07.00 Uyanır uyanmaz telefonuma bakıyorum. Bir beklentim olduğundan değil, kötü bir alışkanlık. “Hayret” diyorum kendi kendime. “Hiç cuma mesajı atan yok.” Toplu mesajlar bile benden umudunu kesmiş demek ki! Bu sefer de ben herkese güllü cuma mesajı göndermek istiyorum. İnsan hep bir çetrefilin içinde bocalıyor. Sonra bugünün perşembe olduğunun farkına varıyorum ve en sevdiğim işi yapıyorum: aynada kendime istihzai bir şekilde gülüyorum.
09.00 Minibüsteyim. Radyoda “Uyan ey gözlerim gafletten uyan” çalıyor. Bu sözlerin eşliğinde şoför yan koltuktaki genç kıza kur yapıyor. Düşünüyorum da gaflet artık uyku değil, ölüm olmuş. Uyuyan uyanır da ölen uyanmıyor işte.
10.00 işyerinde çalışırken kulaklığımı takıyor ve Ahlâk-ı Alâî okumalarını dinliyorum. Mesele ahlâk felsefesine gelince kendime soruyorum. Bu gürültünün içinde ne işim var? Sonra yine kendime gülerek bir gerçeği hatırlatıyorum: On yedi yaşımdayken madde olmadan manânın olmayacağını ilme’l yakîn biliyordum. Yirmi beş yaşıma gelince, arkadaşlarım ve akrabalarımda bunu ayne’l yakîn öğrendim. Şimdi de kendimde hakka’l yakîn duyuyorum: madde olmayınca manâ da olmuyor.
11.00 Kulaklığı, telefonu bir kenara bıraktım. Bugüne değin yirmi işyeri değiştirdim. Hiçbir işyerinde kalıcı arkadaşım olmamış. Bu, benim ketumluğumun neticesi. Asgarî müştereklerde buluşup arkadaşlık yapabilen ve bunu devam ettirebilen insanlara bazan imreniyorum. Âzamî müştereklerde bile arkadaşlığı sürdürememek gibi kötü bir hastalığım var. Zaman şifa olur mu? Pek sanmıyorum ama bekliyorum. İnsanlarla iletişim kuramama beceriksizliği, beceriksizliklerin en büyüğüdür.
13.00 Dün bu vakitler ne ise bugün de o. Muhtemelen yarın da aynısı olacak. Yeni bir şey bulamayınca eskiye dönüyor, eski Tweet’lerimi okuyorum ve günlüğüme aktarıyorum. Zatı muhterem paylaşımlarını kitaplaştırdı. Cioran da yaşasa aynısını yapardı. Benim neyim eksik! Başlayalım aforizmalara:
Ömrümüz “Kendimi toparlamam lâzım” cümlesinin altında daha da dağılarak geçiyor.
14.00 Okuduğun, gördüğün, seyrettiğin acının yasını tutamazsın. Acı, yaşanandır. Kendi kanında, kendi canında. En nihayetinde her zaman “Ateş düştüğü yeri yakar.”
15.00 İnsanoğlu, bir kürsü sahibi olup bir kez sözün büyüsüne kapıldığında, kendisini helak edene kadar susmak bilmez.
16.00 Didaktizm (nasihat) salih zatların kitaplarında vurucu, bizim gibi nakıs insanların metinlerinde ise itici oluyor.
17.00 Saat başı özlü sözlerden sıkılıyorum. Biraz da şahitlik: Türk erkeğinin alışverişle imtihanı. Herhangi bir AVM’ye girin ve alışveriş yapan karısının yanında sıkılan, patlayan, çatlayan, ortadan ikiye yarılan, deneme odası önünde beklerken çürüyen erkeklerin yüzünü seyredin. Her biri bir öykü kahramanıdır onların.
18.00 Ahir zaman kelimeleri:
Îtidal (ﺍﻋﺘﺪﺍﻝ) i. (Ar. ‘adl “denkleştirmek, eşit muâmele etmek, âdil olmak”tan i‘tidāl)
Aşırı olmama, ne çok fazla ne çok az, tam gerektiği kadar olma, orta halde bulunma, ölçülülük: Yiyeceğinde ve giyeceğinde îtidâli aşmamalı (Kâtip Çelebi’den Seç.). Sevginizin şiddetine bir îtidal gelir (Ahmed Midhat Efendi).
19.00 “Güneşin doğuşu ve batışı bizim için mahalleye gelen çöp arabasından farksız. Gidiyor geliyor ruhumuz bile duymuyor, alâkamızı cezbetmiyor.” demişti bir hocam.
Evet, ilk yitirdiğiz şeylerden birisi de: hayret
20.00 Dün on sayfa kitap okudum, hiçbir şey yapmadım deyû canım sıkıldı. Bugün yüz sayfa okudum gene hiçbir şey yapamadım deyû canım sıkılıyor. Kronikleşen can sıkıntısının ilacı yok.
21.00 Haftaya bir kitapla başlıyorum. Hafta sonu masaya bir bakıyorum sekiz kitap olmuş. “Tek kitap okuyamama” diye bir hastalık var mı acaba? Varsa da adı nedir? Eğer ki yoksa ben icat etmiş bulunuyorum. Lâkin henüz bir isim bulamadım.
22.00 Bu akşam sekiz kitap aldım elime. Sekizini de birer satır bile okuyamadan bıraktım. Sekizi de sıkıcı olamazdı kitapların. Muhtemelen sıkıcı olan benim. Ey talib, aptalın canı sıkılır, abdalın değil. Öyle değildi galiba. Neyse. En iyisi uyku galiba. Salih bir rüya görüp hidayete ererim belki.
Celal Kuru
4 Yorum