“An”da Hapsolmuş Adam

uc-tane-dev-karga-ve-yasli-adam

 

Abdussamed Geçer, karga metaforu üzerinden hikâyesini anlatıyor. Kulak vermeliyiz kendisine.

***

Anılarını unutan kargalar etrafımı çevrelemeye başlıyor gökyüzünde. Güneşten gözlerim kamaşsa da kısık gözlerimle takip etmeye çalışıyorum onları. Unutkanlık onlara ne de çok yaraşıyor. Şehrin tüm anıları onların elindeyken, hepsi yok oldu birden bire. Şehirde ne varsa onların nazarı altındaydı. Kaybolan bir anahtar, cepten düşüp kanalizasyona yuvarlanan bozuk paralar ve sevgiliden ayrılışın garip bakışları. Hepsi onların gözü önünde cereyan ediyordu. Şimdi ise tüm bu şanslarından uzak, etrafımda dolanıp duruyorlar. Hafiften başım dönmeye başlıyor. Yorgun bir derviş gibi çöküveriyorum olduğum yere. Belki de yeni ayaklanmış, henüz yaşına basmayan bir bebek gibi. Bilemem fakat onlar dönmeye devam ediyorlar hiç durmadan. Belki de akıllarında değil de gönüllerinde kalan bir izi söküp atmak için pervane oluyorlardı bu kadar. Pervane olanı ateş paklar. O halde aleve vermeliydim hepsini. Bu alev beni cehennemden alıkoymaya yetecek güçte.

Aniden irkiliveriyorum. Biri kollarımdan tutarak ayağa kalkmam için yardım etmeye çalışıyor. Başaramıyorum. Bir daha deniyor, olmuyor. Birkaç kez daha denedikten sonra müşfik bir sesle ‘‘Yürüyemeyecek kadar genç olmalısın.’’ diyor. Cevap veremiyorum. Ona dönüp bakmakla yetiniyorum; hâlâ gözlerim kısık. ‘‘Konuşamayacak kadar da yaşlısın demek.’’ diyerek bir kez daha cümleler indiriyor beynime. Afallıyorum. Cevap verme zorunluluğu içinde başımı önüme eğerek ‘‘Siz de ayakta durabilecek kadar olgun, çok konuşabilecek kadar genç olmalısınız.’’ der demez adamın suratı birden asılıyor. İlk birkaç saniye anlam veremiyorum bu tepkiye. Cümleyi ‘‘Siz de ayakta durabilecek kadar olgun, çok konuşabilecek kadar genç olmalısınız.’’ diye zihnimden tekrar ediyorum. İkinci tekrar sonrasında bunun aşağılayıcı bir cümle olduğunu zar zor kavrayabiliyorum. Bilinçli kurmamıştım cümleyi. Çünkü hâlâ etrafımda dönmeye devam ediyorlar. Ben bunları düşünene değin özür dileme imkânım olmadan adam çoktan uzaklaşmış oluyordu benden.

Derin derin nefes alıp vermeye başlıyorum. Bunu niçin yaptığımın farkında değilim. Derin derin nefes alıyorum, veriyorum. Dakikalarca sürüyor. Belki de saatlerce. Zamanı sezemiyorum, çünkü hâlâ etrafımda dönüyorlar ve yorulmuyorlar; zaman ilerlemiyormuş gibi. Son nefesimi de aldıktan sonra ayağa kalkıp, kafamı kaldırıp onlara doğru ‘‘Üsküdar’ın tüm kuşlarına yemin olsun ki sizleri…’’ Cümlemi bitiremeden başım tekrar dönmeye başlıyor. Ve çöküyorum olduğum yere. Belki de yatalak yaşlı bir insan gibi. Bilemem fakat onlar dönmeye devam ediyor. Anlam veremiyorum olanlara. Bunu kaçıncı kez yaşıyorum? Anılarımla yaşamama dair tavsiyelere itibar etmem böyle bir şey olsa gerek. Olduğun yere saplanmak. İlk andan itibaren.

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • lifemercury , 23/02/2013

    Çok sevdim.

  • muhacir kızı , 09/01/2013

    yeni şeyler yazalım lütfen.. değil mi sayın yazar?

  • ömer ertürk , 09/01/2013

    Dışarda kar yağıyor
    benim içime hikâyeler
    Ağlama Abdussamed
    Birazdan Geçer

    güzeldi hacı…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir