Künye: Edebiyat Kuramı (Literary Theory- An Introduction), Terry Eagleton, Çeviren: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları 2011.
***
Belki de bütünüyle farklı bir yaklaşım gerekiyordur. Belki de edebiyat kurmaca veya “hayal ürünü” oluşuna göre değil de dili kendine özgü biçimde kullanmasıyla tanımlanabiliyordur. Bu kurama göre edebiyat, Rus eleştirmen Roman Jakobson’un sözleriyle “sıradan konuşmaya karşı örgütlü bir şiddeti” temsil eden bir yazı türüdür. (sayfa 16)
Bazı metinler edebi doğar, bazıları sonradan edebileşir, bazılarına ise sonradan edebilik dayatılır. Bu açıdan bir çocuğa emek vermek onu doğurmaktan çok daha önemli olabilir. Önemli olan nereden geldiğiniz değil insanların size nasıl muamele ettikleri olabilir. Eğer sizin edebiyat olduğunuza karar verirlerse, siz ne olduğunuzu düşünürseniz düşünün, edebiyat olursunuz. (sayfa 23)
Oxford Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı profesörü George Gordon bir sömestr başlangıcında yaptığı konuşmada şöyle demiştir:” İngiltere hasta ve… İngiliz edebiyatının onu kurtarması gerekiyor. Gördüğüm kadarıyla kiliseler başarısız olduklarına, toplumsal tedavilerin etkisi de yavaş görüldüğüne göre, İngiliz edebiyatının artık üçlü bir işlevi vardır: Kanımca bizi eğlendirme ve eğitme işlevini korumayı sürdürür; ama ayrıca ve hepsinden önemlisi, ruhlarımızı kurtarmakla ve Devlet’i iyileştirmekle görevlidir”. (sayfa 37)
Edebiyat, İngilizlerin hem tarihin kâbusunu araştırmak hem de ona bir alternatif bulmak üzere yeniden bir araya gelebilecekleri bir teselli, bir kendini yeniden onaylama aracı, tanıdık bir zemin olacaktı. (sayfa 44)
Avrupa toplumunun krizi -küresel savaş, şiddetli sınıf çatışması, başarısızlığa uğrayan kapitalist ekonomiler- tarihe bütünüyle sırt çevirip mitolojiyi onun yerine yerleştirerek çözülebilirdi. (sayfa 55)
Dolayısıyla insan ruhunun hassas muvazenesi tehlikeli bir biçimde bozulmuştu ve din artık bu ince ayarı yapamayacağı için de bu işi şiir üstlenmeliydi. Richards insanı afallatan bir rahatlıkla, “Şiir bizi kurtarmaya muktedirdir; şiir kaosu alt etmenin olası bir yoludur” der. (sayfa 59)
Batı metafizik geleneğinin yanlışı, Varlığı nesnel bir kendilik olarak görüp onu özneden keskin bir biçimde ayırması olmuştur; Heidegger ise henüz özne ile nesne arasında bir ikiliğin oluşmadığı Sokrates öncesi düşünceye dönerek Varlığa her ikisini de kapsayan bir şey gözüyle bakmaya çalışır. (sayfa 77)
Yine de bir şiir, kayda değer bir anlamda, Londra metrosundaki bir levhadan çok daha özgürce yorumlanabilir. Daha özgürce yorumlanabilir çünkü Londra metrosundaki levhada dil, metnin bazı yorumlarını devre dışı bırakıp bazılarını meşrulaştıran pratik bir durumun bir parçasıdır. Bu, gördüğümüz gibi hiçbir surette mutlak bir sınırlama olmasa da önemli bir sınırlamadır. (sayfa 100)
Bu nedenle edebiyat eleştirisi ya Shakespeare’i eleştirdiği tarzda partileri de eleştirebileceğini itiraf edecektir -ki bu durumda kendi benliğini ve nesnesini kaybetme tehlikesiyle karşılaşacaktır- ya da partilerin ilginç bir şekilde, ancak farklı bir başlık altında -örneğin entometodoloji ya da yorumbilimsel fenomoloji kapsamında- incelenebileceğini kabul edecektir. Eleştirinin ilgisi en çok edebiyata yöneliktir; çünkü edebiyat, eleştiri söyleminin uygulanabileceği başka her türlü metinden çok daha değerlidir, çok daha fazla şey vaat eder. (sayfa 108-109)
Kitabı bir alegori ile bitireyim. Biz aslanın aslan terbiyecisinden daha kuvvetli olduğunu biliyoruz, aslan terbiyecisi de biliyor. Sorun, bunu aslanın bilmemesi. Edebiyatın ölümü, aslanın uyanmasına yardımcı olabilir; bu, belki o kadar da uzak bir ihtimal değildir. (sayfa 222)