Bu metin Celal Kuru’nun “Çetrefilli Perşembe” yazısına zeyl (ek ve tamamlama) olarak yazılmıştır. Metnin göndermelerinin anlaşılması için iki yazının birlikte okunması gerekmektedir.
***
07.00 Bir kişinin, sabahları uyanır uyanmaz telefonuna bakması beklentisi olduğunu gösterir yani umudu. Madem kalbime ilham gelmiyor, telefonuma gelen bildirimlere göz atayım diyen kişinin hareketidir elini telefonuna götürmek. Bazen hayat bildirimlerden göz kırpar bazen de bildirimler hayatımızı karartır. Fakat bilinmezlik örtüsü bildirimleri cazip kılar. Diğer mesele ise insanın bildirimler üzerinden kendi varlığını hissetme çabasıdır. Yani bildirimler zaman olur bir ayna görevi görür. Kişiye yaşadığını hatırlatır. Sözün özü, insan her sabah Allah’a uyanır. Bilincinde olmak ya da olmamak hayatın akışını belirler…
09.00 Marmaray’dayım. Tanımadığım insanlarla 5 kişilik koltukta yanyana oturuyoruz. Koltuğun başında oturan genç kadın kitap okuyor. Yanındaki adam telefonuna bakıyor. Ben telefonuna bakan adamın yanında elimde kalem kitap okuyorum. Derken ellili yaşlarda biri geliyor. Karşımda durup beni ve kitap okuyan genç kadını övmeye başlıyor. Utanıyorum ama adam övgülerine devam ediyor. Kitap okumanın zihni özgür kıldığından bahsediyor ve ilk durakta iniyor. İçimden, acaba kader ağlarını örüyor mu, kitap okuyan genç kadınla tanışmam mı gerekiyor derken, kadının benim düşündüğümü düşünüp düşünmediğini merak ediyorum. Sonra kitaba yoğunlaşıyorum. Yenikapı durağına geldiğimde kadını hatırlamıyorum bile. Koynumdaki gaflete sarılıyor ve usulca Marmaray’dan inip Vezneciler metrosuna doğru ilerliyorum. Gafletin küçük ölüm olduğundan şüphem kalmıyor.
18.00 Kadıköy’deyim. Antikacılar sokağındaki Çaykolik’e doğru yürüyorum. Bir ara, neden buradayım diye kendimi sorguluyorum. İmgenin, gerçeğin yerine geçtiği bu sokaklarda yürüyor olmamı yadırgıyorum. Sonra insanın zamanla her şeye alıştığını, alışmanın sevgi doğurduğunu ve böylece insanın yaşayıp öldüğünü düşünüyorum. Maddeye bağımlılığın manadan uzaklaşmayı doğurduğu bilinen bir gerçek olsa da asıl gerçek maddenin yoğunluğunun mananın inkârına sebep oluşu. İnsan kendinin (ruhunun) inkârcısıdır.
18.30 Telefonu elime alıyor ve Kadıköy’e çağırabileceğim birini arıyorum ama nafile… Arkadaşlarım evli. Çaresiz tek başına Bahariye caddesini adımlıyorum. Yalnızlığa alışmam gerektiğine dair kendime telkin veriyor ve bu sebeple cep telefonumdan kurtulmam gerektiğini düşünüyorum. Eğer birini arama ümidim olmazsa kimseye ihtiyacım olmayacağını sanıyorum. Telefonu yere çalasım geliyor o an ama, iş yerini hatırlıyor ve vazgeçiyorum. Derken bir sürü pranga ile yeryüzüne bağlandığımı fark ediyorum. Kendimi yalnız kılmadığım her gün, pranga sayımın artacağını bilmenin acısıyla yürümeye devam ediyorum. Yürüdükçe prangalarımdan ses geliyor. Halkalar birbirine sürtüyor ve canım çok acıyor.
19.00 An, her an yoklukla buluşuyor ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını, aynıymış gibi görünen şeylerin üstündeki tozu sildiğimde yeni ile karşılaştığımı görüyorum. Acılar bile değişiyor. Zamanla şiddeti azalan acılar olduğu gibi artan da oluyor. Mesela küçük bir ayrıntı kırk yıllık külü alevlendirebiliyor. Madem her aldığım nefes biricik, o halde her yaşadığım da yeni diyorum ve bu beni yeni işaretleri okumam gerektiği fikrine götürüyor. Allah kuluyla konuşur diyorum, yeter ki işaretleri okumayı öğrenelim ve hayatta tekrar diye bir şeyin olmadığının farkına varalım. Çünkü her yeni eskinin katili gibi görünse de aslında her eski yeninin annesidir.
19.30 İnsan ve acı arasında tekâmül ilişkisi var. Ama bu ilişkinin olumlu olabilmesi için işin içine bilinç yani ruh katılmalı. Hayat hem kabullenme, hem de kabullendiğin şey tarafından inşâ edilmekten ibarettir. Acıyı kutsamak ise insanın kendine tapmasının modern bir hali. Acı kutsanmaz, sadece yaşanır. Yaşamaya bilinç eşlik ederse acı insanı tekâmül ettiren (olgunlaştıran) bir merdiven halini alır. “Hem kadere inanırım sonra. Kaderime çivilendiğime de.”
20.00 Söz büyülüdür. İnsan ise sözünden ibarettir. Sözünün büyülü olduğunu ve bu durumun kendisinden kaynakladığını sananlar İlahi kitabın sözüne değil kendi sözlerine tapanlar ki sonuç helak olmaktan başka bir şey değildir.
20.30 Söz mü dil mi, sorusuna tabii ki dil yani insan diye cevap veririm. İnsandan yanayım. Sözün büyüsü kendinden değil dilden gelir. Bunu bilmeyenler sözün büyüsünde kaybolup dil sahibi olduklarını unuturlar.
21.00 Biraz sakinlik diliyorum kendime… Biraz da korkuyorum dilediğimin gerçek olma imkânından. Evlilik gibi bir şey bu. Önce istiyoruz, ama zamanla sorumluluklara toslayınca karşımızdakinde suç buluyoruz. AVM’de eşiyle birlikte alışveriş ederken sıkılan ama maç izlerken sıkılmayan erkekler geliyor aklıma… Al birini vur ötekine diyorum. Kendimi şöyle kenara çekeyim. Hem ben onlar gibi değilim, öyle değil mi! Oh mis!
21.30 Ahir zaman kelimeleri:
İnsan: “(ﺍﻧﺴﺎﻥ) i. (Ar. uns “ünsiyet etmek, alışmak”tan insān)”
“İki ayaklı, iki elli, aklı ve konuşma yeteneği olan memeli canlı: Acıyı hayâta katan kudret, insandan başka hiçbir mahlûka acıyı fâşetmek imkânı vermemiştir (Ahmet Hâşim). Dili bir, gönlü bir, îmânı bir insan yığını / Görüyor varlığının bir yere toplandığını (Yahyâ Kemal).”
22.00 “Denize değin ırmak idi adın / Ko andan ötesin denize daldın” demiş Bizim Yunus. Rahmet olsun. Demek umut var. Demek insanın acizliğinde kudret saklı. Demek olduğunu sandığı şey olmadığını anlamak için yola çıkmak gerek. Demek hayret insanın acizliğini anlamasında saklı.
22.30 Dün 30-40 sayfa kitap okuduğum için canım sıkıldı. Daha fazla okumalıydım. Bugün, düne göre çok daha fazla okudum ama yine canım sıkıldı. Daha da fazla okumalıydım, dedim. Sonra can sıkıntımı okudum, içim rahatladı bir an. İnsan can sıkıntısından bile O’na yaklaşabilirmiş, anladım.
23.00 Asla tek bir kitap okumam. Pek çok kitabı aynı anda okurum. Bir kitaptan sıkıldığımda diğer bir kitapta kendimi bulur böylece rahatlarım. Yine sıkılırsam bu sefer üçüncü kitaba geçerim. Bunun hastalık değil iyi bir kitap okuma usulü olduğunu düşünüyorum. Buna bir isim verecek olsaydım “sıkı can okuma usulü” derdim.
23.30 Bu gece kütüphanem şöyle bir baktım. Tüm kitapların tek bir kitabın anlaşılması için okunması gerektiğini yıllar önce okumuştum. O ara ne düşündüm bilmiyorum ama saat gece yarısını geçmiş. Uykunun altına bir dinamit koyup deli gibi kitap okumaya bıraktım kendimi. Biliyorum, bir kitaptan bana seslenecek. İşte o an “buradayım, canımı vermeye hazırım” diyeceğim. Gecenin karanlığı kitaplarımı aydınlatıyor, yani beni.
Sulhi Ceylan
4 Yorum