Hepimiz Aynı Gemideyiz I

Yazarımız Muhammet Emin Oyar’ın gezi izlenimleri…

***

(Neum, Mostar, Blagay, Bosna-Hersek)

Gençlik ve Spor Bakanlığı, düzenlediği Akdeniz Barış Gemisi organizasyonuna bizi de davet etti. Katılımımız için çok ısrar ettiler. Biz de kıramadık kendilerini ve bu davete icabet ettik.

18 – 27 yaş arası birçok ülkeden 800 gencin bir arada olduğu gemi seyahati on gün sürdü.  Projenin adından da anlaşıldığı üzere bu sadece bir seyahat organizasyonu değildi. On gün süren bu projeden kısaca bahsedecek olursak;  tarih ve uluslararası ilişkiler dersleri aldık. Diğer ülkelerden katılan arkadaşlarımız kendi ülkelerinin tanıtım sunumunu yaptılar. Kaligrafi, ebru, cam sanatı, tespih yapımı gibi çeşitli sanatsal faaliyet atölyelerinde bulunduk ve sosyal faaliyetler ve yarışmalarla da eğlenceli vakitler geçirdik. Ayrıca oluşturulan gruplarla çeşitli başlıklar altında çalıştaylar yapıldı. İnternetin olmadığı bu seyahatte ortaya konulan çalıştay raporları takdire şayandı. Barış odaklı olan bu çalışmalar; sanat ve spor, küreselleşme ve çok kültürlülük, gençlik inisiyatifi, gönüllülük, medya, empati ve hoşgörü gibi daha birçok başlık altında yapıldı. Yapılan bu çalışmalar, Mostar, Dubrovnik ve Tunus gezileriyle daha da anlam kazanmış oldu. Yediğimiz, içtiğimiz ve dibini sıyırdığımız açık büfeler bizde kalsın, biz en iyisi gezi notlarımızı aktaralım.

Yaklaşık üç günlük deniz yolculuğunun ardından gemimiz, eski adı Ragusa olan Hırvatistan’ın önemli liman kentlerinden Dubrovnik’e demir attı. Küçük evleri, tarihi binaları ve tertemiz koylarıyla Dubrovnik’in manzarasına hayran kalmıştık. Fakat ilk hedefimiz Mostar olduğu için akşam vakti tekrar buluşmak üzere kafileler halinde Dubrovnik’ten ayrıldık.

Kıyı şeridinden Mostar’a doğru giderken üç sınır kapısından geçtik. Bosna Hersek’in denize kıyı tek şehri olan Neum, Hırvatistan topraklarının arasından sıyrılıp Bosna-Hersek’in denize açılan kapısı olmuş. Dayton Barış Antlaşması sırasında, Hırvatistan’ın almak için yoğun çaba sarf ettiği Neum, Aliya İzzetbegoviç’in yoğun ısrarı ve direnmesi sonucunda Bosna Hersek sınırlarında kalmış. Arada kalan bu bölgeden geçtikten sonra tekrar Hırvatistan topraklarına girdik. Bir müddet sonra Neretva Nehri bizi karşıladı ve Neretva’nın rehberliğiyle Mostar’a giriş yaptık. Şehre girerken dikkatimizi çeken ilk şey, yüksek bir tepeye konuşlandırılmış dev bir haç oldu.

Nihayet otobüsümüz durdu ve rehberimiz bizi karşıladı. Bu şehirde savaşın izleri hâlâ görünüyordu. Mermi ve bombaların tahribatına uğrayan binaların eskisi gibi kalmasına karar vermişler. Savaş izlerini silmek istememelerinin nedenini rehberimiz şöyle anlatıyor: “Biz bu izleri gördükçe savaşı hatırlıyoruz. Daha doğrusu savaşın ne kadar saçma olduğunu hatırlıyoruz. Yaşadığımız acı günleri hatırlayıp birbirimize daha sıkı sarılıyoruz…”

Rehberimiz bizi Koski Mehmet Paşa Camii avlusunda topladı ve cami hakkında bilgiler vermeye başladı. Cami, 1618 yılında Sokullu Mehmet Paşa’nın Ruznâmecisi ve Tımar Defterdarlarından Koski (Koca) Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Savaş sırasında yıkılan minaresi T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Tokyo Camii Vakfı işbirliği ile tekrardan yapılmış. Cami 2001 yılında tekrar ibadete açılmış. Verilen bu kısa bilginin ardından rehberimiz bizi caminin yan tarafına götürdü. Köşeyi döner dönmez o muhteşem manzarayla karşı karşıya kaldık; Mostar ve Neretva.

Bir dakika önce camii avlusundaki ses kirliliği yerini sükûnete bıraktı. Herkes sustu. Mostar, Osmanlı’nın batıdaki son kalesi… Medeniyet, barış ve hoş görü sembolü… Köprü ki şehrin bükülü dudağı, nehir de onun gözyaşı. Köprüye doğru ilerlerken hediyelik eşya dükkânlarının bulunduğu dar sokaklardan geçtik. Esnaf ve yerel halk Türk bayrağını gördüklerinde gözlerindeki mutluluğu, huzuru hemen farediyorsunuz. Yaşlı bir amca, “Hoş geldiniz. Burada turist ya da misafir değilsiniz, burası sizin eviniz.” demişti. Köprüye ulaştığımızda, içimi garip bir korku ve ardından da tatlı bir huzur sardı. Yapım amacını, yerel ve evrensel değerini, savaştaki ağıtlarını ve yeniden doğuşunu hatırlayarak köprü üzerinde yürüdük.

Köprüyü geçtikten sonra rehberimiz bizi bir turist bilgilendirme ofisine götürdü ve orada Mostar’ı anlatan kısa bir film seyrettik. Film, savaş öncesinde, savaş esnasında ve savaş sonrasında olmak üzere üç bölümden oluşuyordu. Bize savaş esnasındaki görüntüleri seyrettirmediler. Rehberimiz de bunun sebebini, “Siz barış elçilerisiniz, bu görüntüleri sizlere göstermem uygun olmaz. Bununla beraber bu görüntülerden utandığım için de sizlere göstermek istemiyorum” diyerek açıkladı.

Cuma namazı vakti yaklaştığı için küçük bir camiye gittik. Biz abdest alırken kilisenin çanları çalmaya başladı. Çan sesi biter bitmez de ezan okundu. Namazın ardından bir arkadaşımla restorana girdik. Daha önce bize Mostar’da mutlaka “çevapi” yememizi söylediler. Biz de onlara uyduk ve birer porsiyon çevapi istedik. Bir müddet sonra önümüze konan yemeğin bildiğimiz İnegöl köfteden farkı olmadığını gördük. Bizim için esas macera yemekten sonra başladı. Hesabı ödemeye gittiğimizde arkadaşım cüzdanını gemide unuttuğunu fark etti. Benim yanımda yeteri kadar para vardı. Fakat bozukluğumuz yoktu. Kasiyer, para üstüne yetecek kadar Euro’su olmadığını, mecburen KM (Konvertibl Mark) vereceğini söyledi. Biz de nasıl olsa döviz bürosunda çeviririz diye düşünerek kabul ettik. Parayı çevirmek için döviz bürosuna gittiğimizde büronun kapalı olduğunu gördük. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Daha sonra şansımızı esnaflarda denemeye karar verdik. Bir dükkâna girdik. Fakat dükkân sahibi parayı çeviremeyeceğini söyledi. O sırada dükkânda bulunan Polonyalı bir bayan arkadaşımız olayı yanlış anlamış olacak ki bize “Eğer paranız yoksa ben size verebilirim. Siz bana İstanbul’da geri verirsiniz” dedi. “Sen bizi yanlış anladın” deyip cüzdanımızı göstermek gelse de içimizden, bu sefer onun bizden para isteyeceği ihtimalini düşünerek durumumuzu sakince anlattık. Bize az ileride turist bilgilendirme ofisinin olduğunu, oraya danışmamızı teklif etti. Bize mantıklı gelen bu teklife uyduk ve turist bilgilendirme ofisine gittik. Oradaki görevliye derdimizi anlattık fakat yardımcı olamadı. Cüzdanını gösterdi. Yeteri kadar Euro’su olmadığını anlattı ve bizi elli metre ilerideki postaneye yönlendirdi. Postane veznesindeki bayan da para çevirme yapmadıklarını söyledi. O da bizi bir elli metre daha ilerideki bankaya yönlendirdi. Bankaya gittik ve on dakika süren işlemlerin ardından işimizi hallettik. Bundan sonra Mostar dendiğinde birçok şeyle beraber “çevapi” yemekle başlayan bu macera da aklıma gelecek ve bir tutam tebessüme vesile olacak.

Mostar turumuz sona erdiğinde şehre 12 km mesafedeki Blagay kasabasına gittik. 15. yüzyılda Buna Nehri’nin kaynağının hemen yanına inşa edilmiş ve Boşnakların Müslüman olma sürecinin hızlanmasında büyük rol sahibi olan Alperenler Tekkesini ziyaret ettik. Buradan gelip geçen derviş ve sufilerin hoş görülü ve hakkaniyetli tavırları, tarih boyunca karmaşa içinde yaşayan halkın İslâm’a olan sempatilerini ve merakını artırmış. Saltukname adıyla bilinen halk efsanesinin kahramanı ve Anadolu ve Rumeli’nin fethi sırasında önemli rol oynayan Sarı Saltuk’un türbesi de buradaydı.  Ayrıca burası Avrupa’nın en önemli beşinci doğal güzelliği olarak nitelendirilmiş.

Tekkeye Alman turistlerle beraber girmiştik. Buraya gelmişken namaz kılmamak olmaz tabiî ki. Fakat Alman turistlerden bir türlü fırsat bulmadık. Anneannemin deyimiyle, her eşyanın inciğini cinciğini inceliyorlardı. Sonunda dayanamayıp namaz kılmak için müsaade istedik. Önce anlamadılar. Bir kere daha tekrar ettikten sonra içlerinden biri diğerlerine bir şeyler söyledi. Birkaç saniyelik mırıldanmaların ardından kaçarcasına bulunduğumuz tekke odasını boşalttılar. Namazımızı da kıldıktan sonra muhteşem manzaranın seyrine doymak için dışarıya çıktık. Huzur ve maneviyat dolu bu manzara ayaklarımızı âdeta yere mıhlamıştı. Ne var ki ayrılmamız gerekiyordu. Otobüse doğru ilerlerken yol kenarlarındaki tezgâhların birinden nar ekşisi aldık. Bu ev arkadaşlarım için aldığım anlamlı hediyelerden biri oldu.

Otobüsümüz hareket ettikten yaklaşık on dakika sonra Osmanlı sınır karakol kenti olan Poçitel’i teğet geçtik. Zamanımız olmadığı için taş evleri, kalesi, saat kulesiyle tepeye konuşlanmış bu görkemli kente giremedik. Olsun, Blagay’dan daha ayrılmadan buralara tekrar gelmek için niyetlenmiştik.

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • o gemiden biri , 21/11/2013

    söylediklerinizde haksız değilsiniz. fakat 800 genç de parti teşkilatındandı demek yanlış olur. parti teşkilatından olmayan hatta hükümetle karşı görüşte olan bir çok genç vardı. şunu da söylemeden edemiyeceğim; bu yazının yazarının gemiye alınması tevafuktan ibarettir. saygılar…

  • Serdar , 15/11/2013

    İnşallah bizlere de nasip olur bu güzellikleri görebilmek.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir