Deliliğin Güncesi – 3

İnsan, insanı ancak yanlış anlar. Yanlış anladığı için de yanlışını düzeltemez. İnsan, kendine yetmelidir. Sırf buna inandığın için tımarhanedeki kaçıklardan köşe bucak kaçıyor, kuytu köşelere sığınıyorsun. Bahar, yani en sevdiğin mevsim gelmiş. Tımarhanenin bahçesinde şairin,  “Nisan en zalim aydır, gövertir” dizesiyle, en sevdiğin ayın Nisan oluşu arasındaki tezatlığı çözmeye çalışıyorsun. Yaslandığın dut ağacı yeni yeni yaprak açmaya başlamış. Bahçe buram buram çiçek kokuyor, böcek vızıltıları kulaklarında uğulduyor.

Önünde iki tane defter. Bu defterlere günlüklerin, yazmak isteyip de tamamlayamadığın hikâyelerin, şiir yazma teşebbüslerin ve en sonunda kendinden geriye tek miras olarak bırakmak istediğin “Saçmalıklar Risâlesi”nin müsveddeleri duruyor. Bu dünya üzerinde tek istediğin şey bu kitabı yazmaktı. Ki senden sonra okuyanlar “Kâinatta benden daha çok saçmalayanlar varmış” diyerek teselli bulsunlar istiyordun ama olmadı. Saçmalamayı o kadar güzel becerebilmene rağmen, aynı beceriyi yazıda göstermedin.

Defterlerin kapaklarını henüz aralamamana rağmen hafızan bir bumerang cehennemine dönüşüyor ve hiç hatırlamak istemediklerini kucağına bırakıyor.

Bir gün arkadaşının emlak ofisine gitmiştin. Arkadaşın mesleği icabı olsa gerek tam bir insan sarrafıydı ve bir tespit mi, yoksa bir kehanet mi olduğunu bilemediğin şu konuşma geçmişti aranızda;

– Senin evlenebileceğini hiç düşünemiyorum.

– Niçin?

– Kapıdan içeriye girdiğinde munis yüzüne baktım ve kesinlikle bu adamı kandırırım, dedim. Ama konuşmaya başlayınca, mümkün yok bu adamı kandıramam, diye düşündüm.

– Eee?

– Kadınlar iki türlü adama âşık olup evlenirler. Ya kandırabilecekleri ya da kanabilecekleri. Sende ikisi bir arada. Kadınlar böyle bir riske girmez. İkircikli adamlara âşık olmazlar.

Arkadaşın bu tespitinde haklıydı. Çünkü görüştüğün her kadın çok basit ve çok zor bir adam olduğunu yüzüne vurmaktan geri durmadı.

Hafızan gittikçe berraklaşıyor. Geçmişin zihninde gövermeye başlıyor ve sen şaire hak vermek istiyorsun. Nisan en zalim aydır, diye tekrarlıyorsun.

Dervişlerin arasına girdiğin ilk günler şimdi avuçlarında. Anlatılan her hadiseyi çabucak kavraman, verilen hizmetleri sorgusuz sualsiz yerine getirmen etrafındaki dervişlerin gönlünde umut ışığı yakmıştı. Seni gören müridânın yüzüne gayri ihtiyarı bir tebessüm konar, kalplerine Şeyh Efendi’nin muhabbeti dolardı.

Sarp yokuşlarda koştun. Yorulmadın, terlemedin, dur durak bilmedin. Önüne çıkan her barikatı aşıp geçtin. Sonra yüzünde muhalefetin izleri görünmeye, kibrin çizgileri dolaşmaya başladı. Bu muhalefetinin neticesinde ayağın sürçtü, kalbin tekledi. Birlikte yola çıktıkların seyr u sülûkunu bitirirken sen tesbihi elin bile alamadın. Durdun, durduğun yerde terlemeye, kokuşmaya başladın ve nihayetinde kendi terinde boğulup giderken, dervişlerin hayal kırıklığı olarak şahsi tarihine kazındın.

Geçmişin, hafif hafif esen ılık rüzgârla defterlerinin arasından çıkıp gözlerinden ve kulaklarından geçirerek beynini mıncıklıyor.

Sana “karamsarsın” diyenlere, “hayır, artık değilim”  dedin. “Çok kasvetlisin, kasvet senin sigaran olmuş” diyenlere, yanıldıklarını haykırdın. Çünkü karamsarlık ve kasvet de bir duyguydu. Sen ise, hiçbir şey hissetmiyordun. İçine isteksizlik ağacını diktin ve onu muntazam olarak suladın. Şimdi, ne namuslu ne namussuz, ne erdemli ne erdemsiz, ne itaatkâr ne isyankâr, ne düzenli ne düzensiz, ne iş güç sahibi olmak ne de aylak aylak dolaşmak, ne konuşmak ne de susmak istiyorsun. Kendi peşini bile bırakmış, onmaz bir âdem olarak,  kendinin hayal kırıklığı oldun.

Zihninde tepinen hatıralara yenilmek istemiyorsun. Saçmalıklar Risâlesi’ni yazamamanın ezikliğinden kurtulmak istiyorsun. Başını gökyüzüne kaldırıyorsun. Dut ağacının dallarında iki serçe cıvıldaşıyor. Hemen muhayyilende bir hikâye kuruyorsun. Erkek serçenin dişi serçeye şiir okuduğunu, gönlünün yüce dağlarından topladığı samimi sözleri art arda dişi serçeye sıraladığını düşlüyorsun. Dişi serçe memnun, dişi serçe gülüyor. Dişi serçenin gülüşü, ormanı ikinci bir cennete çeviriyor. Dişi serçenin egosu gagasının ucunda. Nereye varacağını hesaplamadan bir cümle sarf ediyor: “Seninle bir gece sarılıp uyumanın ne demek olduğunu çok merak ediyorum.” Erkek serçenin başı dönüyor, bir cümleye tav oluyor, ağaçtan düşüp kanatlarını kırıyor. O günden sonra erkek serçe koşuyor, dişi serçe uçarak uzaklaşıyor. Erkek serçe kendisine bir yuva yapamayacak kadar yorgun düşüyor. Günlerini ağaçların dallarında geçiriyor. Kış geldiğinde soğuğa dayanamayacağını, ölüp gideceğini bile bile yeni bir yuva yapmaya tenezzül etmiyor. Bu hâli gören dişi serçe yeniden erkek serçenin etrafında dönmeye, şen şakrak şakımaya başlıyor. Erkek serçenin iradesi yok, kimyası bozuluyor ve dişi serçeye bütün vücuduyla tekrar yöneliyor. Erkek serçenin kendisine yöneldiğini gören dişi, uçarak yine uzaklaşıyor.

Hayâl dünyanda kurduğun bu öyküden, binlerce olduğu ve yıllar önce defterine not düştüğün “Kadınlar yalnızca hikâyelerde ve şiirlerde güzeldir” sözüne tezatlık arz ettiği için vazgeçiyorsun.

İnsanın kendine yetmediğini, anlaşılmayı değil, yanlış anlaşılmayı bile özlediğini fark ediyorsun. Defteri açıp sayfalarını tek tek koparmaya ve kopardığın sayfaları yemeye başlıyorsun. Geçmişini sindiremeyeceğini bile bile.

Celal Kuru

DİĞER YAZILAR

2 Yorum

  • sümeyye , 19/04/2018

    Bizde olumsuzluğu alıp çoğaltmak gibi bir hastalık var…
    Rahmeti geniştir, yardım dilenmelidir.

  • Gafil , 19/04/2018

    Abi sen beni nerden tanıyorsun da bu kadar iyi anlatıyorsun?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir