Tam otuz yıllık memuriyet hayatının sonuna gelmişti Gazanfer Sami. Bölüm şefi, elini uzatıp “Yeni işiniz hayırlı olsun, uzun bir çalışma hayatı sizi bekliyor” dedikten sonra odasından masasına kadar eşlik etmişti Gazanfer Sami’ye. Masanın üzerinde bir daktilo bulunuyordu. Takım elbisesini ilk -ve sonuna kadar ilk kalacak- işi için almıştı. Sağ cebinden siyah bir dolma kalem çıkarıp daktilonun yanındaki bir tomar kâğıdın yanına koymuş, daktiloyu kendi yazabileceği şekilde hizalamıştı. Mürekkep şeritlerini kontrol etmiş, masanın üzerine tekrar göz gezdirdikten sonra her şeyin hazır olduğuna kanaat getirmiş ve derin bir nefes almıştı. Aldığı bu nefesi verdiğinde bir de baktı ki 30 yıl bir kibrit çöpünün kıvılcımdan ateşe ulaşması kadar hızlı geçmişti. Ve zaman; aynı kibrit çöpünün “çöp”lükten “kül”e dönüştüğü gibi, birçok şeyi değiştirmişti. Şimdiye kadar, bir külün tekrar kibrit çöpü olduğu şu teknoloji çağında dahi görülmemişti. Dolmakalemlerin yerini tükenmez kalemler aldı. Daktilolar yerini bilgisayarlara bıraktı. Hatta bilgisayarlar o kocaman halinden kurtulup incecik bir hal aldı. Bilgisayarın yanına yazıcı geldi. Gazanfer Sami’nin gözlerinin önüne gözlük geldi. Yaş ilerledikçe gözlük burnun ucuna geldi. Bazı zamanlar anasından emdiği süt burnundan geldi. Birkaç yılda bir, ihale usulü mobilyalar değişti. Müdürler, hizmetliler, iş arkadaşları değişti. Bazıları sevildi, bazılarına sövüldü. Ama hepsi ile veda yemeği yendi ve daima yüzlerine gülümsendi. Her yeniliğe uyum sağlamak gittikçe güçleşti, ekmek parası sonuçta mesailere kalınarak da olsa çağa ayak uyduruldu; uyduruldu ama Gazanfer Sami, bu dünya düzenine uyum sağlamaya çalışırken 30 yıl hediye etti ömründen.
Düzeltelim.
Otuz yıl olmasına bir mesai günü kaldı. Bu son mesai bittiğinde de uzun bir yaz tatiline çıkmayı planlıyordu. Hâlbuki şubat ayında emekli oluyordu. Kendisine kalan yıllar -ki ne kadar kaldığını bilmiyoruz. Çok olduğunu düşünüp sevinmek, az kaldığını düşünüp üzülmek okuyucunun fıtratına kalmış!- ne kadar soğuk olursa olsun, yaz günü gibi gelecekti. Özgürlüğünü ilan ediyordu Gazanfer Sami. Yaklaşık dokuz saat sonra özgürdü, saçlarındaki beyazlarla. Bu özgürlüğünü akşam güzel bir et yemeği ile kutlayabilirdi ama dokunuyordu ağır yemekler ve de uzun süredir perhiz yapıyordu. Koşa koşa çıkabilirdi kurumdan, yıllardır oturduğu masanın şeklini almış göbeği, kuvvetten düşmüş bacakları olmasaydı. Kuvvetten düşmüş bacakları için termal tatil düşünüyordu. Emekli ikramiyesinden bir termal parası ayırmıştı bir de Hac parası. Geriye ne kaldı? Kefen parası… Bu kadar karamsar olmayalım, aslında bu karamsarlık tamamen yazarın müdahalesi. Yoksa Gazanfer Sami, son iş günü olduğu için mutluydu. Aynalara dahi gülümsüyordu, takma dişleriyle.
Gazanfer Sami odaya girince yıllardır beraber çalıştığı arkadaşı Cahit bir heyecanla masasından kalktı, arkadaşına sarıldı. Gazanfer Sami’ye imrenerek bakıyordu.
“Yedin mesleği be Gazanfer! Şimdi keyfini sür hayatın”, dedi.
Gazanfer Sami bir heyecanla “Özgürlüüüüük” diye bağırmayı denedi. Ağzından çıkan üçüncü “ü”den sonra öksürmeye başladı. Yüzü kızardı. Öksüre öksüre masasına geçti. Sürahiden bir bardak suyu doldurduğunda öksürüğü yavaş yavaş hafiflemişti ama üstüne bir bardak su içmek iyi gelirdi. Öksürüğün mü? Yok, 30 yılın. Öksürüğün tabiî ki! Gazanfer Sami su içmek için uğraşırken Cahit de arkadaşının sırtına vuruyordu.
Masası bomboştu. Cahit son gününde arkadaşımı çalıştırmam diyerek bütün işleri kendi masasına toplamıştı. Gazanfer Sami okuma gözlüğünü taktı, iki haftada “çift tıklamayı” öğrenebildiği -Seri bir şekilde işaret parmağını oynatamıyordu. Ya süresini uzun tutuyordu ya da iki yerine üç dört kez tıklıyordu- fareyi kapana kıstırıp biraz internette haberlere bakarak vakit geçirmek istedi. Gözüne bir haber ilişti. Kendi kendine güldü. Sonra Cahit’e dönüp “Dünya’nın dönüş hızı yavaşlamış, öyle diyor haberler.” dedi.
Cahit, “Tüh! O da senin emekli olacağın güne denk geldi” dedi.
“Geçmez şimdi bu vakit, ne yapacağım ben?” dedi Gazanfer Sami.
Gülüştüler. Gazanfer Sami saate baktı.
Saat dokuzu yirmi geçiyordu.
Siyaset, trafik kazaları, spor, ekonomi haberleri derken bakacak haber kalmayınca, yerimize gelecek adama ayıp olmasın masamızı temiz bırakalım, diyerek masa üstünü, çekmeceleri toparlamaya, gereksiz eşyaları çöpe atmaya başladı. Özel eşyalarını eve götürmek için ayırdı. Devamlı eğilip iş yapmaktan beline bir ağrı girdi. Ayağa kalkıp belini esnetmek için birkaç hareket yaptı. Saate baktı.
Saat dokuzu yirmi geçiyordu.
Odanın içinde bir süre dolaştı. Cahit’in yanına gitti. Müfettiş edasıyla, şakayla karışık yaptığı işleri sordu. Biraz pencereden etrafı seyretti. Bir ara gözleri uzak bir noktaya daldı, gitti. Kendine geldiğinde saate baktı.
Saat dokuzu yirmi geçiyordu.
İçine bir sıkıntı girdi. Zaman akmıyor, diye düşündü kendi kendine. Boş boş oturmaktan oluyor bunlar, bana bir meşgale lâzım diyerek Cahit’in aldığı dosyalardan birkaçını masasına getirdi. Bilgisayarının başına geçti. Evrakları incelemeye ve bilgisayara işlemeye başladı. Gazanfer Sami yazı yazarken iki işaret parmağını kullanmanın ötesine geçemedi hiçbir zaman. Diğer parmaklarıyla yazmaya çalıştığında harflerin yerini tutturamıyor, birden çok harfe basıyordu. Klavyede bastığı her tuştan sonra harfi yazıp yazmadığı konusunda evham yapıyordu. Bu nedenle yaptığı tüm işler haddinden fazla uzun sürüyor ve her seferinde yanlış bir şey yazmak kaygısıyla durmadan ekrana bakıyordu. Uzaktan, bilgisayarın her dediğine kafa sallayan biri gibi görünüyordu. Dosyayı incelemeyi bitirdi. Arkasına yaslandı. Saate baktı.
Saat dokuzu yirmi geçiyordu.
Bu hiç mantıklı değildi. Sinirlenmekle, şaşkınlık arasında sıkışmıştı. Ters giden bir şeyler var, diye düşündü. Yok, gitmeyen bir şeyler var. Duran bir şeyler. Son günün geçmemesi üzerine birçok emekli hikâyesi dinlemişti. Bu da onlardan biridir herhalde. Ama bir türlü anlayamıyordu. Odanın duvarında asılı duran kocaman saate bakıp duruyordu. Zaman bana oyun oynuyor, zihnim de oyun oynuyor olabilir, ne kadar oyunları varsa göstersinler, bugün her halükârda geçecek, dedi kendi kendine. Masasına aldığı dosyayı raflara yerleştiriyordu ki Cahit, “Yahu saat durmuş Gazanfer görmüyor musun? Nasıl da aşkla işine konsantre olmuşsun vay beee” diyerek ahizeyi kaldırıp kurum telefonundan dahili bir numara çevirdi. “Selamlar abi, odamdaki duvar saatinin pili bitmiş, sana zahmet bir değiştiriver” dedi. Telefonu kapattı.
Birkaç dakika sonra kapıyı tıklatarak içeri bir hizmetli girdi. Selam verdi. Gazanfer Sami’nin yüzüne baktı. Gülümsedi. Cahit’in tanıdığı hizmetliyi gariptir ki Gazanfer Sami hiç görmemişti. Hizmetli duvar saatine baktı. Saati yerinden söktü. Biten pili yerinden çıkarttı, önlüğünün sol cebine attı. Sağ cebinden aldığı yeni pili taktı. Saati kulağına dayadı. Birkaç saniye saatin çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Sonra Gazanfer Sami ve Cahit’e dönüp “Saat kaç?” diye sordu. Gazanfer Sami’nin o sırada içi rahatlamıştı. Zihnini daha rahat kontrol etmeye başladığı için kendi aptallığına güldü. Bilgisayar ekranında bir saat olduğu şimdi aklına gelmişti. Cebinde telefon vardı. Bilgisayar ekranına baktı: 09.20. Cebinden telefonunu çıkardı. Net görebilmek için gözlerinden uzakta tutarak gözlüğünün üstünden ekrana baktı: 09.20. Cahit’e seslendi, saati sordu. Hiçbir şeyi garipsemeden önündeki ekrana baktı “dokuzu yirmi geçiyor” dedi. Gazanfer Sami sinirlendi. Madem tüm saatler aynı zamanı gösteriyor nasıl anladın saatin durduğunu Cahit?!
“Gazanfer baksana, ibreler yerinde sayıyor”, dedi.
Cahit işine döndü. Hizmetli kimsenin ona yardımcı olamayacağını düşündü, cebinden antika bir köstekli saat çıkardı. Saatin üst düğmesine işaret parmağı ile dokundu, kapak açıldı. Hizmetli saate baktı. Saat on ikiye on var, dedi Cahit ve Gazanfer Sami’ye bakarak. En iyisi birer kol saati alın kendinize, dedi, gülümsedi. Eliyle saatin ayar düğmesini çevirmeye başladı.
Gazanfer Sami odaya girince yıllardır beraber çalıştığı arkadaşı Cahit bir heyecanla masasından kalktı, arkadaşına sarıldı. Gazanfer Sami’ye imrenerek bakıyordu.
“Yedin mesleği be Gazanfer, şimdi keyfini sür hayatın”, dedi.
Gazanfer Sami bir an duraksadı. Cahit’e döndü. “Biz bu anı daha önce yaşadık Cahit”, dedi. Cahit, Gazanfer Sami’nin yüzüne baktı, bir kahkaha patlattı. Gazanfer Sami irkildi. “Çok istiyordun emekli olmayı, kim bilir kaç defa rüyanda gördün bugünü”, dedi.
Gazanfer Sami bu anı yaşadığından çok emindi. Birkaç defa daha bu anı yaşadığını söylese de inandıramadı Cahit’i. “Ne diyorlar ona “dejavu” mu? Sen dejavu olmuşsun Gazanfer. Merak etme akşam eve gidince hiçbir şeyin kalmaz”, dedi Cahit. Gazanfer Sami mecburen inandı böyle bir anı yaşamadığına. Masasına geçerken bir öksürük peyda oldu. Suyu doldurana kadar hafifledi öksürüğü. Cahit sırtına vurdu. Gazanfer Sami saate baktı. Zaman kendi seyrinde akmaya devam ediyordu.
Masası bomboştu. Cahit son gününde arkadaşımı çalıştırmam diyerek bütün işleri… Gazanfer Sami okuma gözlüğünü taktı… biraz internette haberlere bakarak vakit geçirmek… gözüne bir haber ilişti… Cahit’e dönüp “Dünya’nın dönüş hızı yavaşlamış, öyle diyor haberler”…saat dokuzu yirmi geçiyordu… masamızı temiz bırakalım… saat dokuzu yirmi geçiyordu… odanın içinde bir süre dolaştı. Cahit’in yanına gitti… saat dokuzu yirmi geçiyordu… zaman akmıyor diye düşündü… bana bir meşgale lazım… dosyalardan birkaçını masasına getirdi… dosyayı incelemeyi bitirdi… saat dokuzu yirmi geçiyordu… masasına aldığı dosyayı raflara yerleştiriyordu ki Cahit “Yahu saat durmuş… telefonundan dahili bir numara çevirdi… içeri bir hizmetli girdi… hizmetli duvar saatine baktı… yeni pili taktı. Saati kulağına dayadı. Birkaç saniye saatin çalışıp çalışmadığını kontrol etti. Sonra Gazanfer Sami ve Cahit’e dönüp “Saat kaç?” diye sordu.
Gazanfer Sami’nin o sırada içine bir sıkıntı düştü. Zihnini kontrol edemiyordu. Yaşadığı anın içinde kurduğu cümleleri, yaptığı hareketleri bile bile tekrar etti. Hizmetlinin cebinden köstekli saatini çıkarmasını seyretti. Birazdan kurşuna dizilecek bir mahkûm gibi hizmetlinin saatini cebine koymasını ve duvar saatinin ayarlamasını bekledi. “En iyisi birer kol saati alın kendinize” cümlesini hizmetli ile birlikte tekrar etti. Hizmetli eliyle saatin ayar düğmesini çevirmeye başladı, gülümseyerek.
Gazanfer Sami odaya girince yıllardır beraber çalıştığı arkadaşı Cahit heyecanla masasından kalktı, arkadaşına sarıldı. Gazanfer Sami’ye imrenerek bakıyordu.
“Yedin mesleği be Gazanfer, şimdi keyfini sür hayatın”, dedi.
Gazanfer Sami anlamsızca arkadaşının yüzüne baktı. Ne yapacağını, ne diyeceğini bilmiyordu. Bu anı yaşadığına emindi. Hem de ikinci kez. Cahit’e bugün saat on ikiye on kala’ya kadar neler yapacağını anlatabilirdi. Bu anı tekrar yaşıyoruz Cahit, diyebilirdi. Fakat Cahit’in inanmayacağı kesindi. Cahit de Gazanfer Sami’nin şaşkın haline anlam veremedi. “İyi misin Gazanfer”, diye sordu. “İstersen bir bardak su iç.”
Gazanfer Sami masasında duran sürahiye baktı. Suyun seviyesinden bardağın ve sürahinin bulunduğu yere kadar her şey aynıydı. Şimdi masasına doğru yürürken öksürük tuttu. Suyu bardağa doldurduğunda öksürük bir öncekinde olduğu gibi hafifledi. Cahit sırtına vurmaya çalıştı. Gazanfer Sami suyu içti.
Masası bomboştu. Birazdan alacağı dosya Cahit’in masasındaydı. Az önce iki kez temizlediği tüm gereksiz eşyalar aynı yerlerindeydi. Bilgisayarını açtı. Her zaman gezindiği haber sitesine girdi. Aynı haber tekrar gözüne ilişti. Cahit’e haberi okudu. Cahit bu sefer tek başına güldü. Gazanfer Sami’de gülecek hal kalmamıştı. Hangi anın rüya olduğuyla alakalı düşüncelerin arasına sıkışıp kaldı. Bir önceki an mı rüyaydı, ondan önce ki mi, yoksa şu an mı rüyadaydı? Saat dokuz ile on ikiye on kala arasında sıkışıp kalmış mıydı yoksa? Sonsuza kadar bitmeyen bir anın içinde mi kalacaktı? Bu devamlı başa dönen sonsuzluğun içinde sıkışmak korkuttu Gazanfer Sami’yi. Bir bombanın patlama anına yaklaşıyor gibi hissediyordu. Patlayıp hiçbir şeyi parçalamayan sadece her şeyi eski haline çeviren bir bombanın üzerindeydi.
Duvardaki saate baktı. Saat çalışıyordu. Saat dokuzu on geçiyordu. On dakika sonra saat dokuzu yirmi geçecek ve duracaktı. Saat uzun süre dokuzu yirmi geçecekti. Sonunda Cahit durumu fark edecek, hizmetliye telefon edecekti. Hizmetli gülümseyerek gelecekti. Pili değiştirip saati ayarlayacaktı. Saat bizi mesai saatinin başlangıcına döndürecekti. Gazanfer Sami kalan ömrünü yaklaşık üç saatlik zaman diliminde geçirecekti. Geçirecek miydi? Geçirmemek mümkün müydü? Cahit saati fark etmeden yerinden sökmek mümkün müydü? Yavaş hareketlerle duvar saatine doğru yaklaşmaya çalıştı. Saate doğru adım attıkça Cahit’in hareketleri hızlanıyor, Cahit bir filmin ileri sarılmış hali gibi davranıyordu. Gazanfer Sami korkuyla masasına geçti. Zaman eski seyrine döndü. Zamanın içinde miydi Gazanfer Sami, yoksa büsbütün dışında mı kalmıştı? Zaman, parçalanmaz akışı içinde Gazanfer’e oyun mu oynuyordu? Duvardaki saate ulaşıp zamanın kendisine oynadığı oyunu bozmak istiyordu fakat duvar saatine yaklaştığında büyük ihtimalle hizmetli içeri girmiş olacaktı. Ter içinde, masasına oturmuş durumu nasıl düzelteceğini düşünüyordu. Zamanı kendi seyrine bırakırsa tekrar başa dönecekti. Sonra tekrar başa ve tekrar… Duvar saatine ulaşırsa bir şansı vardı. Şansının ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Emekli olmaya çalışan bir adamın zaman kavramı üzerine teoriler üretmesi daha doğrusu üretememesi… Aciz hissediyordu kendini. Bu acizliğinin içinde duvar saatine ulaşmak sonsuza kadar oturmaktan daha mantıklı geliyordu.
Bir anda ayağa kalktı, duvar saatine doğru seri adımlarla hareket etti. Bu sırada Cahit takip edilemeyecek derecede hızlı hareket ediyor, güneş ışığı odanın içinde hızla geziniyordu. Duvar saatini yerinden çıkardığı anda bir ses duydu:
“Gazanfer Bey, lütfen saati bana verin!”
Hizmetli, odanın kapısından içeri girmiş bekliyordu. Sağ eli cebindeydi. Takması gereken yeni pili sıkı sıkıya tutmuş gibiydi. Gazanfer Sami zaman kazanmak, durumu iyice anlamak istiyordu.
“Saat arızalanmış, ben de anlarım biraz tamirinden, bir bakayım demiştim.”
Hizmetlinin yüzündeki donuk ifade hiç değişmedi. Gözlerini Gazanfer Sami’ye dikmiş konuşmaya devam ediyordu.
“Bu kurumun saatleriyle ben ilgileniyorum Gazanfer Bey. Saati bana verirseniz sorunu hemen çözebilirim. Merak etmeyin, on yaşımdan beridir meraklıyımdır saatlere. İşim bittiğinde tıkır tıkır çalışacaktır.”
Gazanfer Sami’nin şakaklarından birkaç damla ter aşağı doğru inmeye başladı. Sinirlenmiş gibi davranarak adamı püskürtmeye çalıştı.
“Bu odada yıllardır çalışıyorum. Siz kim oluyorsunuz da bana karışıyorsunuz?!”
“Ben Hayri Gazanfer Bey.”
“Hayri… Hayri İrdal mı!?”
“Yok daha neler! Romanda mıyız Gazanfer Bey? Rica ediyorum, saati bana verin.”
“Saati sana verirsem, tekrar başa döneceğim.”
“Herkesin bir zamanı vardır efendim, zaman dolmadan kimse buradan ayrılamaz.”
“Benim emekli olmam lazım! Beni üç saatin içine hapsedemezsin!”
Gazanfer Sami pencereye doğru birkaç adım attı.
“Hata yapıyorsunuz. Saati bana verin. Zamanla oyun oynamayın.”
Pencerenin önüne kadar geldi Gazanfer Sami.
“Otuz yıl… Otuz yıldır buradayım! “Benim gitmem lâzım!”
Hizmetli soğukkanlılıkla son kez konuştu.
“Zamanınız dolmadan gidemezsiniz.”
Gazanfer Sami saate baktı. Saat dokuzu yirmi geçiyordu. Arkasını döndü. Saati pencereden dışarı attı. Cahit olanları anlamadı. Gazanfer Sami saatin düşüşüne bakmadı. Hizmetli Hayri İrdal yüzündeki donuk ifadeyi hiç değiştirmedi. Birkaç saniye sonra bir patırtı…
Gazanfer Sami, Bölüm Şefi’nin odasının önünde son kez üstünü başını kontrol etti. Ceketinin iç cebinden bir mendil çıkardı alnındaki teri sildi. Mendili katladı cebine koydu. Elindeki evrakları gözden geçirdi, kapıyı tıklattı. İçerden “gir!” sesini duydu, içeri girdi. Bölüm Şefi, başını kaldırdı, Gazanfer Sami’nin elinden dosyayı aldı. “Buyurun Gazanfer Sami Bey, oturun” dedi. Buyurdu, oturdu. Bölüm Şefi, evrakları uzun uzun inceledi. Gazanfer Bey bu sessizlik esnasında duvarda asılı saate baktı. Saat dokuzu on geçiyordu. Bölüm Şefi evraklardan başını kaldırdı. Gazanfer Sami’ye elini uzattı, gülümsedi.
“Yeni işiniz hayırlı olsun Gazanfer Bey, uzun bir çalışma hayatı sizi bekliyor.”
Ömer Can Coşkun
1 Yorum