Ateş Düşürücü

37.1 ̊C

Çocuk…

Bugün yatağın olduğu iddia edilen yerdesin. Her yeni gün, bir sonraki güne gebe değildir ya, bugün batan güneş yarın doğacağını garanti etmez ama her rahat insan gibi, her vurdumduymazlığın dibinde yaşayan insan gibi, batan güneşten tekrar doğacağının sözünü alır öyle batırırız güneşi bile. Yoksa ona da izin vermeyiz; ilkelleşir, mızrak fırlatır, topa tutarız; güneşi, ayı, yıldızları ve ne kadar haraca bağladığımız doğa olayı, tabiat mucizesi varsa “bize verilmiştir” kısmını yanlış anlayıp bizim sandığımız, tapusunu rahat yatağımızın yanındaki çekmecede taşıdığımıza yeminler edebileceğimiz tüm mahlûkatı, “mahlûk” olduğunu unutup elimizdeki çalı çırpı ile gütmeye çalışırız. Her gün yeni bir kibir sivilcesinin, yanındaki sivilcelerle birleşip çıbana döndüğünü göre göre, vücudumuzun her yerinden akan irinlerden utanmadan; başımız dik yürüyebildiğimizdendir; sen gün içinde gözlerini çevirip baktığın güneşi bir daha görüp göremeyeceğini düşünürken, güneşin batışından sonra ortaya çıkan yalancı güneşlerin altında hissettiklerini, düşündüklerini, korktuklarını, sevdiklerini… Bir yere koymuştuk biz, bulamıyoruz. Bulsak hatırlayacağız çocuk. Sanırım tapuları koyduğumuz çekmecelerin birinde kaldı ama ortalık karışık işte. Bir bulsaydık belki de neler olurdu? Neler olurdu onu da bilmiyoruz ki, söyleyemiyoruz çocuk.

38.2 ̊C

Çocuk…

Uyumak için gözlerini kapatmak istiyorsun ama üzerine kalın bir huzursuzluk serilmiş. Isıtmıyor, uyutmuyor seni. Gözlerini kapatınca gözlerinin önünden hortumlar, kasırgalar depremler geçiyor. İster istemez tekrar kalkıyorsun. Yattığın yerden kalkıp gidecek bir yerin yok. Uyuyacak halin de… Bu araf işte. Seni yalnız başına yakalamış, iki taraftan çekiştiriyor. Hangi iki taraftan çekiştirildiğini anlayacak mecalin yok. Bu yüzden sayı iki de olsa üç de olsa sana sonsuz geliyor. Sonsuz sayıda çekişmenin, çekiştirilmenin içinde diken diken olmuş tenin, ruhun, topyekûn mevcudiyetin yüzünden sarsılıyorsun. Derinlerden bir yerden nefesini kesen bir titreme yayılıyor vücuduna. Kasların geriliyor. Gözlerinin beyazı ateşler içinde. Beyaz olduğundan eminsin ama o kadar yanıyor ki ateş kırmızısı görüyorsun her yanı. Bu ateş kırmızısı serin bir beyazlıktan daha tanıdık geliyor sana çocuk. Çünkü sen kırmızının her tonunu gördün, her tonu da seni gördü. Kırmızının her tonu sana göründüğü için utandı. Kaybolup gitmek için uğraştılar. Ama biriktiler aynı yerde kalakaldılar. Bir sokağın ortasında bazen, bazen gözlerinin içinde. Gözlerini açamıyorsun işte. Açsan da kırmızı her yer, açmasan da. Fark etmiyor. Fark etmiyorsun. Fark etmek seyrek gerçekleşen durumlar içindir ne de olsa. Her gün yaşanan bir süre sonra görünmez olur. O yüzden gözlerin mi kırmızı yoksa etraf mı, bilmiyorsun. Kabulleniyorsun çocuk.

39.3 ̊C

Çocuk…

Şimdi bir sıcaklık yayılıyor vücuduna. Üşüyorsun hâlbuki. Örtünmek istiyorsun. Örtünmemen gerekiyor. Örtününce mayışıyorsun, uykun geliyor. Uyumak daha da sıcak olmak demek. Gittikçe yükselen bir yangının ortasında kalmak. Gözlerinin içindeki yangını gözlerinin içinden seyrediyorsun. At üstündekileri çabuk. Bu yükselen ateşler seni yutar. Serinlik gerekiyor sana. Serinlik içinde de üşüyesin tutuyor. Zıtlığın içinde kalmışsın çocuk. Sıcak bir yandan, soğuk bir yandan savuruyor seni. Böyle bir hengâmenin ortasında çocuk olmak başlı başına lanet bir tezat iken sıcakla soğuğun tezadı sana ne yapar sanki!

Titriyor, inliyorsun. Birkaç anlamsız ses dökülüyor dudaklarından. Gözlerin bazen açık bazen kapalı. Gördüklerinin hangisi rüya hangisi gerçek ayırt edemiyorsun. İçinde bir yerlerde başlayan ateş damarlarında geziyor. Kalbin hızlı atmaya başlıyor. Kalp atışların, içindeki yangını daha çabuk yayıyor vücuduna. Göğsünün üzerinde hissettiğin yangın, alnına doğru çıkıyor, kaşlarını çatıyorsun acıya dayanabilmek için. Biri elini alnına koysa, yanıyorsun çocuk, diyecek. Biri(?)… elini(?) alnına koyarsa(?)…Yabancısı değilsin, biliyorsun bu hastalığı, daha önce de gelmiş, misafirin olmuştu. Ağırlamıştın, yorulmuştun, bunalmıştın ama geçmiş gitmişti o zamanlar. Yine aynı misafirliklerden biriydi işte. Vücudunun bütün odalarında dolaşacak, misafirliği bitecek ve gidecekti.

Bir mikrop yüzündendi. Sıcaklık, sıcaklıkla birlikte gelen üşüme, üşümenin beraberinde getirdiği titreme. Rahatlayamıyor vücudun bir türlü. Yanında duran ıslak havluya uzanıyorsun, elini atar atmaz titriyorsun. Dişlerinin takırtısı vuruyor duvarlara. Biliyorsun, eline bulaşan soğukluk alnının üstünde beton etkisi yapacak. Dişlerini sıkman gerekecek. İnsanın bile bile kendine yaptığı zorlu iyiliklerden biri. Ateşe dayanabilmek için soğuk olmak, soğukkanlı olmak gerek. Öyle yapıyor, alnına bırakıveriyorsun havluyu. Havludan şakaklarına doğru akan su; kirli, siyah bir iz bırakıyor. Sonra yastığına damlıyor yavaş yavaş. Bu damlama hali devam ettikçe yastığın üzerinde simsiyah bir şekil oluşuyor. Kutuplardan basık, ekvatordan şişkin. Kapkaranlık bir dünya.

Bir mikrop yüzündendi. Biliyorsun her şeyiyle. Mikrop. Gözlerindeki yangın bir mikrop yüzünden. Titreme, yanma, dişlerinin takırdaması, vücudunun huzursuzluğu bir mikrop yüzünden. Bunu anlayabiliyorsun. Kaldırabiliyor küçük vücudun. Yarı açık gözlerinle pencereden içeri giren geceye bakıyorsun. Karanlık gökyüzünün orta yerinde beliren ışıklara alışamıyorsun bir türlü. Bir araya gelip bir şey yazacaklar gibi birbirlerine yaklaşıp uzaklaşıyorlar. Işıklar gökyüzünde belli belirsiz resimler çiziyor. Biçimsiz resimler, gelişigüzel resimler. İslam gelişigüzelden razı değildir. Biçimsizlikten razı değildir. Çok biçimsiz geziyor bu ışıklar. Ne yazacağı belli olmayan ışıklar, bir şey yazamadan gökten yere düşüyorlar birden. Bir biçimsiz ışık, binlerce biçimsiz ışığa, biçimsiz gürültüye dönüşüyor. Dönüştüğü yeri biçimsizleştiriyor. Buralarda her parıltıdan sonra bir günbatımı oluşuyor. Anlık günbatımları. Yalancı güneşler, yalancı yıldızlar, yalancı ışıklar, yalancı parıltılar… Doğup doğup batıyorlar. İslam yalandan razı değildir çocuk.

40.4 ̊C

Çocuk…

Vücudundaki mikrobu tanıyorsun. Dışarıdakileri anlamaya çalışıyorsun. Çok uzun zamandır anlamaya çalışıyorsun. Pencerende görünen yalancı parıltılar evinin yakınına düşüyor. Gözlerinin içi ateş doluyor şimdi. Üstündekileri at çocuk. Ateşin yükseliyor. Ateşin fazlası zarar küçük bedenine. At üstündekileri. Sarsıntının verdiği korkuyla açtığın gözlerin, odanın diğer köşesine düşmüş bir şurup şişesi görüyor. Güç bela ilerleyip eline alıyorsun şişeyi. Ateş düşürücü. Ateşin yükseliyor çocuk. Bir miktar içip uyuman lâzım. Terlemen ve rahatlaman ve iyileşip uyanman lâzım.

Pencereden dışarı bakıyorsun, evinin önünde yükselen bir ateş var şimdi. Az önce düşen mikrop taneleri, yalancı parıltılar dünyanın ateşini yükseltiyor her gün. 37, 38, 39, 40… Her gün biraz daha yükseliyor ateş. Elindeki şişenin kapağını açıp ateşin üzerine döküyorsun. Son damlasına kadar döktüğünden emin olana kadar bekliyorsun. Sonra aşağı bakıyorsun, ateşte bir değişiklik oluyor mu diye. Olmuyor çocuk. Halsizleşip yere düşüyorsun sonra. Gözlerin bu dünyaya bakamıyor artık, bilincin kapanıyor.

Sonrası, havale.

Allah’a havale,

Meleklerine havale,

Kitaplarına havale,

Peygamberlerine havale,

Kaza ve kadere havale,

Ahiret gününe havale.

 

Ömer Can Coşkun

 

DİĞER YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir