1912 yılında Müslüman olan, adını Abdulvahid Yahya olarak değiştiren, Şazeliye tarikatına intisap eden Rene Guenon; Modern Dünyanın Bunalımı adlı eserinde Doğu-Batı karşıtlığını analiz etmiştir. Onun analizi bilindiği şekliyle bir Doğu-Batı karşılaştırması değil; kadim zamanların insanı ile modern zamanların insanı arasındaki değişkenlik üzerine belirmiştir.
Guenon, örneğin Rönesans’ı birçok şeyin ölümü olarak görmüştür. Modern zaman insanı Tanrı’yı sahnenin dışına çıkarmış, kendi benliğini ve benliğinin ürünü olan aklı sahnede başköşeye koymuştur. Bu nedenle bilim de felsefe de dinden bağımsızdır. Dinden bağımsız olması da hikmetten yoksun olmasını gerektirmiştir. Modern dünyanın içine düştüğü bunalım ve kargaşanın nedeni hikmetten yoksun bırakılmış olmasıdır.
Geunon, Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri adlı eserinde de aynı noktadan hareketle çağımızın düştüğü buhranı ele almaktadır. İnsanlığın maruz kaldığı çöküşün nedeni geleneksel ilimlerden soyutlanmış olmasıdır, bu soyutlanma neticesinde de Batı’daki bilim, felsefe, sanat, psikoloji gibi alanlar diplerde gezinmekte, hiçbir derde çare üretememekte, bizatihi kendisi çaresiz bir dert olarak varlık sahasında görünmektedir.
Cemil Meriç’in “Türkiye ruhunu kaybetti” demesi gibi Geunon da modern insanın ruhunu kaybettiğinin altını çizmektedir.
Modern zaman bilginin en çok dillerde dolaştığı ve bilgiye ulaşımın en kolay olduğu zaman dilimidir belki de. Üstelik bilgi alanında bir otorite, makam, söz sahibi olanlar düzenli olarak çağımızın eksiklerini, hatalarını dile getirmeye çalışırlar. Bunu da ilericilik kavramı üzerinden gerçekleştirirler. Dünyadaki sorunların temeli insanların geri kalmış olması, belli bir uygarlık seviyesine çıkamamış olmalarından ileri gelmektedir. Ancak öne sürülen uygarlık da düşünceler de sorunları çözmeye yetmemiş, çağ geçmişten taşıdığı sorunlara kendine özel yeni sorunlar da eklemiştir. Geunon’a göre bu problemin nedeni modern aydının “gerçek ilkelerin bilgisinden” yoksun olmasıdır.
Yoksunluğun nedeni modern insanın, geleneksel bilgiyi reddederek var olmasıdır. Modern insan, geleneği inkâr ederek bir modernizm kurabilmiştir. Bu inkâr ise onu hikmetten mahrum bırakmıştır. Geunon’un gerçek ilkelerin bilgisi diyerek kastettiği hikmettir. Modern Dünyanın Bunalımı’ndan sonra, Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alametleri kitabını yazması modern insanın inkârına karşı geleneğin tek çözüm olduğunu ispatlamaktır.
Çağdaşlarının aceleciliğinin hiçbir fayda üretmediği aksine huzursuzluk ürettiğini söyleyen Geunon şöyle bir soru sorar:
“Cehaletleri sebebiyle sandıkları gibi tesadüfi olmaktan çok uzak olan, temelde hem genel hem beşeri hem de kozmik düzenin isteyerek ya da istemeyerek, kendimizi bütünleştirmemiz gereken koşulların gösterdiği alametleri izlemenin yararını anlayabilseler, yine de ‘modern’ olurlar mıydı?”
Alametleri izlemek, görünenin arkasındaki hikmete talip olmaktır. Hikmet, olanın nedenini aramaktır. Yanlışı göstermek veya belirtmek yeterli değildir, onların nasıl ve neden ortaya çıktığını göstermek yararlı ve de öğreticidir. Modern insan ise niteliğin değil niceliğin esiri olmuştur. Böyle olunca da nicelik ile yetinmiş, görüntünün büyüsüne kanmıştır. Niteliğin peşinde olsaydı, alameti fark edecek ve böylece belki de neden üzerinden tefekkür geliştirip bir hikmete kavuşabilecekti. Çünkü yanlış denilen olgunun dahi evrende bir var olma nedeni, bir var olma amacı vardır. Düzensizlik denilen durum dahi düzenin bir parçasıdır. Modern insan, düzensizliği bir hasar olarak görüp tamir etmeye çalışırken o tamir işlemi yeni bir düzensizliğe sebebiyet vermektedir, çünkü hasarın tespiti yanlış yapılmaktadır. Tespit ancak hikmet ile mümkün olacaktır. Hikmet gözden çıkarıldığında düzen anlaşılamayacağı için düzensizliğin anlaşılması zaten mümkün olmayacaktır.
İnsan, nasıl insanlıktan ve toplumdan ayrı olarak ele alınamaz, ele alınmaya çalışıldığında isabetsiz tahlillere ulaşılacaksa; aynı şekilde belli bir zaman dilimi de tarihsel döngünün dışında ele alınamayacak, alındığı takdirde isabetsiz hükümlere ulaşılacaktır. Modern dünya eğer problemler, zalimlikler teşkil ediyorsa; tarihsel döngüye bakıldığında bunun belli bir koşullara uygunluğu görülecektir. O zaman analiz daha sağlıklı olacak, böylece eğer bir çözüm varsa o çözüme de ulaşılabilinecektir.
Eğer bataklık tüm mahiyetiyle bilinemiyorsa, bataklığa adım atmış birinin ne kadar sürede boğulacağı da bilinemez, böyle olduğunda da bataklıktan kurtulmak için öne sürülen reçeteler batmanın hızını artırmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır.
Yasin Taçar