Mümtaz abiyi mahalleden tanırdım. Biz meşeyle kuyu oynarken, akranlarıyla bir köşeden izlerdi. Gazoz kapağı için kavga edince de ayırır, her birimizi fırçalardı. Benim için mahallenin abisi sayılırdı. Onu örnek alırdım. Akşamları eve gidince anneme, Mümtaz abi şöyle şöyle yapmış diyerek keyifle anlatırdım.
Uzun, sırım gibi delikanlıydı. Kirli sakallı vardı, saçları daima kısa traşlıydı. Elmacık kemikleri şiş dururdu. Burnu yüzüne oranla biraz uzundu. Kirpikleri ince olduğundan akranları arasında alay konusuydu.
Yaz kış demeden, geceli gündüz bizim evin karşı köşesinde, mahallenin geri kalan delikanlılarıyla otururlardı. Genellikle öğleden sonra toplanmaya başlarlardı ve gece yarısına kadar dikilirlerdi. Annem, “Serseriler de şuradan ayrılamadılar. Vallahi polisi arayıp şikâyet edeceğim” dedikçe babam, “Elleşme çocuklara. Sakin sakin oturuyorlar, ne zararları var?” derdi. Ama annem bu, hiç altta kalır mı: “Zamanında beyimizin de çok nöbet tutmuşluğu var tabiî!”
Mümtaz abi sessizdi. Genellikle gözlerini yere dikip öylece dururdu. Yürürken hızlı yürür, daima elini oyalayacak bir şey ya da saklayacak bir yer arardı. Bazen cebine sokar, bazen de tespihini iki kat yapıp çekerdi.
Geçenlerde annem aradı. Duyunca ürperdim: Sabahın kör ayazında, bu kış kıyamet günü, atletle sokağa atmış kendini. Soluk soluğa görmüşler. Koşar adım yürürken, bir şeyler arar gibi, kan kırmızı kesilen donuk gözlerle etrafına bakıyormuş. Aradığı şeyle burun buruna dahi gelse, onu göremeyecek haldeymiş.
Mümtaz abi düz adamdır. Fikrinin ötesi berisi yoktur. Kargadan başka kuş bilmez. Tezeğe basmamıştır ama tezeği görünce tanır! Kaçmayı da iyi bilir hani. Kendinden dahi kaçabilen nadir insanlardandır vesselam. Nasıl oldu da bu tezeğe bastı?
Eksik yaratılan yanını, bile bile, hiç önemsemedi, hatta görmezden geldi. Bu gerçekle her karşılaştığında, kendi içinde küçülebildiği kadar küçüldü. Nihayet ters giden bir şeylerin farkına vardı: Küçüldükçe, yüzleştiği sorun daha çok büyüyordu! Hâlbuki Mümtaz abi, onun kaybolup gideceğini sanıyordu.
Yıllarca üvey evlat muamelesi yaptığı, kendisi için gereksiz bir ayrıntıdan ibaret sandığı eksik yanını tamamlayacak insanı bulduğunda, bu zehri o da tattı! Sevdiğini söylediği kadını tanımaya başladığı zaman kendine güveni arttı. Ayaklarının yere basmadığını hissetti. Belki de ilk defa ‘ben artık büyüdüm’ dedi. Sevgilisinin ağzından çıkan her kelime efil efil esiyordu ve geceden kalma tüm kelimelerini önüne katıp savuruyordu.
Geç bulduğu, kıyısında gezip de ayaklarını dahi sokamadığı deryadan yüz çevirdiğini söylüyormuş. Ayrılık acısı kalbinin bir yanını karartmış, ağzı katran katran zehir kusuyormuş. Acımtırak bir his midesinden boğazına doğru çıkıyor, ağzının tadını kaçırıyormuş. Yemekten, içmekten kesilmiş.
Ah be abicim! Sakın bana, “ona âşık oldum” deme! Aşkın nesnesi de, öznesi de yoktur. Sevdiğin, aynadaki sendin. Onun elini tutarken aynadaki seni görüyordun. İçindeki her neyse, cisimleştirip karşına koymuşsun! Karşında kimse yoktu ve hiçbir zaman da olmayacak. Sen, kendine yenilmişsin! Soluğu kesilen, ayağı takılan, dünde kalan kelimelerini sokakta arama, arama Mümtaz abi!