Kahırdaki Lütuf

(Metafizik Günlük 4)

Bağdatlı büyük sufi Cüneyd-i Bağdadi hazretleri, dokuzuncu asırdan beri dervişlik derdine düşenlerin uğradığı kapılardan biri olmaya devam ediyor. Öyle ki, sözleri, halleri ve hayatı sürekli dervişler arasında anlatılır. Tasavvuf sohbetlerinin olmazsa olmaz konuğudur kendisi.

Süleyman Uludağ’ın Cüneyd-i Bağdadi biyografisini okurken ilginç bir anekdota denk geldim. Günlerden bir gün hem Cüneyd-i Bağdadi ve İmam Şibli hazretleri aynı anda hasta olur. Hıristiyan bir doktor önce İmam Şibli’yi muayene etmek için evine gider. “Neyin var, neren ağrıyor?” dediğinde ise Şibli “Hiçbir şeyim yok” diye cevap verir. Cüneyd-i Bağdadi’ye gidip aynı soruyu sorduğunda ise Cüneyd-i Bağdadi hazretleri ağrı ve şikâyetlerini tek tek anlatır. Doktor da gerekli tedaviyi yapar ve ayrılır. Hastalıkları geçip bir araya geldiklerinde İmam Şibli; neden doktora derdini açtın dediğinde Cüneyd-i Bağdadi; “O, dostuna bunu yaparsa düşmanına ne yapar? Bunu bilsin istedim” cevabını verir ve sen neden şikâyetini söylemedin diye sorar. İmam Şibli ise “Dostumu, düşmanıma şikâyetten utandım” der.

Bu hikâye çok farklı okumalara tabiî tutulabilir. İlk akla gelen olayların farklı kişiler tarafından farklı algılanabileceği meselesidir. Diğer bir durum ise olaylar, kişilerin içinde bulundukları makamlara göre değerlendirilir. Kısacası kavanozun dışına sadece içindeki sızar. Hikâyede geçen Hıristiyan doktor aslında nefsi simgeler. Cüneyd-i Bağdadi’nin doktorun yani nefsinin sorusuna cevap vermesi nefsini terbiye ettiğini gösterir. İmam Şibli’nin nefsinin sorusuna cevap vermemesi ise kendisinde sahv (uyanıklık) halinin galip geldiğini ve bir an bile nefsini kontrolden geri durmadığını göstermektedir. Sözün özü her iki cevap da kendi makamında güzel ve anlamlıdır.

İki cevabın ortak noktası ise muhabbetullahtır. Yani iki velinin Allah’a olan sevgi ve muhabbeti bu cevapları vermelerine sebep oluyor. Cüneyd-i Bağdadi’nin cevabında uyarma saklıdır. Yani gittiği yolun yanlış olduğunu çok güzel bir üslupla doktora anlatmaktadır. İmam Şibli’nin cevabında ise hasta olmasına rağmen Allah’tan razı olduğunu karşı tarafa iletme söz konusudur. Böylece musibetlere karşı nasıl tavır takınılacağını da göstermiş oluyor. Bela ve hastalık gibi her şey Hak’tandır ve kula düşen ise sabretmektir.

Sözü dolaştırmanın manası yok. Diyeceğim şu ki; Leyla’nın zalimliği Leyla’nın nefsinden gelir. Buna lafım yok ama Leyla’nın zalimliğini dillendirmekte nadanlıktan gelir. Hem sevgiliden gelen her şey sevgiye dâhil değil mi? Ve buna “bela” da dâhil değil mi? Mecnun, Kâbe-i Muazzama’nın siyah örtüsüne sarılıp, Mevla’dan kendisine gelen belaların arttırılmasını istememiş miydi? Sözün özü hayat lütuf ve kahır içinde yol almaktan ibarettir ama önemli olan kahrın içindeki lütfu görebilmektir.

Sulhi Ceylan

DİĞER YAZILAR

4 Yorum

  • Mecnun , 18/01/2018

    O’ndan nice lütuflar, ikramlar bizden nice hata, kusur, günah.

  • kimse.siz , 09/12/2016

    Kim’lerden kaçıpta okuduğumuz Edebifikir. ne güzelsin.
    Kim’lerimize varıpta anlayabilsek seni.
    her güzel ölmüyor işte.

  • Garip , 08/12/2016

    Hamdolsun.

  • Ömer , 08/12/2016

    Kahrında hoş, lütfunda. Diyebilmek dileğiyle.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir