27 Eylül 2019 – Cuma
Bazen günleri kaldıraçla kaldırıp sırtıma yüklediğimi ve ezile ezile yürüdüğümü hissederim. Unutulmuş hayatlar müzesi gelir aklıma, hayat penceresinden ümitlerini bir an olsun görmek isteyen garipler bir de. Böyle anlarda, hemen duyguların karanlık patikalarına kaçarım. Orda kaybolmaktır tek niyetim. Çünkü kendimden korunmak zorundayım. Yekpare bir yalnızlık içinde bile olsam kendimle sürekli yüzleşmek istemem. Harflerimin dağınık kalmasını, rüyalarında kelimeler görmelerini isterim. Cümleye hasret bir şekilde de ölmelerini… Fakat insan işte, sürekli bütünlenme derdinde… Dairesini bir şekilde tamamlamak istiyor… Vedalar ülkesinin mahkûmu olsa da, demir parmaklıkların arkasında zorla nefes alsa da, yangınından kalan külün bir şekilde tekrar ateş alacağını ümit ediyor. İşte ben de bu sebeple o külleri karıştırıp duruyorum. Bazen bir hatırada seviniyor, bir başkasında yeniden ve tekrar yıkım yaşıyorum. Hayat böyle bir şey diyorum sonra. Ateş ve kül… Kül ve rüzgâr… Rüzgâra tutulmuş küllerin özgür olup olmadığını düşünürken birden hayat yüzüme çarpıyor. Tekrar dünyaya, kendime dönüyorum. Günler hâlâ sırtımda bir ağrı…
9 Ekim 2019 – Çarşamba
İnsan, bazen her şeyden uzaklaşmak, hayattan elini eteğini çekmek, varlık hissinden kurtulmak ister. Karşılaştığı çözümsüz ilişkiler, geçmişindeki büyük hatalar ve aklında dönüp dolaşan ama bir türlü cevabını bulamadığı problemler insanı ister istemez kaçışa yönlendirir. Varlık hissinin ağır geldiği böyle anlarda, insan hiç tanımadığı kişilere en gizli ve büyük problemlerini anlatabilir. Herhangi bir mekânda denk geldiği ve daha önce hiç tanımadığı bir kişiye insanın açılması sadece anlatmak içindir. Cevap bulmak için değil. Çünkü insan problemlerini anlattıkça sorunun nerede olduğunu ve derinliğinin daha bir farkına varır. Soruyu sürekli tekrar etmek aslında kendince bir cevaptır. Yani cevaba giden sürecin kendisidir. Büyük patlamaya bir hazırlık da diyebilirim. Çünkü sorunlar birike birike taşınamaz hale geldiğinde ve tüm yollar çıkmaz sokakta kendini bulduğunda, insanın kendine dışarıdan bakabilmesi için bir yanardağ gibi içinden patlaması gerekir. Şehvetin bile kendini geri çektiği ve dünyanın tatsız tuzsuz hale geldiği bu anlar aslında hayatın devamı için bir tiryaktır. İnsan düşe düşe yürümeyi öğrenir. Bu sarmal, bu can çekişme, bu dünyadan kesilme aslında hayatı dolu dolu yaşamak isteğinin de tezahürüdür. Değil midir?
15 Ekim 2019 – Salı
Bir tartışmada iki tarafın da haklı olma ihtimali nedir? Bence yüzde yüz. Zaten tartışmaların ana amacı kişinin doğruluğunu kanıtlamak istemesidir. İddiasının yanlış olduğunu düşünen tartışmaz, istişare eder. Araştırır ve yanlışlarını görmeye çalışır. Fakat bir mesele hakkında tartıştıkça, konu genişliyor, başka boyutlara çıkıyor. Bakış açıları farklı olduğu için herkes kendince haklı çıkıyor. Hermann Hesse’nin çok sevdiğim bir tespiti var. Şöyle diyor: “Üzerinde konuşulmayagörsün, en yalın şey bile hemen çetrefil ve anlaşılmaz bir nitelik kazanır.” Gerçek ortada olsa dahi bir zaman sonra görünmez oluyor. Ayrıntı o kadar etrafını sarıyor ki, yepyeni bir gerçeklişmiş gibi görünmeye başlıyor ve ister istemez herkes haklı hale geliyor. Çünkü makyaj hayatımızın vazgeçilmezi. Ama sadece bedenimize değil, fikirlerimize de makyaj uyguluyoruz. Eğer bir meselenin anlaşılmamasını isteniyorsa, uzun uzun açıklama yoluna gidilir. Çünkü her açıklama gerçeklikten biraz uzaklaşma ve yeni bir gerçeklik evrenine doğru seyahat etmektir. İnsanlar neden bu kadar konuşuyor sanıyorsunuz! Eğer bu dünyada haklı değilsem, oluşturduğum evrende haklı olurum derdindeler çünkü.
Sulhi Ceylan
Resim: André Brasilier