Aklın Girdabı

(Metafizik Günlükler 1)

Can sıkıntısının ilacının olup olmadığını düşündüğüm anlarda canımın hepten sıkıldığını fark ettim. Yani can sıkıntısı yayılan, çoğalan bir hal. Hatta etrafındaki insanlara bile sirayet ediyor. Biliyorum, her şey “Eles-tü bi-rabbiküm?” sorusuyla, yani “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna muhatap olmamızla başladı. Ama işin garibi ben bu sahneyi hatırlamıyorum. Bir tefsir âlimine bu durumu sorduğumda “İşte Mevla hatırlatmış sana ya!” diye cevap vermişti. Benim bu ayeti okumam hatırlamamın kendisi imiş. Hatırlatan ise Allah Teâlâ… Can sıkıntımın sebebini şimdi şimdi anlıyorum. Zira her hatırlama bir yükümlülük getirir. Ve her yükümlülük ise hakikatine varılmadığı takdirde can sıkıntısı olarak tezahür ediyor. En azından bende böyle. Genelleme yapmak çok da iyi bir şey değil zira sosyal bilimcilerin en büyük silahıdır genelleme. Umut her zaman kendine bir açık kapı bulur, öyle değil mi?

Kur’an-ı Kerim’de A’raf suresinde geçer bu ayet: “Hani Rabbin, Âdem oğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) onlar: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”  (172) Kısaca “Kâlû Belâ” diye bilenen bu sahne bir sözleşme niteliğinde. Öncelikle, insandan bahsediyorsak basit bir varlıktan değil, kendini ve kâinatı anlamlandırabilen ve idrak edebilen bir canlıdan bahsediyoruz demektir. Ve insandan bahsediyorsak aynı zamanda bir şahitten de bahsediyoruzdur. Zaten ayette de insanın şahitlik meselesi vurgulanıyor. Bu sözleşmenin nerede ve nasıl vuku bulduğu meselesine girmeyeceğim. Merak edenler söz konusu ayetin tefsiri için tefsir külliyatına başvurabilirler. Ama bir hatırlatma yapmadan edemeyeceğim. Haluk Nurbaki bir kitabında şöyle diyordu: “Fahr-i Kâinat Efendimize (s.a.v.) gönülden aşkı olmayanın, değil Kur’an’ı anlamak, okumaya bile mecâli yoktur, onun görüntüdeki ilgisi buzdaki yazı gibidir.” Bu cümle kalbimizin bir köşesinde dursun ve ben konuya devam edeyim. İnsan sorumlu bir varlık. Ve hiçbir sorumluluk ise insanın potansiyelini aşan bir yük yüklemez. Burası önemli. Zira kişi potansiyelini kullanmaya kullanmaya kendini köreltir ve en hafif yüklerde bile yıkılacak duruma gelir. Sonuçta ise suçu, sorumluluğun büyüklüğüne yükler. Bu açıklama da heybemizde dursun.

Hangi kitapta okuduğumu hatırlamıyorum ama bir veli Kâlû Belâ’dan bahsederken “Ben o hali hatırlıyorum. Hatta hâlâ kulaklarımda Allah’ın sorduğu ‘Eles-tü bi-rabbiküm?’ sorusu çınlıyor” diyordu. İlk başta çok ütopik gelebilir ama önce bir duralım. Hem durmak düşüncenin ilk adımıdır. Sonra devam edelim. Veli kimdir diye bir düşünelim. Veli; fıtrat insanıdır. İlk haline geri dönmüş kuldur. Nefsinin sesini bastıran ve gürül gürül vicdanının akarsuyunda yıkanan insandır. Saflaşmış yani çocukluğundaki o saf hale dönmüş kişidir. Zihnini ve kalbini samimiyet suyuyla temizlemiş gönül insanıdır. Kısacası veli kalbin çocuğudur. Sanıyorum nereye varmak istediğim ortaya çıktı.  Evet; saflaşmaktan bahsediyorum. Nefsin çocuğu olmak halinden kurtulmaktan bahsediyorum. Kalabalığı boğmaktan ve de… Özüne dönmekten…

Diğer bir meselemiz ise “beden.” Ruhun evi… Zaten insanın unutkanlığının sebeplerinden biri de bedenin ruh üzerindeki etkisi… Aslında insan bedeni bir savaş alanıdır. Bu savaş alanının bir tarafında ruh ve askerleri diğer tarafta ise nefis ve askerleri vardır. Ve bu savaş ise insan ölene kadar devam eder. Ruhun askerleri; cömertlik, cesaret, hilm, ihlas, sabır gibi hasletler iken nefsin askerleri ise cimrilik, gazap, intikam, kibir ve haset gibi hasletlerdir. Bu savaş meydanında askerler sürekli savaşırlar. İşte kazananlar Kâlû Belâ’yı hatırlayanlardır ya da hatırlamak için elinden geleni yapanlardır. Kaybedenler ise sürekli nefsinin askerlerini beslemek ve büyütmekle uğraşanlardır. Artık tarafını seç. Kibir askerlerinden müteşekkil bir ordunun mu olmasını istersin yoksa muhabbet askerlerinden müteşekkil bir ordu mu?

Sulhi Ceylan

(1 Kasım Salı / 22.28) 

DİĞER YAZILAR

5 Yorum

  • kslrblcyr , 11/11/2016

    Solgun bir gül olur dokununca … İcimizde biriken, dolup tasanlar ,adeta yurekten kaleme kalemden kagida akmak isteyen hisler yazildimi solgun bir gul olur .Olsun biz ona bakip kendi icimizde biten dallanip budaklanan gulleri hatirlariz

  • sumeyye , 10/11/2016

    Sulhi ceylan eskisi gibi yazmıyor. Mektuplarını özledik.

  • rana , 08/11/2016

    sulhi ceylan günlüğünde okuru daha çok düşünmüş sanırım

  • ezkiya , 02/11/2016

    Henüz birincisi olduğunu bilmek, yazıyı okumaktan daha iyi hissettirdi.

  • E. , 02/11/2016

    Sulhi Ceylan’dan beklenen etki yok. Sanki cevaplar kendisini tatmin etmemiş.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir