Yazarımız Emre Baştuğ, Yusuf Kaplan’la derin meseleler konuştu ve oylumlu bir röportaj ortaya çıktı. İlgiyle okuyacaksınız.
***
Medeniyet tasavvurunuzdan başlayalım isterseniz…
Benim medeniyetten anladığım şey ile uygarlık veya sivilizasyon arasında pek fazla bir ilişki yok. Bir ilişki var ama doğrudan bir ilişki değil bu. Medeniyetten anladığım manayı, doğrudan Hadid Suresinin 25. ayeti kerimesinde (kitap, mizan, hadid) kavramlarında buluyorum. Medeniyet dediğim şey bu üç aşamadan oluşuyor (kitap, mizan, hadid). Bunu da Hz. Peygamberimizin işaret ettiği sünnetin kapsama alanını içine alacak şekilde açımlıyorum. Sünnetten kastettiğimiz şey de söz, fiil, hal. Yani medeniyetin kaynağı sünnettir. Hz. Peygamber devre dışı bırakıldığı zaman Kur’ an-ı Kerim’in anlaşılması mümkün değildir. Çünkü Kur’ an-ı Kerim’in iki indiriliş biçiminden bahsediyoruz; birincisi inzal süreci, diğeri tenzil. (Kur’an-ı Kerim yeryüzüne 22 yılda parça parça, bölüm bölüm indirilmeden önce dünya semasına toptan bir defada indirilmesi inzal, Kur’an’ın peyderpey, bölüm bölüm, zamana yayılarak indirilmesi ise tenzili ifade eder.)Şimdi biz inzal sürecini atlayarak vahyi anlayabilir miyiz? Hayır. Yani o zaman Hz. Peygamberi devre dışı bırakmış oluruz. Hz. Peygamber olmasaydı ve bir şekilde vahiy indirilmiş olsaydı, vahyi biz anlayabilir miydik? Hayır. Dolayısıyla Hz. Peygamber doğrudan İslam’ın anlaşılmasında hayat olmakta, hayata aktarılmasında doğrudan belirleyici bir rol oynamaktadır. Şöyle bir şey söylüyorum; (kitap, mizan, hadid), (söz, fiil, hal), (emanet, ubudiyet, hilafet), (Mekke, Medine ve Medeniyet süreci). Bunu da Cibril hadisine dayandırıyorum ben. Cibril hadisinde, Cebrail a.s. bir insan kılığında Hz. Peygamberin huzuruna gelir, dizlerini dizlere bitiştirir ve üç soru sorar. İslam nedir? İman nedir? Ve ihsan nedir? Burada İslam Mekke sürecine denk geliyor. İman Medine sürecine, ihsan medeniyet sürecine denk geliyor. İhsan çok önemli zira vahiy sonrası süreci kapsıyor. İhsanın tarifi bizim için çok açıklayıcı. Biz her ne kadar Allah’ı görmüyorsak da Allah’ın her zaman, her yapıp ettiğimizi gördüğü şuuruyla, bilinciyle ve idrakiyle onun emirlerini yerine getirmemiz, ona hakkıyla kul olmamız. Buradaki espri şu; Mekke sürecinde İslam vücut buluyor, münferit şahsiyet inşa ediliyor. Medine sürecinde İslam tam vücut yani hayat oluyor ve müşterek şahsiyet inşa ediliyor. Medeniyet sürecinde kürevî, muhsin şahsiyet inşa ediyor ve hayat sunuyor. Yani İslam’ın dışındaki ve Müslümanların dışındaki bütün insanlara hayat sunuyor.
Burada medeniyet tanımını yapmak istesek…
O zaman şöyle bir medeniyet tarifi yapalım: Medeniyet tenzili ayetin Mekke sürecinde hayat bulduğu, Medine sürecinde hayat olduğu, medeniyet sürecinde hayat sunduğu tekvîni ayete hayatiyet kazandırmasıdır. Tekvîni ayet doğrudan Hz. Peygamberin kendisidir. Çünkü insan kâinatın özüdür. Kâinatın özü, özeti olan en mükemmel insan peygamberimizdir. Yani tekvîni ayetin özü, özeti, zirvesi Hz. Peygamberdir. Dolayısıyla Müslümanların burada medeniyetle; medeniyetten kastettiğim şey Mekke sürecinde şiarın hayata geçirilmesi şiarla buluşulması, Medine sürecinde bunların düşünülmesi yani Mekke sürecinde ilahi şiarın insanla, Medine sürecinde peygamberi şuura dönüşmesi, Medeniyet sürecinde bizatihi beşeri bir şiirle noktalanması, tam bir şiirin ortaya çıkması. Fakat buradaki en önemli şey şu; medeniyet Medinesiz olamaz, Medine Mekkesiz olamaz. Burada medeniyet fikri Mekke ve Medine fikriyle eş zamanlı hem de ardışık olarak iç içedir. Tek başına bir beşeri şuurdan bahsedemiyoruz. Beşeri şuurun, peygamberi şuurla, ilahi şuurla buluşması, donanmış olması lazım. İslam’ın hayat bulabilmesinin hem de hayat sunabilmesinin yolu İslamiyet’in bizim için hayatiyet ifade etmesinden geçiyor. Eğer İslam bizim için hayatiyet ifade etmiyorsa hayat olamadığı içindir. Hayat olamamışsa hayat bulamadığı içindir. Mekke süreci olmamışsa Medine sürecinin olması mümkün değildir. Medine süreci olmamışsa medeniyet sürecinin olması da mümkün değildir. Bunlar birbirleriyle doğrudan irtibatlı, birbirini üreten ilişkilerdir. İslam’ın bizim için vazgeçilemez bir şey olmasının tek şartı medeniyet sürecidir. Hz. Peygamber kendisini, ilmin şehri olarak ifade ediyor. Dolayısıyla Medine burada kilit. Yani Medine medeniyetin tohumlarının ekildiği yer. Müslümanların vazifesi sadece kendilerini kurtarmak değil aynı zamanda insanlığa ilahi mesajı iletmektir.
Bu noktada biz insanlara düşen nedir?
Hz. Peygamber medeniyet mi kurdu? Biz din kurmayacağımıza göre, din tamamlandığına göre bizim yapacağımız şey din, Medine ve medeniyet arasındaki ilişkileri iyi yormamızdır. Din, Medine ve medeniyet arasındaki ilişkiler hem etimolojik köken itibariyle, hem tematik anlam dünyasında aynı, hem de tarihsel olarak böyle olmuştur. Yani Müslümanlar, bunu bu şekilde hayata geçirmiştir. Dolayısıyla İslam’ın bizim için vazgeçilmez olmasının tek yolu medeniyet şuurunu, ilahi şuurla donanan medeniyet şuurunu beşeri şuur haline getirmektir. Buna medeniyet denir. Bunlar ilim, irfan, hikmet süreçleridir. Yani Mekke sürecinde ilim, ilim fikri, âlem tasavvuru, Medine sürecinde irfan fikri, marifet tasavvuru, medeniyet sürecinde hikmet fikri ve muhakeme tasavvuru gelişmiştir.
Hz. Peygamberin ümmileşmekte kastettiği şeyi, Müslümanlar ancak ümmileşerek hakikati hayata oturtabilir ve hayatta tutabilir. Ümmileşmek; bütün zamanları seferber edecek, bütün zamanları kendi çocuğu kılabilecek bir düzleme geçmektir. Çağların ağlarına takılmadan bütün çağrılarla buluşabilecek bir çağlayana dönüştürmek çağrıyı. Hz. Peygamberde âlim arif ve hâkim figürünü bu anlamda görüyoruz. Dolayısıyla Hz. Peygamberin yine Kuran-ı Kerim’de ki tarif edilen şahit, mübeşşir ve nezir sıfatları yine Mekke, Medine ve medeniyet süreçlerine denk geliyor.
Hz. Peygamber makro düzlemde ne yapıyor? Makro düzlemle ticaret yolu ile bütün medeni dünyayla tanışıyor. Peygamberimiz “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız.” diye buyuruyor. Biz bunu yanlış anlıyoruz veya eksik anlıyoruz. Hz. Peygamber ilim nerede olursa olsun gidin onu alın demiyor sadece onu kastetmiyor. Aynı zamanda mesela Umman’da ticaret kervanları yoluyla gittiği Umman’da doğrudan Çinli tüccarlarla tanışıyor ve Çin’de çok nezih ve birinci sınıf bir medeniyet olduğunu öğreniyor. Tanık ve şahitlik sıfatı burada olan. Yani dış dünyayı tanıyor. Biraz daha mikro düzlemde ticaretin insana kazandırdığı şeyle; iktidarı ve parayı tanıyor. İktidar ve para gücünün insanı nasıl ayartabileceğini tanıyor, dolayısıyla insanı tanıyor. Hz. Peygamberin şahitlik ettiği dört tür şahitlik var. Birincisi çağının tanığı, ikincisi bütün çağların tanığı, üçüncüsü çağının tanıdığı ve dördüncüsü bütün çağların tanıdığı. Dolayısıyla ümmileşmekten kastettiğimiz şey bu okuma yazma bilmemek değil çağının ağlarına takılmaktan kendisini kurtarmak.
Şahsiyetin inşası, bireyin değil!
Bizim meselemiz, meselemizin olmaması mı?
Konu şu, meselesi olan insan kesinlikle o meselenin gerektirdiği mesuliyeti yerine getirir. Meselen varsa bir mesuliyetinde vardır. Sual soran adam mesuliyeti olan adamdır veya sual soruyorsa bir mesuliyeti yükleniyor demektir. Dolayısıyla Müslümanların kendilerine mesuliyet yüklenmelerini gerektirecek, soru sormasını gerektirecek bir meseleleri var mıdır, yok mudur diye sormaları lazım. Günümüz insanının meselesi mal, para, iktidar yani köşeyi dönmektir.
Bizden istenen şey, şahsiyetin inşasıdır. Şahsiyetin, bireyin değil. Şahsiyet, müşahhaslaşmış bir insandır. Âlim, arif ve hâkim figürünün inşası olan şahsiyetli insandır. Bu insan tüm hayatı, davranışı ve ahlakı ile toplumu değiştirmeye yeter. Bu kişi ilmi ledün fikrine ulaşmıştır. Dolayısıyla asıl olan insanı kâmildir, peygamberin varisidir aynı zamanda. İnsanı kâmil herkes olabilir; toplumun içinde, hiç beklemediğimiz, toplumun ruhunu oluşturan herhangi bir işçi olabilir. Asıl olan insanın kemal noktasına ulaşmasıdır. İnsan kemal noktasına nasıl ulaşır? Yani kemal noktasına ulaşma meselesi vehbi olduğu kadar kesbidir, yani insanın aynı zamanda çaba göstermelidir. Çaba göstermeyen bir insana o verilmez, meselesi olması lazım.
İnsanların meselelerinin olmamasında kapitalizm rolü nedir?
Onun adı sekülerizmdir. Sekülerizim kapitalizmin ispattaki sonucudur. Geliştirilen batı uygarlığı dediğimiz, modernlik dediğimiz projenin adı Hıristiyanlık değildir. Hıristiyan batı uygarlığı değildir. Hıristiyan misyonerlerinden korkanların hiç korkmasına gerek yok. Biz Hıristiyanlarla, Yahudilerle, Hindularla başka dinden insanlarla huzurun, barışın, adaletin, kardeşliğin, edebin, ahlakın ne olduğunu göstererek yaşadık. Yarında bunu gösterecek olan biziz. İnsanlığa insanlığını hatırlatabilecek, insanlığa insanca yaşayabilmesini sağlayabilecek vasatı ve vasıtaları geliştirebilecek sadece biziz. Osmanlı’da biz bunun modelini geliştirdik. Farklı dinden, medeniyetten, kültürden insanların nasıl birlikte yaşayabileceklerini gösterdik. O yüzden zaten Osmanlı’yı tarihten silmeye çalışıyorlar. Osmanlı insan-ı kâmil ilkesinin bir örneğidir, modelidir. Tarihte Hz. Peygamber dönemi hariç bunun bir örneği daha yok, biz bu modeli ortaya koyduk. Bizim Osmanlı modeli aynı zamanda kapitalizme direnen bir modeldir. Kapitalizme direnmeseydi Japonya, Çin gibi yutulacaktı. Bugün bizim insanlara verebileceğimiz bir şey var.
İnsanlığın, insanlığını hatırlayabileceği model bizim elimizde.
Türkiye dünyanın geleceğinin şekillenmesinde kilit noktadır. İnsanlığın geleceği bize bağlı. İnsanlığın insanlığını yitirmemesi İslamlığı yitirmemesine bağılıdır. Herkes Müslüman olacak diye bir şey yok. Batılılar bunu yaptılar ve yapıyorlar. Mesela Greklerin, Helenlerin hâkim olduğu dönemlerde bütün dünyayı Helenleştirmeye çalıştılar, Romalıların hâkim olduğu dönemde bütün dünyayı Romalılaştırmaya çalıştılar. Avrupalıların hâkim olduğu dönemde de aynısını yapmaya çalıştılar. Şimdide Amerika’nın hâkim olduğu dönemdeyiz ve dünyayı Amerikalılaştırmaya çalışılıyorlar. Biz hiç bir zaman diliminde bütün dünyayı Müslümanlaştırmaya çalışmadık. Şunu söylüyorum; insanlığın insanlığını hatırlayabileceği model bizim elimizde. Batılıların başka kültürlerle, bırakın farklı kültürleri, dinleri, medeniyetleri farklı mezheplerle ortaklaşa ürettikleri bir tecrübeleri yok. Batıda demokrasi varmış insan hakları varmış, hayır böyle bir şey yok kendimizi kandırmayalım. Gettolar var, gettolaştırıyorlar. Farklılıklara hayat hakkı tanımıyorlar. Dolayısıyla kapitalizm işin sonuç bölümü, asıl nedeni üzerinde kafa yormamız gerekir. Asıl tehlike sekülerizm, misyonerlik değil. Sekülerizm insanı yaratılış biçiminden uzaklaştıran, insanın diğer insanlara karşı azmanlaştıran bir durum. Çıkarı, egoyu dünyevi alandaki hazzı ön plana çıkarıyor. Açıkçası insan altı bir yaratık figürü üretiyor. Hâlbuki insan-ı kâmil insanüstü bir varlıktır. Dolayısıyla kapitalizm işin sonucudur.
Konu Osmanlıya gelmişken, Osmanlı İmparatorluğunun tarih sahnesinden çekilmesi konusuna değinelim.
Osmanlı’nın yıkılması demek, İslam medeniyet tarihinden çekilmesi demektir. Osmanlı’nın yıkılmasının birinci nedeni Batı uygarlığının modernlikle geliştirmiş olduğu, İslamlığa karşı yaptığı bir saldırıdır. Mesela Irak’ta bir milyondan fazla insan katlettiler. Sen oraya demokrasi getirsen ne işe yarayacak ki. Bir milyon insanı katlediyorsun sonra da insan haklarından demokrasiden bahsediyorsun. Hz. Peygamber Mekke’ye girince ne dedi: “Kimsenin burnu bile kanamayacak“ ve kimsenin burnu kanamadı. Devrim bu. İnsanlığa verebileceğimiz çok esaslı şeyler var. Dolayısıyla Osmanlı durdurulmuştur. Abdülhamit Osmanlı medeniyetinin en önemli üç-dört tane padişahlarından birisidir. Yok, zaten Osmanlı çöküyordu falan, bunlar masal. Eğer Osmanlı durdurulmamış olsaydı bugün Amerika diye bir şey olmayacaktı. Yani bugün Orta Doğu’daki, Kafkaslardaki doğalgaz yataklarına, petrol yataklarına biz sahip olacaktık. İngilizlerin oyunu bu. Çok büyük bir oyun şark meselesi. Şark meselesinin iki ayağı vardır. Birincisi İslam’ı dolayısıyla Türkleri -bu coğrafyada yaşayan herkesi kastediyorum- Avrupa’dan uzaklaştırmak, ikinci ayağını uygulamaya çalışıyorlar şu an. İkinci ayağı; Türkleri daha uzaklaştırmak. Bunu sekülerlik ile yapacaklar ki yapıyorlar. Sekülerleştikçe İslamiyet’ten uzaklaşıyoruz. Cinayetlere bakın! Sekülerleşmenin ürünü. Tarihimizde, bu toplumun hiçbir zaman tanık olmadığı inanılmaz bir şey var. Bütün toplumlarda böyle. Dolayısıyla batılı toplumlara rahmet okutacak bir şeye doğru sürüklendik. Bu toplum bunu hak etmiyor. İslam tarihinin geleceğinin şekillenmesinde biz önemli rol oynayacağız. Biz insanlığın vicdanıyız. Adaletin, hakkaniyetin, edebin, hayânın, ahlakın, estetiğin, kişiliğin kaynağı biziz. İnsanlığın insanlığını yeniden hatırlayabilmesinin yolunu yordamını yeniden biz ortaya koyacağız. O yüzden Amerikalıların yerleştiği bölge çok önemli. Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğuya yerleştiler. Hedef Türkiye. İslam’ı yeniden bir medeniyet iddiasıyla hayata geçirebilecek bir Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorlar. Bizi tekrar durdurmaya çalışıyor ve yeniden tarih sahnesine çıkmamızı engellemek için ellerinden gelenleri yapıyorlar. Ama bu fasıl bitti. Geliyoruz.
Hocam çok teşekkür ediyoruz.
Ben teşekkür ederim.
9 Yorum