Müptela

Bugün yine bir acayibim. Senden kurtulma sancılarım benliğimi sarıyor. Güçleştikçe az kaldığını hissediyorum, az kaldı kurtulacağım senden. O kadar acizim ki… Düşüncesi bile zor geliyor. Seçme şansım olsa, biliyorum, asla vazgeçmezdim, geçemezdim zaten. Fakat ölüm gittikçe yaklaşıyor ve öldüğümde sen zaten beni terk etmiş olacaksın. Bu ihtimali daha fazla yok sayarak yaşayamam. Aslında sigarayı bir bırakabilsem istediğim her şeyden vazgeçebileceğim. Üç gündür içmiyorum. Ne zaman bir şeyden vazgeçmek istesem tiryakiliğim dikiliyor karşıma. Önce sigarayı bırakmam lâzım. Zaten her şey zihinde bitiyor, bırakırım. Nikotin yoksunluğu bir hafta, bilemedin on gün… Zor olan alışkanlıklarmış. Yemek yedin yak, arabaya bindin yak, çay geldi yak… Birlikte geçirdiğin her anı onsuz yaşamayı öğrendiğinde terk etmiş oluyorsun.

Üç gündür dışarı çıkmıyorum haliyle. Yanı başımda duran bir paket sigarayla kavga etmek istemiyorum. Mehmet abi soruyormuş, nerelerde bizim deli oğlan, bakkala uğramıyor diye. Ne acayip adam bu Mehmet abi, şurada üç ay olmadı tanışalı. Böyle çabuk gelişen samimiyetlere alışkın değilim ben. Şevki amca vardı bizim sokağın bakkalı. Üç liralık malı beşten aşağı vermezdi sağ olsun. Yeşilçam filmlerinin uyanık bakkallarını andırırdı rahmetlik. O ölünce kimse oturmadı bakkalda. Aşağı sokaktaki Mehmet abiyle tanışıklığımız da böyle başladı.

Senle tanışmamız da ölüm kadar üzücü ve soğuk. O gün, senden ayrıldıktan sonra Yasin görünce beni, n’oldu sana diye sormuştu, yüzün çehren değişmiş, n’oldu sana? Yıllar geçti aradan, halen yüzümde taşıyorum seni, çamur lekesi gibi. Yüzümü yıkayarak başladığım günlerin sayısını bilmiyorum artık. Evet, bu son, bu son, bu son…

Belki bir sabah seni hiç tanımamış gibi uyanacağım. Uzak değil bu ihtimal. Fakat ne anlamı kalır bu ayrılığın? İrademle vazgeçmek istiyorum senden; kat’i ve dönüşsüz bir ayrılık. Unutmak, hiç görmemişim gibi yaşamak hatta bir gün karşılaştığımızda bile yabancı gibi geçip gitmek yanından… Hayır, böyle olmamalı. Allah’ım… Varlığım yarattıklarına ve düzenine kıyasla o kadar küçük ve önemsiz ki; bu vazgeçişin senin yanında hiçbir kıymeti olmayabilir. Olsun, darılmam sana. Benim için çok büyük oysa. Ruhumu her an eriten bu zalim tuzruhundan kurtulmak isteyişime sen de bir paha biç. Tut ellerimden…

Gençlik yıllarım bir sarkacın yörüngesinde geçti. Dünyayı kurtarmakla, sessiz sedasız yürüyüp gitmek arasında, ne olmak istediğimi arayarak, yaşam hikayesi bittiğinde hangi izi bırakacağımı, hangi şarkıyla anılacağımı sorarak erittim günleri. An geliyor zifiri karanlık gibi görünmez olmak istiyordum. An geliyor, sahne ışıkları alnımda parıldasın, alkışlar eşliğinde kalabalığı selamlayayım arzularıyla dolup taşıyordum. İnsanım işte, iki olmazlığın arasında hayal seçmekten ibaret bir ruh, devlet nezdinde bir sayı, otobüste bir kişilik yer, gün sonunda kefen ve biraz toprak, hepsi bu kadar. Bunu kabullenmem zor oldu. Bu hakikate itiraz ettikçe senin yanında buldum kendimi. Her şeyi unutturan büyülü yüzün vardı senin. İlk zamanlar mutlu olurum sandım sana geldikçe. Zamanla varlığın sıradanlaştı. Dünyanın en leziz yemeğini her gün yemek, her sabah o eşsiz manzaraya karşı uyanmak, duyguları renkten renge boyayan o şarkıyı peş peşe dinlemek gibi bir şeye dönüştü. Işıltın kayboldu. Bırakıp gitmek için eşsiz fırsat sandım o anları. Uzaklaşınca anladım, müptelaydım artık. Olmuyordu. Seni hatırlatan en ufak bir şey tüm pişmanlıklarımı unutturuyor, sana kavuşma arzusu her şeyin önüne geçiyordu. Ne akıl ne irade… Müptelaydım işte. Bu hakikati kabullenmem de uzun sürdü. Artık kararlıyım, ölüm yaklaşıyor ve sen çekip gitmeden vazgeçmeliyim bu sevdadan.

Bir acayibim dedim ya. Senden kopmak kalbimin her bir zerresine bağlı ipleri tek tek sökmek demek. Gittikçe büyüyen bu sancıyı biraz olsun unutabilmek için dışarı attım kendimi. Hem Mehmet abiye uğrar iki lafın belini kırarım diye. Bakkala girince kasanın arkasındaki paketlere takıldı gözüm. Davetkar duruyorlardı.

– Hayırlı işler Mehmet abi!

– Ooo kanka neredesin ya… Ne var ne yok?

– İyidir abi. Biraz ciğerlerim ağrıyor kaç gündür, sigaraya ara vermiştim.

– Ben de seni görmeyince Nihat’a sord…

– Sağ ol abi. Bir touch blue versene oradan…

İbrahim Halil Aslan

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • Cemil , 05/02/2025

    Sartre, Bulantı’da şöyle demişti: “İnsan kendini bir alışkanlığa kaptırdığı zaman, artık onu sorgulamaz. O artık vardır, her zaman olmuştur.”
    ve Camus, Yabancı’da şöyle: “Alışkanlık her şeyi açıklıyor ve her şeyi esir alıyor.”
    Alışkanlıklar hayatın bir parçası haline geldiğinde yeri artık yadırganmıyor. Salonda bir koltuk onun, mutfakta bir bardak, belki gardropta bir gömlek… Yalnızca insanın kendisi değil çevresi de onu benimsiyor. Küçük bir çocuk “babam sigara içiyor” diye anlatıyor arkadaşlarına. Sigara normalleşiyor.
    Bağımlılıklar çoğunlukla kötü olsa da bağımlı olabilme, alışabilme yetisi insana verilmiş bir nimet. Yoksa insan nasıl adapte olurdu dünyanın binbir rengine. Bunu farkedince Dostoyevski’yi anlıyor insan: “Ama söyleyin bana, kim hayatını bilinçli bir şekilde, bile isteye, kendi zararına yönlendirmiştir? İnsan ancak budalaysa, kendi zararına hareket eder. Ama belki de insanın yalnızca budalaca değil, bazen bilinçli olarak da kendi zararına hareket etmesi gerekir. Belki de insanın gerçekten istediği şey budur?”

  • FK , 27/01/2025

    Çok güzel.

    “ Âşıka ta’n etmek olmaz müpteladır neylesin
    Âdeme mihr ü muhabbet bir beladır neylesin”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir