Zünnûn el-Mısrî hazretleri anlatıyor: Bana Yemen’de, muhaliflerle mücadele eden ve Allah için çalışanlara değer veren bir adamdan bahsettiler. Adamın akıllı, hikmet sahibi, mütevazı ve merhametli biri olduğunu söylediler. Hac için yola çıktım ve hac vazifesini yerine getirdikten sonra, sözlerini dinlemek ve nasihatlerinden faydalanmak üzere, yanımda aynı şeyi isteyen bir kaç kişiyle birlikte adamın yanına gittim. Bizimle beraber salih, Allah’tan korkan birine benzeyen bir genç de vardı. Bu genç hasta olmamasına rağmen yüzü sararmıştı. Rahatsız olmamasına rağmen gözleri çapaklıydı. Bedenen zayıf, yalnızlıktan ve halvetten hoşlanan, bakıldığında sanki başına bir musibet gelmiş veya gelecekmiş gibi duran bir gençti.
Adam yanımıza çıkınca etrafında oturduk. Kendisine ilk önce bu genç selam verip onunla musafaha etti. Yanma gittiğimiz ihtiyar bu gence güler yüz gösterip güzel sözler söyledi. Biz de selam verdikten sonra genç söze başlayıp şöyle dedi:
“Allah, lütfu ve keremiyle seni kalplerimizdeki rahatsızlığının tabibi, günahlarımızın verdiği sıkıntıları da tedavi edecek biri kıldı. Benim de derin bir yaram, büyük bir hastalığım var. Şefkatin ve merhametinle lütfedip beni tedavi eder misin?”
İhtiyar ona: “Ey genç! Buyur dilediğini sorabilirsin!” karşılığını verince de genç:
“Allah merhametini senden esirgemesin! Allah’tan korkmanın alâmeti nedir?” diye sordu.
İhtiyar: “Allah’ın bu kişiyi, kendi korkusu dışındaki tüm korkulardan emin kılmasıdır” dedi.
Genç: “Allah merhametini senden esirgemesin! Kulun, Allah’tan korktuğu ne zaman belli olur?” diye sorunca, ihtiyar:
“Allah karşısında kendisini hasta biri gibi saydığı zaman belli olur. Hasta nasıl verdiği rahatsızlıktan dolayı yemekten uzak duruyor, hastalığının uzun sürmemesi için aldığı ilacın acısına katlanıyorsa aynı şekilde Allah korkusuyla lezzetlerden uzak duracak ve bu yolda her türlü acıya katlanacaktır. Bunu yapabildiği oranda da Allah’tan korkuyor demektir!” karşılığını verdi.
Bunun üzerine genç bir çığlık atıp: “En güzel şekilde tedavi ettin ve ilacı verip iyileştirdin” dedi. Genç bir süre hiç konuşmadan şaşkın bir şekilde öylece durdu. Böyle durunca da ben ruhunun bedeninden ayrıldığını zannettim. Sonrasında genç, ihtiyara:
“Allah merhametini senden esirgemesin! Allah’ı seven kişinin özellikleri nelerdir?” diye sordu.
İhtiyar: “Sevdiğim! Allah’ı seven kişinin saygın ve yüksek bir konumu olur” karşılığını verince, genç:
“Bana bunun nasıl bir şey olduğunu anlatmanı, istiyorum” dedi. Bunun üzerine ihtiyar şöyle dedi:
“Allah’ı sevenlerin kalbi yarılıp temizlenir. Artık Allah’a kalplerinin nuruyla bakarlar. Onların bedenleri dünyada olur, ama ruhları Allah’ın katındadır. Akılları semavidir ve meleklerin safları arasında dolaşır, işleri çekip çeviren meleğe de yakinen şahit olurlar. Onlar güçleri yettiğince Allah’a ibadet ederler. Bunu da Cennete girme isteği veya Cehennemden kurtulmak için değil, sadece Allah’ı sevdikleri için yaparlar.” ihtiyarın bu sözü üzerine genç bir iç çekip bir çığlık attı ve oracıkta can verdi, ihtiyar da gencin üzerine kapandı. Ona dokunuyor ve şöyle diyordu:
“Allah’tan korkanların ölümü bu şekildedir Allah rızası için çabalayanların derecesi böyledir. Takva sahiplerinin güvencesi de budur.”
Kaynak: Hilyetu’l-Evliyâ, Ebu Nuaym el-İsbehânî, Ocak Yayıncılık, Ter: Hüseyin Yıldız, Hasan Yıldız ve Zekeriya Yıldız, 1. Baskı, İstanbul, 2005, 7. Cilt, Sayfa:506-508.
1 Yorum