25 Ekim 2018 – Perşembe
Çocuklar için kumdan kale yapmak sadece oyundan ibaret değildir, bilakis o kalelerin bir gerçekliği vardır. Biri kaleyi yıkmaya yeltense hemen korumak ister ve hatta ağlarlar. Çünkü çocuklar için oyun sadece oyun değildir. Ama benim içinse biraz sonra gelecek dalgalarla yok olacak bir oyundur ve çocukların bu hali bende bir gülümseme olarak yer bulur.
İşte bu durumun benimle veliler (Allah dostları) arasındaki durumu özetlediğini fark ettim. Bizim, dünyadaki koşturmacamız, günlük işlerimiz, acı ve sıkıntılarımızı da veliler gülümseyerek izliyor. Çünkü onlar bütün bu oyunların arkasındaki hakikate nazar ediyor bu sebeple sebeplere takılı kalmıyorlar. Özgürlük bu olsa gerek. Eşyanın üzerimizdeki baskısından kurtulmak yani. Bize göre çocukların yaptığı şeyler bir oyun, velilere göre bizim yaptığımız işler bir oyun. Cilve-i rabbânî…
Oyun, bir tür güzel vakit geçirme tarzı. Zamanı öldürme de diyebilirim, tüm yanlış anlamaları göze alarak. Neden mi? Çünkü oyun oynadığımızda zamanın nasıl geçtiğini anlamayız. Zaman bize rağmen su gibi akar. Hoşça vakit geçirmek vaktin geçmesini dikkate almamayı sağlar. Hoşluk zamanı unutturur. Zamanı, yani kendimizi. O halde oyun oynamak aslında kişinin kendini unutması, kendine rağmen yaşaması, kendi ile olan tüm dertlerini mahdut bir süre boyunca unutmasıdır. Nedeni ise çok basit, insan kendiyle uğraşmaktan bıkar. Kendilik bilincine ulaşmak acı verici bir süreçtir de ondan.
Oyun derken hayat oyununu kastediyorum. Dünya meşgalelerini de… Oyunun, hakikate nispetle bir gerçekliği yok. Oyun vakit katilidir desem az bir şey söylemiş olduğumu düşünürüm. Ama bu vaktin insanın hayatı olduğunu söylesem ve cümlemi şöyle tashih etsem çok bir şey söylediğimi bilirim: Oyun, insanın kendini idam etmesidir.
Buraya kadar oyunun hîle, dolap, düzen, entrika gibi anlamlarına atıf yapmadığımı düşünürsem oyunun ne meret bir şey olduğu sanırım hepten ortaya çıkar.
28 Ekim 2018 – Pazar
Pazar sakinliği. Odamda kitapları karıştırıyorum. Yıllarımı verdiğim kitaplar elimin altında. Neden? Neden, harflerden bir dünyanın içindeyim, diye kendime çok sordum. Sayfalara dizilmiş cansız harfler, neden benim için son derece canlı? Vardığım sonuç sadece şu: Ben sadece yapmam gerekeni yaptım, fazlasını değil, eksiğini hiç değil.
Sadreddin Konevi hazretlerinin “Kırk Hadis Şerhi”ni okuyorum. Kitap, klasik kırk hadis şerhlerine hiç benzemiyor, açıkçası hadis şerhleri literatüründe farklı bir yerde durduğunu düşünüyorum. Kitabı okuyanlarında da benimle aynı düşünceye geleceğini sanıyorum. “Tövbenin bir kapısı vardır ki mesafesi yetmiş yıllık genişliktedir. Güneş batıdan doğmadıkça bu kapı kapanmaz” hadisindeki tövbe kapısının müminlerin ömürlerinden kinaye olduğunu, bunun yetmiş yıla tahsis edilmesini ise Efendimizin (s.a.v.) bir başka hadisinin şerh ettiğini söylüyor: “Ümmetimin ömrü altmış ile yetmiş sene arasındandır.” Konevi hazretleri kapının kapanmasını ise ömrün sonra ermesi olarak açıklıyor. Hadis-i şerifin son bölümü olan ‘güneşin batıdan doğması’nı ise ruhun bedeni terk etmesinden kinaye olduğunu belirtiyor. Bütün bu yorumlardan sonra şöyle diyor: “Bu hadisin bundan başka bir anlamı yoktur demiyorum. Ben sadece şunu iddia ediyorum: İnsanın yapısı âlemin yapısının bir nüshasıdır. Şeriat, kıyamet vaktinde âlemin içinde ölümü kabul edecek şeylerin ölmesinden kinaye olan güneşin batıdan doğması olayını haber vermiştir. Güneşin âlem karşısındaki durumu, hayvani ruhun beden karşısındaki durumu gibidir. Şu halde âlemde bulunan her bir özellik ve hükmün bir benzerinin veya örneğinin âlemin nüshası olan insanda da bulunması gerekir.” Yine insan meselesine geldik. Âlemin gözbebeği olan, kendinde neler saklı olduğunu bilmeyen, kabiliyetlerinin farkında olmayan hatta kendinin bilincinde olmayan insan…
Sadreddin Konevi gibi hem veli hem de büyük metafizikçilerin eserlerini okuduğumda önce eziliyorum. Çünkü karşımda muazzam bir irfan ve yorum gücü duruyor. Kitaplarının derinliği ve çıkarımlarının şuaları aklımın ufkundan bile geçmiyor. Tabiî bu durum hem beni üzüyor hem de böyle bir kitabı okuma lütfuna eriştiğim için seviniyorum. Akabinde ise insanın sadece bir bedenden ibaret olmadığını daha bir anlıyorum. Kitapta, duanın karşılığının tasavvura bağlı olduğunu ve Hakk’ı en iyi tasavvur eden kimsenin dualarının en çok kabul edileceğini okuduğumda ise çoğu bildiğimi sandığım konuları sadece yüzeysel bildiğimi fark ediyorum. Bütün bu meseleleri üst üste koyduğumda şöyle bir sonuca varıyorum: İnsan yaşlandıkça yani yıl aldıkça ilmi artmaz, sadece ne kadar çok bilmediğini anlar. Ben de, ne kadar cahil olduğumu öğrenmek için yeni bir kitap açıp okumaya başlıyorum. Okudukça azalıyor ve yokluğuma hasretle daha fazla okuyorum.
Sulhi Ceylan
Rüzgâra Tutulmuş Günler 1
Rüzgâra Tutulmuş Günler 2
Rüzgâra Tutulmuş Günler 3
3 Yorum