Yandım! Annemin kuyudan çekip testiye doldurduğu suyu, doya doya içtikten sonra başıma döktüm.
Dedem Yürek Yakub, uzakta, belli belirsiz gözüken evin damında oturuyordu. Dedem pek konuşmaz. Annemin anlattığı kadar bilirim onu: Gençliğinde Hatice neneye yanıkmış. Hatice nene de ona..
Dedemler kaç kere istemeye gitmişler, abisi Kopuk Rüstem vermemiş. Onlarda kaçmışlar. Abisi haber alır almaz peşlerine düşmüş, karşı tepenin üstünde yetişmiş. Arkadan attığı saçma mermisi Hatice neneye isabet edince tökezleyip kuyu gibi bir çukura düşmüş. Dedem de beraber. Hatice nenenin ağzından ince bir kan akmış. “Yandım Yakub’um, biraz su!” demiş. Dedem önce tepenin aşağısında ki kuyuya gitmeye davranmış sonra, ben gelene kadar ölür diye korkmuş, kalakalmış. Hatice nene: “Yandım Yakub’um, niçin su vermezsin?” demiş güç bela. Dedem susmuş, diyememiş. Hatice nene oracıkta, başı dedemin kucağında can verince dedemin aklı başından gitmiş: “Beni vur, bende öleyim” diye, elinde tüfekle dona kalan Kopuk Rüstem’in üstüne koşmuş. Kopuk, bir elde dedeme sıkmış. Saçmaların çoğu dedemin yüzüne isabet etmiş ama dedem düşmemiş. Gelmiş yakasına yapışmış, döve döve öldürüyormuş da, oradan geçen köylüler yetişmiş. Nihayetinde Kopuk Rüstem jandarmaya teslim edilmiş. Dedemse Hatice neneyi vefat ettiği çukura gömmüş. Sonra (Her ilkbahar bembeyaz çiçekler açan) bir erik ağacı getirip kabrinin başına dikmiş. İşte şimdi dedemin, evin damında, mindere oturup sabahtan akşama kadar seyrettiği o tepe, o bir gelin gibi donanmış erik ağacı Hatice nenenin mezarıdır. İlk zamanlar dedem çoğu vakit eve gelmez, Hatice nenenin mezarının başında beklermiş. Gece gündüz bir divane gibi mezarın olduğu tepede dolanır dururmuş. Eve uğradığı bir gün evin avlusunda Fadime nenemi görmüş: Hatice nenenin küçük kız kardeşini… Elinde bir elbise çıkını, öyle mahzun, öyle kimsesiz, boynunu bükmüş bekliyormuş. Daha çocuk denecek yaştaymış. Dedem bir çift söz etmeden geçip gitmiş yanından, dedemin anası anlamış ama elden ne gelir. Bir gün köyün yaşlıca imamıyla muhtarı dedemin yolunu kesmişler “Kopuk Rüstem Hatice’ye acımadı, bari sen Fadime’ye acı, köylük yer, kızcağızın anası yok, babası yok, Kopuk Rüstem’in kız kardeşini almaya da kimsede yürek yok. Karın yapmayacaksan al bari kardaşın yap demişler.” Dedeme boşa dememişler Yürek Yakub diye; merhamet etmiş, bacı kabul etmiş ama anasıyla babası sen gelin getir, biz evlat edinelim, başka türlü olmaz deyince mecbur boyun bükmüş. O günden sonrada ne doğru düzgün ağzını açıp konuşmuş ne Hatice nenenin mezarına gitmiş ne de o tarafa başını çevirip bakmış. Tâ ki Fadime nenem vefat edene kadar. Yalnız annem kaç kere görmüş; erik ağacının çiçek açtığı mevsimde, dedemin dudak kenarlarında başlamak üzere bir tebessüm, gözlerinde küçük bir heyecan titremesi olurmuş. O kadar. Başka da o günleri hatırlatan bir şey yokmuş halinde. Yüzünde ki yedi saçma mermisinin izinden başka: Biri tam gözünün altında bir ben gibi, biri belli belirsiz dudağında, üçü yanağında, iki tanesi de yan yana alnının ortasında; tamı tamına yedi kurşun.
Sonra babam doğmuş. Dedem susmaya devam etmiş. Babam dedemden hep kaçmış. Korkudan veya bir şey duyduğundan, bildiğinden değil, sebebini bilmediği bir pişmanlık hissetmiş belki. Babam hep susamış. Hep su istemiş, su aramış. Evin önünde bir kuyu varken bir tanede arka bahçeye kazmış. Sonra tarlaya götürdükleri su yetmeyince bir kuyu da oraya kazmış. Yetmemiş tarlayla ev arasına, köyle kasaba arasına kuyular kazmış, su çıkarmış. Babam hep susamış. Evlenmiş… Ben doğmuşum… Kuyu kazmaya devam etmiş… En son nasıl olmuş niye yapmış bilinmez bir sabah evden habersiz çıkıp gitmiş. Bir kaç gün haber alamamışlar. Sonra bir kaç köylü kapıya gelmişler: Babamı, Hatice nenenin mezarının başında, erik ağacının altında, kazdığı kuyunun dibinde ölü bulmuşlar. Ben o zaman küçüktüm, annem bana gözü gibi baktı. Şimdi koca delikanlı oldum. Hâlâ üstüme titriyor. İçinde hep bir endişe taşıyor. Hele Zeynep’ten söz açtığım günden beri, iyice durgunlaştı. Zeynep’in babası için; “Kızını sana vermez o adam, rahmetli baban bizim tarlada kuyu açtığı gün, onun bahçesinde ki kuyunun suyu çekildi. O günden beri gizli gizli kin tutar.” dedi. “Zeyneb’in de bende gönlü var, vermezse kaçarız!” dediğimde, annemin eli ayağı boşaldı, yüzü renkten renge girdi; “Var git dedene… Olur ki bir yolunu bulur, benim aklım ermez” dedi. İşte kaç gündür uykularımı kaçıran, canımı sıkan mesele bu. Şimdi gidip damda oturan dedemin karşısına geçip, -yıllardır bir türlü doğru dürüst konuşamadığım özbeöz dedeme- içimi dökmem, meramımı anlatmam gerekiyor.
Kalktım gittim. Dedem her zaman ki gibi bağdaş kurmuş Hatice nenenin kabrinin olduğu tepeye bakarak dalıp gitmişti. Karşısına oturdum. Yüzünde ki haşmet beni titretti. Saçma mermilerinin izlerine bakarken söze nasıl başlasam diye düşünüyordum. Sonra gözlerinin içine baktım. İki derin kuyu gibiydi. Elimde olmadan içine düştüm. Daldığım karanlıkta önce kazma kürek sesleri duydum sonra babamı gördüm. Babam bir kuyu kazıyordu. Alnından boncuk boncuk terler akıyordu. Sonra kuyunun etrafını genişletti, bir mezar gibi oldu. Bu da nesi? Bir kefen içinde Zeyneb’i getirdiler; babam Zeyneb’in mezarını kazmıştı. Aman Allah’ım! İrkildim. Bir kâbustan kurtulmak ister gibi çırpındım. Kendime geldiğimde dedemle göz gözeydim. Hiçbir şey söylemedi, anlamıştı.
Dedem sustu, babam susadı, ben yandım!
Tahir Tarık Balıkçı