Elif Bayır, İsrafil’in nefesini ensesinde hissetti.
***
Yaşamak imtihanına tâbi olmadan önce nasibinize düşmemişse ölmek, dinamitlere, İsrafil’e ve gökdelenlere karşı hazırlıklı olmalısınız daima. Annenizin de haksız olabileceği ihtimaline, andımızı okumadan da bu ülkeyi sevebileceğinize, çocuklarınızın smart tv’lerden daha akıllı olduğuna inanmalısınız. Neden mi? Çünkü İsrafil her an binlerce yıldır içinde tuttuğu nefesi dışarı salabilir.
Babam Amentüyü ezberletmeden başlamıştım İsrafil’in varlığına iman etmeye ama o zamanlar sur bu kadar yakınında değildi İsrafil’in dudaklarının. Hepimiz dört bir yandan baskı yapmıyorduk ona bir nefes çekmesi için. Babaannem pencereden bakıp ahir zaman diyordu, pencerenin o tarafından ahir nedir diye düşünüyordum. Televizyonda Şirinler oynuyordu, gökyüzünden bile maviydiler. O zamanlar komünizm ne demek bilmiyordum.
Biz köyden kente göçmeden başlamıştı gökdelen inşaatları, sanayi devriminden sonra. Şirinleri izlemeyecek kadar büyüdüğümde başım evin çatısına değer sanıyordum. Gökdelenler bakışlarımın boyunu bile geçiyordu, babamın boyunu bile. İnsanlar boylarından büyük işlere kalkışıyorlardı gökdelenlerde. Gökdelenlerden dünyaya bakıyorlardı. Asansörler yoruluyordu aynı yolu gidip gelmekten, asansörlere acıyordum ve elektrikler kesiliyordu bazen. Dünyanın manzarası kararıyordu, basamakları tırmanamıyordu en uzun boylu insanlar. O karanlık anında asansörde kalmış gibi aydınlığın hayalini kuruyordum. O zamanlar sosyalizm nedir bilmiyordum.
Annemin beni terk edişinin üstünden on yıl geçmeden başlamıştım, annemin bana yalan söylediğini düşünmeye. Yaklaşık on yaşındaydım ve sınıfın en ön sırasında oturuyordum. Tahtada din kültürü öğretmenim aslında Cennet’in gökyüzünde, Cehennem’in yerin dibinde olmadığını anlatıyordu, annemin anlattıklarının tam aksine. Başında kahverengi bir peruk vardı ve çirkin görünüyordu en az Şirinler kadar. Okul çıkışı mavi bir başörtü takıyordu başına, gökyüzü kadar maviydi. Tüm çocuklar Cennet’e gideceğine inanıyordu. Tek sıra olup andımızı söylüyorduk Cennet’e gitmek için. Annemi bir gökdelen boyunca seviyordum. O zamanlar faşizm nedir bilmiyordum.
Şirinler üç boyutlu oynamaya başlamadan, üç yıl önce ölmüştü babaannem. Ben bir metropole göç etmeden iki yıl önce. Otobüslere binmek için sıra bekliyorduk bütün kalabalıklar. Bir adam kucağında dev ekran bir smart tv ile biniyordu otobüse, adamın iki çocuğu televizyonun arkasından. Otobüse bindiğinizi kanıtlayan manyetik ses üç kez çalıyordu. Akıllı olmak, adam yerine konmaya yetmiyordu hâlâ. Taksitleri belki babaannemin yokluğu kadar uzun sürecek televizyonun iki yanında, ayakta duruyordu televizyondan akıllı çocuklar. Birbirlerine bakıyorlardı otobüsün kalabalık tarafından. Ahir ne demek bilmiyorlardı. O zamanlar ben kapitalizm nedir biliyordum.
Çocuklar o televizyonda kanal değiştirmeye başlamadan üç durak önce yaslamıştım başımı pencereye. Otobüs penceresinden dışarı bakıyordum ve ahir zaman diyordum. Arabalar, otobüsler, kalabalık, gökdelenler, asansörler, kalabalık, kadınlar, erkekler, kalabalık, seyyar satıcılar, iş adamları, kalabalık, ben. Kendimi görünce gözlerimi kapadım. İsrafil dudaklarına suru götürmüş emir bekliyordu. Birden nefesi kesiliyordu kalabalığın. Asansörler duruyordu. Kadınlar susuyordu. Erkekler susuyordu. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım, vinçler geçiyordu annemin Cennet’e mekân biçtiği yerden. Babamın gözünün görebileceği bir yerden uçaklar geçiyordu hâlâ. O uçaklar gökdelenlerin içinden de geçmişlerdi biliyordum, yine geçebilirlerdi ve eylül olmayabilirdi bu kez. O zamanlar Amerika nedir biliyordum.
İrkildim. Dinamitler patladı tüm gökdelenlerin temellerinde bir anda İsrafil’in tek hareketiyle. Canlı yayınlanmayan bir kargaşa oldu ilk kez ve yerle bir oldu kalabalık; biz, akıllı televizyonlarımız, annem, kapitalizm, sosyalizm, komünizm, Amerika, kamusal alanlar, Türk varlığı, asansörler, otobüsler, yerle bir olduk ve hatırladım o zamanlar Cehennem yerin dibinde değil.
Elif Bayır
1 Yorum