Süleyman Mete, herkesin kaçabileceği bir çölü olması gerek diyor.
***
Koltuğuna dünyaları satın almış edasıyla yaslandı ve “Ya sıkılırsan” dedi. Sinsi gülümsemesine, sert sözlerle karşılık verecektim ki, kursağıma yerleştirdiği kiralık katiller tarafından öldürüldü cümlelerim. Sustum ve onu kendisini biraz daha iyi hissettirdim. Varımdan yoğumdan değerli kalemini alıp notlar almaya başladı. Storyboardumu çizdiğini fark ettiğimde, bileklerimdeki elektronik kelepçelerde kısa devre oluştu ve irkildim. “Ya sıkılırsan” deyip koltuğa yayıldım, satın aldığı dünyayı çalarcasına. Sorum umurunda olmamış olacak ki, şarkı listesinden yeni bir şarkı açıp tespihini eline aldı. “Burada soruları ben sorarım evlat. Soruları sorduğum gibi gerekli cevapları da ben veririm. Bir oyuna başladık ve kuralları ben koydum. Dilediğim zaman seni oyundan alırım. Senden sıkılırsam, sıkılma ihtimalimin olduğu yeni adayları devreye sokarım. Şimdi işinin başına dön.” dedi. Ofise çıkıp yasak olmasına rağmen bir sigara yaktım ve hiçbir şey yapmadan bir müddet oturdum.
Dedem, “Gitme eyleminin satır arasında koca bir vahşet, koca bir acı, koca bir zulüm var.” demişti bir keresinde. Bir süre bunu düşündüm. Acaba gitsem ne olurdu? Bilmiyordum. Marşını unutan tribün lideri gibi hissediyordum kendimi. Bu garip hissiyat denizinde çırpınırken, anneannemin “Bazı şeyleri denemeden öğrenemezsin. Dene ve gör. Ya ölürsün ya da yaşarsın” dediğini hatırladığımda çantama “Haydi gidiyoruz” dedim.
Dışarı çıktım. Arkama bakmadan uzaklaştım. Biliyordum ki dönüp çalıştığım hapishaneye baksam, kaygılarım artacak ve “Acaba hata mı yapıyorum?” sorusunu soracaktım. Orada öğrendiğim en iyi şey soru sormamam gerektiğiydi. Çünkü soru-cevap kısmı tek bir elde toplanmıştı ve biz bu eli öpüp başımıza koymakla görevliydik. Bir zamanlar tabiî.
Mutlu olmak için çeşitli atraksiyonlara girmeye gerek yok. Bazen sadece gitmek yeterlidir. Gitmek isteyen gitmeli, gerisini kalan sağlar düşünmeli.
Gidiyordum, çünkü dedem haksız, anneannem haklıydı. Gitme eyleminin satır aralarında mutluluk, huzur, rahatlık meltemleri esiyordu. Saçlarım, ahenkle tango derslerine başlamıştı. Zihnimdeki bulutlar dağılmış, tropikal iklimler hâkim olmaya başlamıştı. Maldiv sahillerinde yaz partisine katılmış gibi hissediyordum kendimi.
Tüm bu gelişmelerin çizdiği yolda kendimi Taklamakan Çölü’nün eteklerinde buldum. Kimse yoktu. Bizi bir araya getirmek için kurulmuş ama yalnızlığa hükmetmiş şehirler yoktu. Hayatımızı kolaylaştırsın diye üretilen, yine hayatımızı bilinmeyen, bulunamayan denklemlerin içine sokan makineler yoktu. Kimilerine göre kaybedişti bu. Ama bu kaybedişten aldığım tat, onların kazanmış olduğu hiçbir zaferin veremeyeceği keyfi vermişti. Bu keyfi neskafemle taçlandırdım ve henüz hava kirliliğinin kanatlarına ulaşmamış kuşları izlemeye koyuldum. Derdimin tasamın, binlerce kilometre arkamda olduğunu bilerek, hissederek biraz da gülerek.
Süleyman Mete