Nefis Terbiyesi

Bundan kırk küsur sene evvel, askerden yeni gelmiş, henüz bir iş tutmamış, evlenmemiştim… Arkadaşlarla -bir iki gündür gidip geldiğim- mahallenin kahvesinde tavla oynuyorduk. O gün bende nasıl bir hal varsa artık, karşıma oturanı rezil edip gönderiyordum. Kahvedeki herkes bizim  masanın etrafına toplanmış beni izliyordu. Karşıma kim geçse boyunun ölçüsünü alıyordu. Her yenilen, masayı terk ederken etraftaki kalabalık: “Yaşa!” , “Bravo! “, “Helal olsun!” diye naralar atıyordu. Yenilen, masadan kalkarken bir sonraki oyunun sonunda aynı ekibe dâhil oluyor, kahvedeki herkes tek tek yenilerek; tezahürat yapan, ıslık çalan, tebrik eden kalabalığa katılıyordu. Kahve kapanırken büyük bir kalabalığın alkış tufanıyla uğurlandım. Mahallemizin büyük abileri arkamdan: “Helal olsun Salih, büyük adamsın!” diye seslendiler. Bu söz içimi burktu. Aklıma rahmetli nenem gelmişti. Bazen annem dışarıdaki işleri halletmek için evi ona bırakınca, nenem abdestini alır, ocağın başına geçer, birçok dualar okuduktan sonra o meşhur sözlerinden birini söylemeye başlardı: “Her şeyi beğen kendini beğenme! Her şeyi beğen kendini beğenme!” Kız kardeşimle beraber bunu bir tekerleme, oyun zanneder, yemek pişene kadar gâh nenemin etrafında dönerek, gâh evin içinde koşturarak bu sözü tekrar ederdik: “Her şeyi beğen kendini beğenme! Her şeyi beğen kendini beğenme!” Köşeyi dönüp, arkadaşlardan ayrıldım. Sokakta yalnız kalınca, bu sözü tekrar ede ede yürümeye başladım. İçim yandı. Gözlerimden patır patır yaşlar döküldü.

O günden sonra kahveye uğramaz oldum. Yolda karşılaştığım arkadaşları bir bahaneyle başımdan savdım. İçimden bir ses devamlı: “Oğlum Salih nefsini terbiye et!” diyordu. Bu terbiyesiz nefsin haddini nasıl bildiririm diye düşünürken aklıma bir şey geldi. Kendi kendime: “Şimdi seni rezil edeyim de gör!” dedim. Henüz bahar görmeden vefat eden kız kardeşimin, hatırası olan pembe kordonlu, cicili bicili saati çekmecemde saklı duruyordu. Güzelce sildim, pilini değiştirdim, koluma taktım. Kapıdan dışarı adım atar atmaz yüzüme kanın nasıl hücum ettiğini bugün bile hatırlıyorum. Ama bu zalim nefis karşısında pes etmeyecektim. İş yerinde, camide, gittiğim her yerde, koluma taktığım bu pembe çocuk saatiyle gezmeye kararlıydım. İlk zamanlar elbisemin kolunun içinde saklıyordum. Bazen kendimi zorlayarak bazen bir anlık dalgınlıkla vakti öğrenmek için kolumu sıyırıp bakıyordum… Arkadaşlar arasında ve mahallede her ne kadar alay konusu oldu ise de bunun üstesinden gelmek zor olmadı. Bir zaman sonra alışıldı o zaman ben de alışır gibi oldum. Ama hâlâ bir devlet dairesine, bankaya veya yabancı ve kalabalık ortama girdiğimde yenimin içinde; kolumu yakan, ateşten bir halka gibi, varlığı beni sürekli rahatsız ediyordu. Böyle durumlarda için için kendime kızıyor, kibirle suçluyordum.

Zaman geçti… Hem de nasıl! Kaç kere pilini yeniledim, kaç kere kordonunu -yine pembesiyle- değiştim. Evlendim, çocuklarım, torunlarım oldu fakat hâlâ ilk defa karşılaşıp muhabbet ettiğim insanların yanında saatime bakmaya utandığım oluyordu. Tâ ki iyice yaşlandım, bastonsuz; sokağa çıkamaz, camiye gidemez oldum. Artık insanların pek de dikkat etmediği ihtiyarın  biriydim. Tam kırk yıl kolumda taşıdıktan sonra bu pembe çocuk saatini ancak nefsime kabul ettirebildim. Heyhat! Bir gün yine caminin bahçesinde otururken ezana ne kadar kaldı diye kolumu sıyırıp baktığımda içimden bir ses: “Helal sana be Salih! İnsanların alaylarına, şakalarına, garip garip bakışlarına rağmen sırf nefsini terbiye etmek için kırk yıl şu pembe saati kolunda taşıdın ya, harbiden büyük adamsın!” demez mi! Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Zalim nefis, kırk yıllık emeğime sahip çıkıp kendini terbiye etmeye çalışan Salih’in aslında diğer insanlardan ne kadar üstün olduğunu iddia etmez mi? Gözüm döndü: “Zaaliiiiiimm” diye bağırıp, sağ elimdeki bastonu kaldırıp sol koluma vurmaya başladım. Pembe saat paramparça oldu. Nefsim hâlâ: “Helal sana Salih, büyük adamsın!” diyordu. O konuştukça cinlerim tepeme çıkıyor, koluma daha hızlı vuruyor, canımı acıtarak onu susturmaya çalışıyordum. O ise: “Büyük adamsın! Yaşa Salih! Allah yolunda nefsine çile çektiriyorsun!” diyordu. O kadar hiddetlenmişim ki son darbede “çat” diye bileğimi kırdım. Artık hiddetten mi, nefsim karşısındaki çaresizlikten mi yoksa kırılmış bileğimin verdiği korkudan mı bilmiyorum: Oracıkta bayılmışım. Gözümü açtığımda hastanedeydim. Kolumu alçıya alıyorlardı. Bense hâlâ içimden: “Şimdi ne yapacağım? Bu zalim nefsi nasıl terbiye edeceğim?” diye, “ah, vah” ediyordum. Yine imdadıma nenemin vird edindiği sözlerden biri yetişti: Rahmetli nenem intisaplı idi. Dedem de intisap etsin diye çok uğraşırdı. Dedem ne zaman bir kusur işlese, mesela namazını geciktirse, nenem dizlerine vurarak evin içinde dolaşır: “Bir kâmil mürşide varmadan olmaz! Bir kâmil mürşide varmadan olmaz!” der dururdu. Kendi kendime “Ahmak” dedim. “Bugüne kadar bu söz niçin aklına gelmedi.” “Ey be Salih, kuş kadar aklınla kendi nefsini terbiye etmeye kalktın!” Hastaneden çıkar çıkmaz hemen sordum soruşturdum: Kimi, aradığım yeri bilmedi, kimi aradığım şeyi! Nihâyet burayı tarif ettiler, bahçe kapısına gelince hatırladım; – hem şaşırdım hem sevindim- rahmetli nenem dedemi intisap etmeye ikna edince, beni de beraberlerinde alıp bu tekkeye getirmişti. Nenem bizi dışarıda beklerken dedemle sohbete katılmış, sohbetten sonra da ikram sofrasına oturmuştuk. Şimdi şimdi anlıyorum; bu çatı altında yediğimiz helal bir lokmanın, içtiğimiz bir yudum suyun yahut temiz kalpli birinin başımızı okşaması ve yahut aldığımız bir duanın bereketi olmalı ki yedi yaşında ayrılıp gittiğimiz bu kapıya tam altmış yıl sonra geri döndük, elhamdülillah…

Tahir Tarık Balıkçı

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • silgim yok?? , 20/03/2023

    “intisap” meselesi de kibir meselesi de kafamı kurcalıyordu. metroda öyle boş durmayayım ne okusam diye tıklamıştım. bu kadar ilgimi çekecek bir hikaye çıkacağını düşünmüyordum. ineceğim durak gelince ne ara geldik yav dedim. neyse metrobüse bindim. hikayeyi bitirdim. bu yorumu yazarken bir durak kaçırdığımı fark ettim. şimdi ters yönde giderken yolumu bir daha kaçırmadan yorumu bitirme niyetindeyim..

  • Yılmaz Nefs , 30/03/2022

    Helal Salih büyük adamsın sonunda doğru yolu buldun :)

  • Zalim nefs , 24/03/2022

    Ne güzel hikâye !

    • Nefs-i zalim , 25/03/2022

      Ne güzel yorum :)

  • Sancı Dağı , 23/03/2022

    “Yunus Emre bunda mana var dedi,
    Bir kamil mürşide sen de var şimdi,
    Hazret Musa’ya Hızır’a var dedi,
    Bir kamil mürşide varmasan olmaz”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir