Beklenen Sevgili

“Sevgili Şefkati, son mektubuna bu kadar gecikerek cevap verdiğim için senden özür dilerim” cümlesiyle başlar Selim İleri’nin son romanı “Elimde Viyoletler Beklenen Sevgili”.

Mektuplardan bir roman hayal edin. Ama bu romanda sadece bir kişinin sürekli olarak gönderdiği mektupları okuyabiliyorsunuz. Her gün mektup yazıp gönderen biri… Emekliliği yaklaşmış bir devlet memuru musahhih… Tek işi metin okumak ve düzeltmek. Akşamları eve gider gitmez mektup yazmaya koyulan ve yaşadığı hayatı belki de kendi içinde yaşadıklarını anlattığı mektuplar. İçli, yer yer acı veren ve kısmen de olsa belli bir tarihe -Tek partili hayatın son zamanlarına- not düşen mektuplar…

Romanın kahramanı, yani Şefkati’ye mektuplar yazan musahhih; ezilmiş, tek parti rejiminin baskısını sürekli üzerinde hisseden ve bu sebeple silik bir karakter. Suçsuz olmasına rağmen, müdürünün kendisine ettiği hakaretlere dahi ses çıkartmayan, hayatı kendi içinde korkularıyla yaşayan bir musahhih. Tek tutunduğu dal ise yaşadıklarını mektup vasıtasıyla anlattığı arkadaşı yani Şefkati. Neden? Neden yaşadıklarını anlatmak zorunda bu musahhih. Bu cevabı şu satırlarda buluyoruz: “Yazdıklarımı ne olur oku; başkalarına, beni tanımayanlara yazmam imkânsız! Kendime merhametim ağır basmasa yapmayacağım çılgınlık yok. Beni oku, nefes almam için ümitler ver!”

Evet, bu yoğun baskı ortamında, kendini gerçekleştirememiş olmanın verdiği ağırlık ve üstüne de bekârlık eklenince insan sadece anlatmak istiyor. Güven duyduğu birine kalbini açmak. Sadece bu. Anlatmak… Anlattıkça hafiflemek belki de. Belki de kendince sistemden intikam almak… Kendisine yapılanları anlattıkça rahatlamak… Bir çıkış yolu oluşturmak…

Selim İleri bu son romanın basılmasından sonra verdiği bir röportajda şöyle diyor: “İnsanın insana zaman zaman hiç sebep yokken büyük kötülükler yapabilmesi durumunu da işledim romanda. Bu halden kurtulabilmek de ‘gönül eğitimi’yle mümkün. Hatta belki o bile zor. Belki hepimiz pek çok hatamızla gideceğiz öteki tarafa. İnsan kibirli bir yaratık. Onu yok ettim zannettiğiniz anda, yaşadığını görüyorsunuz küçücük bir tavrınızda, sözünüzde.”

Mektuplar ilerledikçe, musahhihin mektubuna Şefkati’nin çok az cevap yazması ve bu cevapların bir kısmını sadece musahhihin mektuplarından öğrenmek, bizi, bu mektupların kime yazıldığını ve yaşanılanların gerçekliğini sorgulatıyor. Acaba bu mektuplar bir rüyadan mı müteşekkil, ya da yaşanılanların hepsi emekliliği yaklaşmış bir devlet memurunun kendi içinde yaşadıklarından ibaret mi sorusunu aklımıza getiriyor. Ya da mektupları musahhihin kendine yazdığını düşünebiliyorsunuz. Ama kesin bir sonuca varamıyorsunuz. Çünkü yazarın kullandığı dil, olayların sunuluşu ve dilin edebiliği size birçok kapı açıyor. Okudukça kendinizi o musahhih yerine koyuyor ve ilk gördüğünüz kapıdan içeri giriyorsunuz. Orada kendinizi, yıllardır peşinden gidip de ulaşamadıklarınızı, iptilalarınızı ve arzularınızı bulmanız işten bile değil. Belki de aşk. Nitekim musahhih aşkı da buluyor. Ya da bulduğunu sanıyor.

Elimde Viyoletler Beklenen Sevgili” kitabı, ömrü boyunca evlenmemiş bekâr bir musahhihin isyan eden, acısını haykıran ve aşkını dillerinden edebi mektuplar. Okunmalı ama şu unutulmamalı: İnsan her mektubu öncelikle kendine yazar. Çünkü her mektubun ilk okuru yazarıdır.

 

Serdar Kocabaş

 

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir