Abdullah Karaca, bizi yani İstanbul’u terk etti…
***
Kendimi karşıma alıp masaya oturuşumun sebebi, İstanbul’u geçici bir süre de olsa terk etmemden olsa gerek. Aslında bir ayı geçkin Tokat’ta bulunuşum sadece bir işaret. Kendim için…
Herkesin kendine yol gösteren izleri vardır. Yola çıkmak bunun ilk şartı. Sonrası mı? Başka bir şehirde, beyin koridorlarınızda kendinize bir tırın çarpmasını beklemek!
Büyük şehirlerde tan yeri ağarmıyor. Fabrikaların ham madde yerine insan emeğini ve zamanını öğüttüğü bir konserve kentten belki daha gösterişsiz bir memlekete geldim. Burası tam anlamıyla şehir ‘robocop’larının işgal etmediği yerlerden biri.
İstanbul; her ne kadar uzaklaşılan bir sevgili ise de iç cebimde taşımaktan yorulmadığım, sevgilinin hasır şapkalı ahu fotoğrafı…
Tokat, fırtınalı ve sisli akşamları bana hediye eden, bir gece soğuk dağlardan elinde hasta bir güvercinle gelen içimdeki kayıp adama kapıyı açan şehir…
***
Köyde sabahları horoz sesiyle uyanırken metropolde kulaklarıma sinen o dijital ve metalik tüm sesin arıtıldığını hissediyorum. Güneşin ağarmasıyla sığırların, ineklerin otlaklara bir çocuk heyecanıyla yol aldığını görüyorum. Köy içindeki atların yanına yaklaşıyorum, kadife derilerine dokunuyorum. Güneş kızıl tüylerini parlatırken, atlar kendilerini göstermenin keyfini sürüyor. Gün içinde köyde çok ses duymazsınız, hatta duyduklarınız sayılıdır, herkes tarlasında, bağında, bahçesinde, güttüğü hayvanların peşindedir. Akşam, gün batmaya heveslenirken çayırlardan, meralardan inen büyükbaş hayvanların köye giriş yolundan itibaren sürülerinden ayrılıp bir bir kendi evlerine (ahırlarına) doğru yürüyüşü ise insan aklını hayretler içerisinde bırakıyor. Her hayvan farklı mesafede ve uzaklıktaki evin, kendince yolunu tutuyor. Tek başına…
Bu kırsal alanda her hayvan kendi vazifesini eksiksiz yerine getiriyor. Yaylalara çıkıp akşama değin temiz hava eşliğinde karnını doyuruyor, semizleniyor. Koyunu da, danası da ev önündeki tavuğu da… Peki bütün bu güdülenmiş görevleri kime yarar sağlayacak? Yemlendikleri bütün bu hayat boyunca dünyada sürdürdükleri bu ‘hayvanî görevleri’ ve hizmetleri ne için? Akşamları geldikleri barınaklarda sahiplerinin ellerine bıraktıkları içi süt dolu memeler kimlere? Bir tavuğun bin bir zahmetle ürettiği bunun yanı sıra vücudundan ambalaj özeniyle dışarı bıraktığı ancak kahvaltı sofralarında bir detay olan yumurta neden ve kimler adına?
***
Köy yerinde yetişmeye çalıştığınız herhangi bir şey yok, ya da birilerine daha iyi, daha şirin gözükmeye çalıştığınız maskeler… Burası, tahtadan bir sundurma altında, uzayıp giden göğü ve altındakileri izlemeniz, izlerken vicdanınızın dibinde kalmış kızgın soruları avucunuza almak için uygun bir yer.
Burada çalışanlar gün bittiğinde emeklerinin karşılığını görebiliyorlar, hiçbir çabanın boşa gitmediğinin farkındalar. Onları sömürecek bir şey icat edilmedi henüz. Emekliler ise gençliklerindeki dünya tutkusunu çoktan unutmuşlar. Günler günleri kovalar da haberleri olmaz. Cuma gününün gelişini duyuran, perşembe akşamları okunan selâ dışında. Onlar, evlerinde takvim yapraklarının yere düşme hızlarından habersiz yaşarlar. Takvim koçanları bile aralık ayına geldiği vakit incelip zayıflayıveriyor. Ben de takvime baktım, Tokat’a geleli otuz dört gün olmuş. Sahi takvim yaprakları bizler için de kopuyor değil mi?
Abdullah Karaca
14 Yorum