(a)
Aklım almıyor, ne menem dünyadır bu! Çok istersin olmaz, az istersin yine olmaz, istemeyi bırakırsın hani bundandır deyu, o zaman da nece bela gelip seni bulur da muhtaç oluverirsin bir acuze suratlının merhametine. Ah be anam! Bir aba bir tas çorba yettiydi ya sen varken, şimdi neye dayansam bela ve imtihan. İnce bir sızı gibi göğsümü darlayan bu dünya belası ne acayip! Tutsan elinde kalıyor, bıraksan peşinden koşuyor, el atsan kirleniyor, atmasan dûçar ediyor namerde çözemedim bu işi ne acayip!
“Hop Selami, nereye böyle?”
Vay benim abanoz kafama, Abuk Fikret değil mi o? Yine düşüncelere dalmış yolu da menzili de unutmuşuz. Nereden girdim bu yola? Dükkânın önünden de ayrılmaz ki kaçasın, gördü mü ablak suratıyla önce bir süzer sonra da ne kadar gereksiz soru varsa bir bir sıralar durur.
“Len sana diyom acar oğlan, gel bakayım buraya!”
“Abime gidiyorum Fikret Emmi, beni bekliyor.”
“Gel gel bir çay içelim sonra gidersin.”
“Vallahi yetişmem lâzım, geç kalırsam kızar. Önemli bir mesele var.”
“Oğlum sana gel diyorsam geleceksin… Hopp çaycı, bize iki çay!”
Aklına turp sıkayım Selami! Ahanda bir saat tutar bu şimdi. Zaten illallah etmişim her şeyden, işin yoksa Fikret’in alelâcayip muhabbetlerini dinle. Ahraza yatmam lâzım, yoksa abime diyeceklerimi de unuturum. Abuk adam aynı anda o kadar çok muhabbet açıyor ki, bir gıdım aklın varsa o da uçuveriyor. Siyaset desen onda, spor desen üçüncü lig takımının ilk on birini sayar, film desen yapım yılından başrol oyuncusuna kadar hatırlar hepsini, dedikodu gırla, ah bir de bitmeyen ilginç bilgileri paylaşma takıntısı…
“Dün bir gazetede okudum, insan uzun süre bir böbrek ve bir akciğerle aynı zamanda midesiz ve dalaksız yaşayabilirmiş ama karaciğersiz bir dakika bile yaşayamazmış.”
“Vay be ne acayip!”
“Karaciğere iyi bakmak gerek… Sen anlat bakalım, abinle çözebildiniz mi sıkıntıları?”
Kısa cevaplar vermeliyim. Soruyu sorarken gelecek cevaba göre dört soruyu daha hazır etmiştir. Adımızı Acayip Selami’ye çıkardılar ya en büyük sebebi de bu Fikret. O kadar acayip şeyler anlatıyor ki ‘Ne acayip’ diye diye pelesenk oldu dilimize. Şaşılacak bunca dalaverenin döndüğü dünyada sanki bir tek benim verdiğim tepki abes. Adı batası Necmi, taktı ya bunu bana. Şehirde kimin bir lakabı varsa hepsinin isim babası, Necmi. Adam millete lakap takmak için gelmiş sanki bu dünyaya.
“Beni bekliyor, çözeceğiz inşallah.”
Abi demeye bin şahit, İnsan kötülüğü elden görmeye alışıyor da aynı kandan, candan insandan bunu görmesi ne acayip! Babadan kalma bir ev, af buyurun davarı sürsen iki günde bitirecek kadar tarla tapan… Yıllarca garip anamla bir şekilde birbirimize yettik. Yalnız kalmasın diye bu yaşımıza kadar da evlenmedik. Hayır duasını alalım, üç günlük dünya, el kızı çekmez bunca nazı diye diye kırk yaşını ettik. Amma bu abim olacak acibe, türlü alavere dalavereyle atadan kalma bu yeri de almak için didinip duruyor. Al senin olsun başına çal deyu, suratına tokadı abanası geliyor insanın amma gidecek yerimiz mi kaldı? Hani durumu olmasa diyeceğim ki gel kurban olsun sana, bir odasını ver gerisi senin olsun. Durumu da iyi vicdansızın. Kaç mezar kazdım, kaç can gömdüm de hiçbiri bir tutam dünyalık götüremedi yanında. Mezarına da koyamaz ki onca şeyi, gel de şaşırma buna ne acayip!
“Oğlum bırakın bu adaveti, dünya malı dünyada kalır. Abinle de konuştum, adap erkân var çocuğu sokakta bırakıp evi mi satacaksın diye. Ortada bir yerde buluşun…”
“İnşallah abi. Ben kalkayım artık beni bekliyor, ne diyecek bakalım?”
“Tabii tabii kalk, selamımı da söyle. Bak ne geldi aklıma, dünyada en tehlikeli hayvan hangisiymiş biliyor musun?
“Bilmiyorum abi, hangisi?”
“Sivrisinek… Çünkü insanların ölümüne en fazla sebep olan hayvanmış.”
“Vay be ne acayip!”
…sivrisinekmiş! Ben bu insan gibi gözü doymazını, alengirlisini, yolda bırakanını, tehlikelisini görmedim daha. Yarınlar yokmuşçasına çalışır didinir. Geri kalan ömrünü rahat ettirmek için bugününü per perişan eder. Elden ayaktan düştüğünde bir bakmış ki elinde kalan koskocaman bir hiç. Kendi yiyemeyeceği, kendi giyememeği, kendinin olmayacağını bildiği şeyler için bu kadar çalışan başka afal var mı şu dünyada, vay be ne acayip!
Bakkaldan bir şeyler almalı yeğenlere. Çocuklar çok sevip sayar beni. Ah be abi ne ettin de koydun şu dünyalık meseleleri önümüze! Hep onu suçluyoruz da bizde de suç var be Selami! Önceden dünyayla aramız açık, gözümüze görünmez idi. Para için birbirine düşenleri görünce ‘Hele şunların ettiğine bak’ deyu burun kıvırırdık. İnsan imtihan olmadığı her olayın ve musibetin artistliğini ne kadar da güzel yapıyor değil mi? Oldum dediğinde ölürmüşsün, neye tamam dediysek oradan tekrardan başa saran bir imtihanla sınıyor bizleri Rabb-ül Âlemin, vay be ne acayip!
Bakkal Mustafa televizyon izlerken yine uyuyakalmış. Bu adamı oldum olası hep uyurken görüyorum. Hiç mi derdi, tasası olmaz insanın? Nasıl bu kadar kolay uykuya dalıyor? Televizyonun da sesini sona vermiş vızıldıyor:
“Evet, sayın seyirciler; gün geçmiyor ki absürt bir olayla daha karşılaşmayalım. Telefon acentesine giren iki kafadar, yüzlerce insanın önünden geçtiği mağazadan gündüz vakti para çaldı. Yüzlerini saklamaya çalışan iki acemi hırsızdan âdem almasında dövme olanın Türk, boyu uzun olanın da Afgan sınıf arkadaşı olduğu tespit edildi. Acente sahibinin ifadesine göre uzattığı tüm paraları kabul etmeyen hırsızların, sadece iki bin lirayı alıp geri kalan parayı iade ettiği bildiriliyor. Acemilikleri gizli kameraya da yansıyan adı sanı belli olmayan iki kafadar, kolluk kuvvetlerinin takibi sonucu kitap almak için girdikleri kitapçıda kıskıvrak yakalandı. Adlî mercilerin verdiği bilgiye göre, uzun zamandır almak istedikleri kitaplara paraları yetmeyen iki acemi hırsızın, kitapları çalmanın etik olmadığını düşünerek bu yola başvurdukları düşünülüyor.”
Bir de bana acayip derler, çocukların ettiğine bak hele! Bu çocuklara ceza verirlerse vay bu memleketin haline! Evin önüne de geldik. Bu sefer içimden ne geçiyorsa söyleyeceğim. Ömrüm boyunca kendimle konuşmaktan, kendime kızmaktan, söyleyemediklerim için zihnimle boğuşmaktan, ‘ah ulan şunu da demeliydim’ demekten, ağzımda gevelemekten yoruldum. Öyle alttan almak falan da yok ha… Onca yıl ben baktım anama, evde hak talep ediyorsa beklesin, ben ölünce varisim de yok zaten hepsi onun ve çocuklarının olur. Hani afili üç beş duygusal cümle de kurarım ama alık adam anlamaz ki bu laflardan.
“Selamun aleyküm…”
“Aleyküm selam, oğlum nerede kaldın kaç saattir seni bekliyoruz?”
“Geldik işte… Çocuklar nerede, şu poşeti onlara verirsin.”
“Olayı uzatmayalım Selami, şu işi sulh ile çözelim.”
“Ağanın eli tutulmaz, de bakam büyüksün sen başla.”
Bu mesele uzar gider… Sonrasına, sonra bakarız. Bunun bir de öncesi var tabii. Babam, agâh babam… Bugünleri öngörmüş de ne var ne yok anamın üstüne yapmış, var olsun. Abim de böyle biri değildi aslında ama gel gör ki elkızı girdiği evi, el ediyor insana. Mesele nasıl çözülür bilemem ama ah alan onmaz arkadaş, ben bunu bilirim.
Kısa sürdü konuşma. Bizimkisi, ağız dalaşına girmedi. Lafı da uzatmadan direk mevzuya girdi. Hani tanımasam diyeceğim ki, anam rüyasına girip bastonla kovaladı. Ondan beklenmeyecek şekilde aklıselim konuştu. Daha birkaç gün önce Ali kıran baş kesenlik yapıp, eve dadanan o değilmiş gibi aheste aheste anlattı derdini. Biz de yufka yürekliyiz, saldık tabii tüm yelkenleri. Neyse, oh be rahatladık…
Ulan şu bizim Mücahit değil mi? Vay arkadaş kaç sene oldu, ziyarete gelmiş demek ki. Şuna bir selam verelim.
“Mücahit, hoş gelmişsin kardeşim…” “Oö, Selami, sen buralarda mıydın?” “Oğlum, benden çok buralı olanların hepsi mezarda. Hangi rüzgâr attı seni? “Öyle esti, bir ziyaret edeyim dedim” “Vay be ne acayip, yirmi seneyi geçti ha…” “Sorma kardeş, su gibi akıp geçmiş yıllar.” “Yazı, çizi işleriyle uğraşıyor dediler senin için.” “Şiir kitabım çıktı, dur unutmadan imzalıyayım senin için.”
“Kadim dostluğumuza bitimsiz şükranla, Mücahit…”
İyi çocuk, hoş çocuktu Mücahit ama bir havalanmış, üstten tavırlar, muhabbete zoraki kelimeler serpiştirmeler falan… Hayırdır birader okulda doğru düzgün konuşmayı bilemezdin sen, bir şiir kitabı yazdın da ne oldu yani! Neyse keyfim gıcır, bir haftadır uykularımı kaçıran mevzuyu da çözdük. Şu dünya gerçekten ne de acayip, döndürüp döndürüp kendiyle meşgul edecek esbap buluyor. Kitaba yazdığı cümle de afili yalnız;
“Bitimsiz şükranlar sana ya Rabb-ül Âlemin.”
Enes Can
1 Yorum