Teori ve Pratik

“İnsanda büyüme ve gelişme belli özellikler dikkate alınarak dönemlere ayrılır. Bu dönemler bebeklik dönemi, çocukluk dönemi, okul çağı dönemi, ergenlik dönemi, yetişkinlik dönemi, yaşlılık dönemi olmak üzere altı başlıkta incelenir.”

a) Bebeklik Dönemi (0-1 Yaş)

Her şeyi hatırlıyorum. Hem de her şeyi. Hatırlamamayı ne de çok istemiştim bir süre sonra. Fakat her şeyi -belki inanmayacaksınız- dakika dakika hatırlıyorum.

Tüm gördüklerim, duyduklarım, aldığım nefesler, verdiğim nefesler, yarım kalan nefesler ve alamadığım nefesler… Hepsini hatırlıyorum. Doğduğumda kulağıma okunan ezanı hatırlıyorum. Kısık sesle okunmuştu. Bir evin bodrum katında, mümkün olduğunca sessiz okunan ezan. Belki de salâ idi. Çünkü doğuyor muydum yoksa gömülüyor muydum, bilmiyorum.

Üç defa ismimi söylediler kulağıma ve sonra annemin kucağına verildim. Ben yokken bir şeyler olmuştu burada, bana bakan tüm gözlerde görülüyordu bu. Bir şey olmuştu, çünkü korkulu gözlerle bakıyorlardı. Gecenin bir yarısında yataklarımızdan fırlıyorduk, dışarda gök gürlemesine benzeyen bir ses duyuluyordu. Büyük küçük herkesi korkutuyordu. Annem o sesi duyduğu her vakit bana daha çok sokuluyor, üzerime kapanıyordu. Beni tekrar uyutmaya çalışıyordu.

Uyuyamıyordum.

Bu evde çığlık atmak yasaktı. Ne zaman acıksam, ağlamaya başlıyordum. Her ağlamamda annem elleriyle ağzımı kapatıyor, beni susturmaya çalışıyordu. Çok zayıftı, eve giren gıda belliydi. Beni besleyemiyordu. Acıktıkça ağlıyordum. Ağlamalarım yerini çığlıklara bıraktığında annem daha sıkı kapatıyordu ağzımı. Hiçbir ağlamam havaya karışmadı benim. Hiçbir çığlığım dünyaya ulaşamadı. Hepsi annemin avuçlarını öperek geri dönüyordu. Yutuyordum hepsini. Annem beni doyuramıyordu. Ben de uzun müddet çığlıklarımla beslendim.

Bir ateş topuna dönüştüm gece yarısı. Baştan ayağa yanıyordu bedenim. Annem telaş içinde soğuk, ıslak bir bezle geldi yanıma. Şehrin suyuna karıştırılan bir mikrop gün gelip kanıma karışınca yükseldi ateşim. Tüm vücudum azap içindeydi. Bezin ıslaklığı bir yana bu tedavinin işe yaraması için dua eden annemin gözyaşları da düşüyordu bedenime. Sonra buhar oluyordu gözyaşları. Keşke tüm gözyaşları buhar olabilseydi. Bedenim bu şehirdeki tüm gözyaşlarını kurutabilir miydi? Sanmıyorum. Annem hastaneye gitmemiz gerektiğini biliyordu. Fakat gidebileceği bir hastanenin var olmadığını da biliyordu. Çünkü bir grup ruh hastası, ne kadar hasta ruhlu olduklarının kanıtı olan belgeleri bir bombanın üzerinde göndermişlerdi hastanelere ve atılan hiçbir bomba kapıdan girmemiş, hastane duvarlarında yeni kapılar açmıştı. Doktorlar yeni açılan kapıları da kullanarak terk etmişlerdi şehri. Sonuçta girilebilecek yüzlerce kapısı olan ama kimsenin kullanmadığı hastanelerle dolmuştu şehir.

Annem sabaha kadar dua ederek iyileşmemi bekledi. Gözlerimi açtığımda bitkin, nemli bir çift göz bana bakıyordu. Hafif bir tebessüm vardı yüzünde. Ama yavaş yavaş kayboldu. Bu toprakları ilk, kahkahalar terk etmişti. İnsanlar uzun zaman önce, gülmenin ne demek olduğunu unutmuştu. O kadar alışılmıştı ki ağlamaya, iyileştiğimi gören annem birkaç damla yaşla belli etti sevincini. Sarılırken, benimle oynarken, yemek hazırlarken (aslında hazırlayacak bir şey yoktu, sadece kendini oyalıyordu mutfakta) gözleri sürekli nemli birini görüyordum. İnsanoğlunun en samimi iki eylemi: Gülmek ve ağlamak. Annem yeterince ağlıyordu. Bana tek şey kalıyordu. Yüzüne bakmak ve gülmek. Ben de öyle yaptım. Annemin yüzüne baktım. Hiçbir şey yoktu ortada gülecek.

Güldüm.

b) Çocukluk Dönemi (1-6 Yaş)

İlk adımlarımı atıyordum evin içinde. Ellerimden tutuyor arada bir destekleyerek yürümemi seyrediyordu annem. Her adımımda heyecanlanıyordum. Her adımımda biraz daha güçlü hissediyordum kendimi. Bir büyüme hissi damarlarımda dolaşıyordu. Sanki günden güne değil, adımlarımla büyüyordum. Odanın içinde daireler çizmeye başladım. İlk başlarda dengemi kaybedip düştüm. Birkaç gün sonra hatasız bir şekilde yürümeyi öğrenmiştim. Uyanır uyanmaz ayağa kalkıyor ve gün boyu odanın içinde dolaşıyordum. Yürümeyi öğrenmemle birlikte bir merak duygusu da gezinir oldu içimde. Odanın içinde durmaktan sıkılmıştım. Evin diğer odalarında neler var, diye merak ediyordum. Odanın kapısına yaklaştım. Kapının koluna uzanmaya çalıştım. Güç bela dokundum ve araladım kapıyı, odadaki kadar emin adımlarla yürüyemiyordum ama merak duygusu her adımda ileri atıyordu beni. Geri dönmeyi düşünmedim. Diğer odalarda kimse yoktu. Diğer odalarda fazla eşya da yoktu. Duvarlarda çatlaklar vardı. Evin odalarını birbirinden ayıran kapılardan farklı bir kapı duruyordu karşımda. Kapıyı açmak için yanına kadar gittim. Korkarak açtım. İlk başta tek gözümle baktım her yere, sonra iki gözümle de gördüm gerçekleri. Yerlerde açılmış çukurlar, duvarlarda kurşun izleri, yıkılmış evler, ortalık toz bulutu. Uzaklardan gelen, derinden bir deprem hissi uyandıran patlamalar… Terk edilmiş bir şehre benziyordu burası. Ama terk etmemiştik. Terk edilmiş olan bizdik belki de. Bu duyguyla döküldü ilk kelimem dudaklarımdan:

– Anne!

Annem kapının önüne kadar çıkmama şaşırmıştı. Aynı zamanda korkmuştu. Kapının önü dahi olsa tehlikeliydi. Kapılar kapalı olmalıydı. Perdeler gündüz veya gece sonuna kadar örtülü. Beni içeri aldığında ancak konuştuğuma şaşırabildi. Anne kelimesini birkaç kez daha tekrarladım. Ne zaman ihtiyacım olsa “anne” diye seslendim. Koşarak geldi yanıma. Beş yaşıma kadar anneme seslendim. Onu dinledim. Onunla konuştum. Bir sürü soru sordum hepsini kendince cevapladı. Sonra bir gün aklıma değişik bir duyguyla düşen soruyla baş başa bıraktım onu:

– Benim babam nerede?

Annem bu soruyu cevaplayamadı.

c) Okul Çağı Dönemi (6-12 Yaş)

Sokağın ilk kuralı: Bilmediğin hiçbir şeye dokunma.

Sokakta her şey deneme yanılma ile öğrenilir. Arkadaşlarımdan birinin kolunu kaybetmesi üzerine öğrendik bu kuralı. Çok üzülmüştük. Birkaç gün kendime gelemediğimi hatırlıyorum. Bundan daha ötesi herhangi bir patlamada ahirete göçenleri de görüyorduk. Ama hiçbirini ağlamalarla göndermedik. Alıştık mı? Hayır. Bir zalimin görmek istediği ölen insanlar değildir. Ölenin yakınlarının çektiği acıdan haz alır zalim. Bu yüzden bu şehirde biri ölürse ağlanmaz. Tekbir getirilir. Çünkü ölümün hakiki sahibi taklitçileri de toprağın altına bir gün alacaktır.

Sokağın ikinci kuralı: Mümkün olduğunca evine yakın oyna.

Basit oyunlarla işimiz yoktu bizim. En sevdiğimiz oyun: “Hayatta kalmaca”ydı. Kural basit: Nefes almaya devam et. Kendi başına sokağa çıkmayı öğrenen tüm çocuklar bilirdi bu oyunu. Tabiî tek kuralını da. En iyi oynayanımız kimdi? Bilmem. Her şeyi hatırlıyorum fakat her şeyi bilmiyorum.

Hepimiz dikkatliydik. Evimize yakın olmaya çalışıyorduk. Evimizden uzağa gitmemiz gerekirse girmek zorunda olduğumuz her sokağı inceliyor, tehlikesiz olduğundan emin olduktan sonra mümkün olduğunca hızlı hareket ederek yürüyorduk. Bu sokaklar hep okul ve aynı zamanda sınav salonuydu. Aniden bir şeyler öğretiyor ve birden sınav yapabiliyordu. Bazen hiçbir şey öğretmeden sınav yapıyordu. Sınıfta kalanların ikinci bir şansı…

Yoktu.

Evime hep aynı sokakları kullanarak dönüyordum. Ama her seferinde ilk defa giriyormuş gibi ilk kontrol ediyor, sonra hızlı adımlarla evime varmaya çalışıyordum. Tüm sesleri dinliyor uzaklardan gelen anlamadığım bir ses olursa duruyor, sesin tehlike olmadığına kanaat getirene dek hareket etmiyordum. Bazen bir uğultu, bir makine sesini bombardımana hazır bir uçağın motor sesine benzetebiliyorduk. Bu da burada yaşayanların paranoyasıydı. Defalarca bombardımana uğramış bu kentin çocukları olarak rüyamızda gördüğümüz uçaklardan bile saklanacak yer arıyorduk.

Evime varmama bir sokak kala bir bombardıman uçağının sesi çalınmaya başladı kulağıma. Duvar dibine doğru çekildim. Sesi iyice dinlemeye çalıştım. Kendimce emindim gittikçe yakınlaşıyordu sesler. Bir süre sonra sadece motor sesinden ibaret olan uçak üzerimize mermilerini kusmaya başladı. Kaçacak yer arıyordum artık. Bir duvardan bir duvara geçerek saklanmaya bir yandan da eve varmaya çalışıyordum. Uçağın geçtiği yerlerden patlama sesleri, binalardan kopan beton parçaların yere çarpma sesleri ve tüm sesleri bastıran zulmün tam ortasında kalmış benim gibilerin tekbir sesleri duyuluyordu.

İki binanın arasında kaldım. Üzerimizde dolaşan uçağın bir an önce uzaklaşması için dua ediyordum. Tekbir sesleri her patlamadan sonra daha da yükseliyordu. Patlama sesleri yaklaşıyordu. Tekbir sesleri yaklaşıyordu. Duvarın dibine çöktüm. Sokağın başından bir toz bulutu üzerime doğru gelmeye başladı. Uçağın sesi, patlama, tekbirler… yaklaşıyor…

Allahuekber!!!

Sokağın üçüncü kuralı: Uçak görürsen kaç. Burada uçaklar yolcu değil, bomba taşıyor.

d) Ergenlik Dönemi (12-21 Yaş)

Bilmem… Ben bundan sonrasını yaşayamadım…

 

 Ömer Can Coşkun

 

DİĞER YAZILAR

3 Yorum

  • teori ve pratik , 26/12/2016

    bazen uzak yakın, yakın uzak oluyor.
    bunu hikayelerinde gösteren iyi kalpli insanlar iyi ki var…
    onları kırmayalım. en hassas onlar oluyor çünkü….

  • Serair , 09/12/2016

    Yanıbaşımızda ama çok uzak. Anlayabilmemiz, mümkün olduğunca eyleme geçmemiz adına…

  • Anonim , 09/12/2016

    biz kardeşlerimizi böyle tanımak istedik twitter da paylaşılan fotoğraflarla değil.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir