguların yoğunluğu insanın aklını perdeler. Duygusal bulanıklık sebebiyle tefekkür etmek güçleşir, bilginin doğru kullanımı sekteye uğrar. Bu da kişinin iç dünyasında yıkımlara sebep olur. İnsanın duygularını yok etmesi değil, onları anlayıp yönlendirmesi gerekir. Duyguların doğru yönlendirilmesi ise kişiyi hikmete yaklaştırır.
Sanat Aynası bölümünde yazar, sanatı insanın kendisiyle karşılaşmasının bir aracı olarak tasavvur eder. Çünkü sanat insana ilişkindir ve görünenin ardındaki anlam katmanlarını ortaya çıkartır. İnsan, sanatla iştigal sayesinde düşüncesini latifleştirir, tefekkürüne derinlik katar, aklını sanatın sunduğu olanaklarla yeni ilişkiler kurmaya yönlendirir ve alışılmış düşüncelerinin dışına çıkar. Sanat, insanın kendisine dışarıdan bakma imkânıdır.
Ayna kırılınca keskinleşir. Bu keskinlik dikkate alınmazsa birilerinin zarar göreceği aşikârdır. Kitaba konu olan aynaların kırılması benliğin keskinleşmesine, düşünmenin paramparça olmasına, öfke, arzu, korku gibi duyguların insanı ele geçirmesine sebep olur. Nitekim insan kendini görebileceği aynasını kırdığında, o kırıkların keskin ucuyla her zaman başkalarını yaralamaya da meyillidir.
Sulhi Ceylan, her bir denemesinde okuyucuya tutulan bir ayna gibi insanın farklı veçhelerine ışık tutuyor. Bu sayede okuru kendini düşünmeye, kendi eşiğine varmaya davet ediyor.
Oğuzhan Yılmaz