Dünyada ne zaman ihtiraslı bir kılıcın gölgesi bir masumun yüzüne ilişse, yeryüzü, kimselerin daha önce göremediği askerlerini insanlıkla buluştururdu. Bu buluşmalar çoğu kez kırmızının cazibesiyle sonlanıyordu.
Böyle devirlerden bir devir ve yine böyle iklimlerden bir iklimdi. Akşam kuşları büyük sürülerle kanatlarını çırpıyor, göğün parçalı, koyu bulutları şehrin meydanında görülmedik bir korkuyu resmediyordu.
Uzun bir aradan sonra ölüme giden bu kez suçlular değildi. Elleri arkadan bağlı olan bir genç, halkın meraklı bakışları arasında idam sehpasına çıkıyordu. Gencin kollarına girmiş iri cüsseli adamlar yüzlerindeki ifadeyle kralın aldığı karara itiraz ediyorlardı.
Darağacına varan her bir adımda halkın uğultusu artıyor, düzeneği saran askerlerin etrafında büyük bir itiş kakış yaşanıyordu.
Uzun yürüyüşlerin ardından gencin önüne kadar geldiği ahşap merdiven, kim bilir kimlerin boyunlarını iplere yetiştirmişti.
Kralın adamları gencin kendilerine göre suçunu ve cezasını tumturaklı cümlelerle okudular. Gencin yüzünde en ufak bir ifade biçimi belirmiyordu. Ne üzüldüğü belliydi ne de başka bir şey…
Gencin sarıya çalan kahverengi saçları darağacı ipine değdiğinde akşam kuşları kondukları ağaç dallarından büyük bir gürültüyle havalandılar. Halkın tuhaf bakışları göğün içinde bir oraya bir buraya ilginç suretler çizen kuşlardaydı. Kuşlar yine başka bir ağacın dalları arasına gizlenip, duruldular.
Cellat umursamaz tavrıyla bir hamlede ipi gencin başından geçirip, boynunda sıkıca germişti. Meydandaki uğultu bıçak gibi kesilmiş, yüreksiz adamın homurtusundan başka bir şey duyulmuyordu.
Cellat, gencin üzerinde olduğu merdivene önce sert bir tekme attı. Ardından kenara çekilip izlemeye başladı. Halk bu durum karşısında az evvelki sessizliğini bozmuş büyük feryatlar kentin meydanını acı acı işgal etmeye başlamıştı.
Bu hâl bir süre böyle devam etti. İdam töreninden epey bir vakit sonra halk meydanı yavaş yavaş terk etmiş, bir süre sonra da hiç bir şey olmamış gibi işi olan işine kaldığı yerden devam etmişti.
Dağılan kalabalıklardan sonra cellatları izleyen çocuklardan biri eliyle yanındakilere ipte usul usul sallanan gencin omzuna konan kuşu gösteriyordu.
Bu az önce gökyüzünde kaos çıkaran kuşların kılavuzuydu. Parlak kırmızı gagası, ne zamandır kan görmemişti. Bu garip tablodaki varlığının bir amacı var gibiydi. Kuş tüm heybetiyle kanatlarını açtı; sanki bir lanete niyet etmişti. Kızgın bakışlarını göğün mavisine yöneltmiş, gökte sürüler oluşturuyordu.
Abdullah Karaca
4 Yorum