K A H I R İ Ç İ N D E Y İ M
Sprey boya kutusunu son kez salladı. İçindeki misket tanesinin sesi geliyor sadece. Ağzındaki eşarbı indirdi. Yazıyı yazarken dudaklarının, yanaklarının üzerine biriken sıcaklık kaçıverdi yüzünden. Boya kutusunu çöp variline doğru attı. Gecenin bir yarısında, etraf bu kadar sessizken yaptığı gürültü yüzünden kızdı, söylendi. Birkaç evin ışığı yandı, söndü. Kedi sanmışlardır, diye düşünüp rahatlattı kendini. Bir sürü kedi var sokakta sonuçta. Her biri bir çöp kutusuna musallat olmuş. İki tanesi bir araya gelse bir çöp varilini deviriveriyorlar. Neden olmasın? Göz ucuyla, yazıyı yazdığı duvarın üstündeki pencereye baktı. Işık yanarsa o da yanmış demektir. Işık yanarsa yaptığı gürültünün aynısı içinde de başlar. Bütün sesler birbirine karışır. El ayak birbirine dolaşır. Yürüyemez, düşer kalır kaldırımlarda. “Kim o?” diye seslenseler, “Kediyim kedi!” diye cevap verse kim inanır? Yanmadı Allah’tan. Kurtuldu yanmaktan.
İki üç adım geriledi, yazdığı yazıyı okumak için. A harfi diğerlerinden büyük olmuş. K idare eder. İ’leri düz çizememiş, paranteze benziyor. Az önceki gürültüden dolayı hızlı hızlı atan kalbi yeni yeni duruluyor. Olduğu yere oturma ihtiyacı hissetti. Karşı duvarın dibine, yazının karşısına çömeldi.
Bir sokağın çocuğu olmak zordur. Doğma büyüme aynı sokaktan, aynı mahalleden hiç ayrılmamak. Herkes her şeyini bilir. Kimse kolay kolay ciddiye almaz. Belli bir yaşa gelsen bile hep bir öndedir diğerleri. Ne anlatsan boşa gider. Bu sokağın çocuğuydu bu yaşında. Çok küçük yaşlarda alışmıştı çocuk kalmaya. Belki de ciddiye alınmaya alınmaya çocuk kaldı hep. Sokağın köşesine kimin bıraktığı belli olmayan küp şeklinde kocaman bir tenekenin içinde, sırf üşüdüğü için ateş yakmak istemişti. Evdeki sobalara benzeyen bu koca tenekenin içine ilk ateşi düşürdüğü anda anlamıştı yanlış bir şey yaptığını. Boyunu aşan alevlerin korkusuyla su bulmaya çalışmış, korkudan dizlerinin bağı çözülmüştü. Çocuktu. İşi bir yerleri karıştırmak olan bir çocukluk. Bir taraflarında kurt var, kımıldamadan duramıyor dedikleri çocukluk. Eve gitse ısınabileceği, gürül gürül yanan sobanın yanında belki de uyuyakalacağı bir evi olmasına rağmen her işini sokakta halleden, her şeyi sokakta arayan çocuklardandı. O zamanlar böyle çocuklar çoktu mahallede. Eve acıkınca veya sıkışınca giden çocuklar. Eğitimi okulda alıp, aldığını sokakta unutan, unutulanın üzerine yeni şeyler öğrenen çocuklar. Herkesin içinde, hurdaya ayrılmış bir kamyonun küflenmiş mazot deposunu ateşe vermekten yediği dayağı ile aynı gün içinde birkaç yaş birden büyüyen çocuktu o. Dayağı yerken cebinde taşıdığı çakmağı düşmesin diye sıkı sıkıya tutuyordu. Suç aletini görürlerse elinden alırlar, bir de o yüzden döverler korkusuyla. Çok yönlü düşünme becerisini böyle kazandı, sonra bu becerisini kafasına vura vura geri aldılar. Bunun üzerine akıllanmadı tabii. Bakkaldan aldığı torpilin fitilini özellikle kısaltıp yaktı; kaçamadı, torpil elinde patladı. İki apartman arasından geçen, ne aktığı belli olmayan ama su olduğu tahmin edilen betondan arıklara, insanlar düşmesin diye çekilen demir parmaklıkları öyle çok sarstı ki demir parmaklıklarla birlikte arığın içine düştü. Kazasız belasız çıktığına kimse şükretmedi. Bir daha yapmasın diye yine dövdüler. Bu kadar dayaktan sonra akıllanmadı diye sanayiye verdiler. Motor ustası olur umuduyla verdikleri sanayiden dolmuş şoförü olarak çıktı. İşi öğrenene kadar yemediği azar kalmadı. İşi öğrenemedi ama iki ekmek parası kazansın diye azarlayarak çalıştırmaya devam ettiler.
Aynı hat üzerinde bin dokuz yüz seksen yedinci kez geçerken hayatında ezberlemediği her şeyin yerine ezberlediği tüm sokak, durak ve güzergâhların hatırına bir ara akıllandı. Belki de ezberlediği güzergâhlar gibi hayatı da ezberledi. Gözleri daha iyi görmeye, kulakları daha iyi duymaya başladı. Dolmuşu durduran müşteriyi tam zamanında alıyor, inmek isteyen müşterinin sesi kısık bile olsa duyuyor ve tam istediği yerde indiriyordu. Aynı anda beş müşterinin ücretlerini alabiliyor ve birbirine karıştırmadan para üstlerini teslim edebiliyordu. Kafası karışmasın diye hiç açmadığı radyoyu bile kullanmaya başladı. Tamam dedi. Bundan sonrası bir şekilde gider. Bir güven geldi üzerine. Bu güven üzerinden uçmasın diye camı bile açmadı bir süre.
Dolmuş dâhil her şeyin yolunda gittiği bir gün uzaktan bir el durdurdu dolmuşu, radyoda bir istek parça çalmaya başladı. Programa bağlanan bir dinleyici “Benden tüm sevenlere…” diye başlayan cümleyi bitirdiğinde, tüm sevenlere katıldı o da. Çalan şarkının güzelliğinden midir, yoksa dolmuşa binenin güzelliğinden mi orasını bilemedi. İçinde bir ateş yandı, söndüremedi, torpil patladı kaçamadı, bir derdin içine düştü el uzatıp çeken olmadı. Gözünü yoldan ayırdı, dolmuşu Allah korudu. Sonra bir kavşağı dönerken şarkı bitti, şarkı ile binen indi. Kavşağın karşısındaki apartmana girdi. Tıklım tıklım olan dolmuşta bir büyük boşluk oluştu. O günden sonra dolmuş hiçbir zaman istediği gibi dolmadı. Bu boşluk yüzünden bir daha rahat yüzü görmedi, zar zor başına getirdiği aklı tekrar gitti, her şey başa döndü.
Olur da bir gün tekrar aynı el durdurur diye, şarkının başladığı yerden bittiği kavşağa kadar, dolmuşu mümkün olan en yavaş şekilde kullanmaya başladı. Teyzeler sabırdan dişlerini gıcırdatıyor, amcalar ellerindeki tespihleri koparacak gibi çekiyor, sefere çıkan diğer dolmuşlar tur bindiriyordu. Hiçbir zaman müşterilerin sabrı taşmadı, arada bir yükselen sesler haricinde büyük bir olay olmadı. Şoför koltuğunda onun olduğunu görenler, diğer dolmuşu beklerim nasılsa aynı sürede gidecekler diye düşündüğünden müşterisi azaldı o kadar.
Baktı olacak gibi değil, ailesine açtı durumu. Anne babası ilkinde bir “tanıyalım, bizim mahalleden değiller, tanımadan bu iş olmaz” dediyse de ısrarların ardı arkası kesilmeyince oğullarının arkasından yola düştüler. Havadan sudan konuşmalar bitti, mesele Allah’ın emri peygamberin kavline geldi. Biz biraz düşünelim, oğlumuz ne iş yapar, durumu nasıldır, maşallah, inşallah, hayırlısı diye diye yollandılar evlerine. Hakikaten de sorup soruşturdular. Bizim mahallenin çocuğu işte, aklı bir karış havadaydı onun ya, küçükken yapmadığı kalmadıydı falan derken, ikinci el araçtan soğutur gibi soğuttular kızın ailesini. Zaten kızın gönlü var mıydı, onu da bilmiyoruz, belki bir bahane aradılar, çocuk gibiymiş sizin oğlan, olmaz dediler; bitti gitti. Bitti gitti kime göre? Bitmedi de gitmedi de.
Bir sefer esnasında aynı şarkı dolanmaya başladı dolmuşun içinde. Aracın tüm hoparlörleri onun kulağına fısıldıyordu şarkıyı. Girdiği kavşaktan çıkamadı o gün. Şarkı bitti dönmek bitmedi. Sonsuz bir döngünün içine düşmüş gibi dönüp durdu. Müşterilerden bazıları şoförün krize girdiğini düşündü, yanına gitti, usul usul konuşup ikna etmeye çalıştılar, olmadı. Birkaçı sinirlendi, bağırdı çağırdı. Durmadı. Yakasına yapışanlar oldu, kaza yaparız bu trafikte milletin canına kastederiz diye durdurdular kendilerini. Başlar dönmeye, mideler bulanmaya başladı. Sonunda mazot bitti, dolmuş durdu. Herkes kendini bir yana attı. Dolmuştan inmelerine rağmen hâlâ dolmuşta gibi hissediyorlardı kendilerini. İyi bir dayak yedi. Dayağı yerken cebinde taşıdığı anahtar düşmesin diye sıkı sıkıya tutuyordu anahtarını. Suç aletini görürlerse elinden alırlar, bir de o yüzden döverler korkusuyla. Çok yönlü düşünme becerisini tekrar kazanıyordu ki bu becerisini kafasına vura vura yine geri aldılar. İşinden de kovuldu. Birkaç gece o kavşağın ortasında otururken gördüler. Etrafında dönerken de gördüler. Kavşağın karşısındaki apartmanın önünde de gördüler ve bazen gördüklerine görmedikleri şeyler de eklediler.
Yan taraftan ne çaldığı belli olmayan, sadece sokaktan geçtiği belli olsun diye sonuna kadar açılmış bass sesinin camlara davul gibi çarptığı, hangi marka olduğunu söylemeden herkesin hangi marka olduğunu tahmin edebildiği bir araba geçiyor. Sokak, ağzına kadar gürültü ile doluyor. Birkaç evin ışığı tekrar yanıyor. Bu evlerde evhamlılar oturur. Akşam haberlerinde saati doldursun diye verilen “kötüyü çağırma” haberlerinin hepsini seyretmiş aile fertlerinin akıllarına; sabaha doğalgaz patlaması, açık unutulan bir pencere yüzünden zatürre olma, soba veya elektrik kontağından çıkan bir yangın, bunların hiçbiri olmazsa bile sabaha karşı bir deprem ile ölecekleri gelir. Bu ölümlerden çok korktuklarından hiçbir uykunun tadını tam olarak alamazlar. Çıt sesine uykuları bölünür ama çıt sesi kadar hızlı bir biçimde sesin ne olduğunu analiz edebilir, aynı şekilde kendilerini güvende hissettikleri an tekrar uykuya dalabilirler. Ama en nihayetinde sabaha kadar bilmem kaç defa bölünen uykuyla ne kadar enerji topladılarsa o kadar bir enerji ile günlerini geçirirler. Hep bu evlerin ışıkları yanıp söndü ama onun beklediği evin ışığı yanmadı. Beklerdi ki o evin ışığı yansın ama bir yandan da korkuyordu tabii. Kim çıkacak pencereye, çıkan ne anlayacak, millete ne anlatacak anlattıklarına neler katacak?
Yanan ışıklar bir bir sönüyor tekrar. Duvardaki yazı bir anlığına aydınlandı. Işıkta güzel de duruyordu aslında. Kolundaki yaralar tatlı tatlı kaşınıyor, kabukları dökülüyor kaldırıma. Bazı yara kabuklarını da kendisi kaldırıyor, kanatıyor.
Mahallenin büyümeyen çocuğu sevdiği kızın duvarına “KAHIR İÇİNDEYİM” yazıp kapattı defteri kendince. Kendisini kandırıyor da olabilir. O defterler pek öyle kapanmıyor çünkü. Her seferinde tekrar tekrar açılıyor, kabuk bağlıyor, tatlı tatlı kaşınıyor, dökülüyor her yere, sayfa sayfa…
Bu yazı burada kaldıkça bilecekler benim çektiklerimi, üzülecekler, vicdan azabı çekecekler diye düşündü evin önünden ayrılırken. Kavşağa doğru gitti, biraz bekledi. Yine baktı eve, pencereye, yazıya. Sonra kavşaktan da ayrıldı. Kendi mahallesine döndü. Bir süre ortalıkta görünmedi. Sonra kızı bir ailenin istemeye geldiğini öğrendi. “Verdim gitti, hayırlı olsun.” denildiğini öğrendi. Üzüldü. Öyle çocuk gibi üzüldü sadece. Sonra bir şeye daha üzüldü. Bu üzüldüğüne sonra güldü kendi kendine. Damat, gelinin ailesine sıcaklarda bunalmasınlar diye klima hediye etmiş. Klimanın montajını yazının üzerine yapmışlar. “K” harfi klima motorunun altında kalmış. Yazı hâlâ aynı duvarda.
“K” harfi hariç.
Ömer Can Coşkun
1 Yorum